II.
Dünya Savaşı galiplerinden olan Sovyetler Birliği, boğazlardan üst, Doğu
Anadolu’dan özellikle 93. Savaşı sonunda Rusya’ya bırakılıp 1921 yılında
Anavatana kavuşan Artvin, Kars ve Ardahan’ın kendisine verilmesini bir nota ile
Türkiye Cumhuriyeti’ne bildirir. Yöneticilerimiz bu isteğe şiddetle karşı çıkarlar.
Süper güç olan Sovyet tehdidini karşılama olanağından yoksun olmamızda olayın
acı gerçekçi boyutuydu.
Sovyetlerin
Ortadoğu ve Akdeniz’e açılma planlarına karşı koyacak tek güç ABD ve İngiltere
idi. Türkiye bu koşullarda güvenli liman olarak batıya yaklaştı. ABD’nin,
Truman ve Marshall yardımları savaştan yenik çıkan ülkeleri ve ülkemizi
kendisine daha da yaklaştırdı.
Gerek
Sovyet tehdidi gerekse ekonomik yoksulluğumuz batı blokuna yaklaşmamızda
başlıca neden oldu. Tarafsız, Atatürkçü tam bağımsız dış politika terk edildi. Bu
bağlamda akla hemen şu soru geliyor: Atatürk yaşasaydı batıya yaklaşır mıydık?
Üzerinde uzunca beyin jimnastiği yapılacak bir soru!
İpler
ABD’nin elin verilince ikili antlaşmalar çerçevesinde imzalanan; eğitim-öğretimimizi
birinci derecede ilgilendiren yurttaşlarımızın çoğunlukla bilgi sahibi olmadığı
bir komisyondan söz etmek istiyorum. Türkiye Fulbrıcht Eğitim Komisyonu.
Alıntılarla ilerleyelim komisyonun kuruluşunu ve misyonunu:
“Türkiye
Fulbright Eğitim Komisyonu, ya da diğer bir adıyla Türkiye-Amerika Birleşik
Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu, 1949 yılında Türkiye ve Amerika
Birleşik Devletleri arasında imzalanan ikili anlaşma ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nden geçen 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı kanun çerçevesinde
çalışmalarına başlamıştır. Komisyonumuz, Türk ve Amerikalı üniversite
mezunlarını, akademisyenleri, sanatçıları ve kamu görevlilerini eğitim, yaşam
ve seyahat masraflarını kapsayan burslarla desteklemekte ve ABD’de eğitim almak
isteyen Türk öğrencilere eğitim danışmanlığı hizmeti sunmaktadır. Komisyonumuz,
Türk ve Amerikan halkları arasında eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir
anlayış geliştirmek için kurulmuştur.
27 Aralık 1949'de imzalanan Eğitim Komisyonu’yla ilgili anlaşmanın 5. maddesi şöyleydi.
5-"Komisyon, dördü
TC vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden kurulu olacaktır.
Bunlara ek olarak Türkiye’deki ABD diplomatik heyetin başı, (Amerikan
Büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacaktır.”
Komisyonun Ankara’da Milli Eğitim
Bakanlığında bir ofisi ve İstanbul’da da bir bürosu vardır. Komisyonun
okullarımız için hazırlanan müfredat programlarının hazırlanmasında etkin rol
oynadığı bilinmektedir. Olayın ilginç boyutu Türk ve ABD üyeleri arasında fikir
birliğine varılamadığında son sözü ABD büyükelçisinin söylüyor olmasıdır.
Maalesef adının önünde
milli yazan bakanlığımız eğitim-öğretim çalışmalarında yetesiye milli, bağımsız
olamamaktadır. 1949’dan günümüze kadar kurulan hükümetlerimiz adı geçen
komisyonu kapatmak gibi bir çabası da olmamıştır.
İlkokuldaki öğrencilik
yıllarımda Amerikan süt tozundan yapılan tatsız-tuzsuz sütleri içtiğimizden öte
namı diğer Sam Amca’dan bize bir hayır geldiğini bilmiyorum. Ülke olarak neler
yapmadık Sam Amca için! Kore’ye asker gönderdik. Yunanistan’la birlikte batı
blokuna ileri karakol olduk. Silahlarımızı ABD ve Nato ülkelerinden temin
etmeye mahkûm edildik. Silahlanmaya büyük paralar harcadık. Başta uçak
fabrikamız olmak üzere büyük sanayi tesislerini kapattık.
İlkokul
öğrencisiydim. Anımsarım. 1964’de Kıbrıs olaylarında silah ambargosuyla
karşılaştık. Yine 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonunda NATO’da müttefikimiz
ABD’den silah ambargosuna tabi tutulduk. Bu yazının çapı çok çok yetersiz kalır
Sam Amca’nın ülkemize, halkımıza yaptığı azizlikleri(!) anlatmaya.
ABD
ile yapılan ve bağımsızlığımız iyice törpüleyen antlaşmalarla ilgili İsmet
İnönü’nün 1963 yılındaki yakınmaları da görelim:
“
Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlemesini istiyoruz. Herkes aynı
şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi
teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve
öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu?
Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal
etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya
çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden,
Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.
Bağımsızlık savaşından sonra Lozan’da
asıl mücadele de bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa sınırlar zaten fiili durum
idi. Tazminat işini iki devlet aramızda çözerdik. Bütün mücadele idaremize
yapılmak istenen müdahale yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük
ödünlerde bulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz onların neden ısrar ettiklerini
biliyorduk. Onlar bizim neden inatla ret ettiğimizi biliyorlardı.
Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı
attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir,
üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun
üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne
bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu
kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…”
Hayatta
Ben En Çok Babamı Sevdim, Can yücel. Sizin Hiç Babanız Öldü Mü? Cemal Süreye,
şiirleriyle baba sevgisini ne kadar güzel betimliyorlar. Amca baba yarısıdır
der büyüklerimiz. Lakin bizim Sam Amcamız hiç baba yarısı olmadı bizlere. O’na
elini kaptıran kolunu kurtaramıyor. Son yıllarda ki azizliklerinden: Feto
desteği, F-400, F-35 uçakları sorunları ve yıllarca PKK’ya açık desteği her
yurtseverin ruhunu acıtan olaylardan sadece bazılarıdır.
Bağımsız
ülkeler, çocuklarını ve gençlerini okuyan, okuduğunu anlayıp yorumlayan,
olayları neden-sonuç ilişkileri bağlamında değerlendiren… nitelikli
eğitim-öğretim programlarıyla yetiştirir. ABD, bizim ve etkisinde olan
ülkelerin nesillerinin nitelikli eğitim almamaları için çaba harcıyor. Özellikle Türk köylüsünün aydınlanma projesi
olan Köy Enstitüleri’nin etkisizleştirilmesi ve kapatılmasında ABD’nin rolü
olduğu bilinen bir somut gerçektir...
Türk yurttaşları olarak bizlerin yadsınamaz görevi
daha çok çalışıp hükümetlerimizin milli politikalar üretmesine katkı vermek
olmalıdır. Tek bir şeye ihtiyacımız var: Atatürk’ün dediği gibi, “çalışkan
olmak.”