Dünyada söz sahibi olan güçler kendi çıkarlarını
gerçekleştirmek için insanı olmayan nice nice haince yöntemler uyguladıkları
bilinmektedir. Yöntem olarak altın kural öncelik; böl ve yönet taktiği… Fazla
geriye gitmeye gerek yok örnek aramaya: Tito’nun Yugoslavya’sı vardı. İçinde
çeşitli halkların bir arada barış içinde yaşadığı güzel bir ülke. Ki, Tito II.
Paylaşım Savaşı sonunda ülkesine ABD ve Stalin ordularını sokmadan kurmuştu
devletini. Hatta bu ülke doğu ve batı blokuna dâhil olmayan 3. Dünya
ülkelerinin başını çekiyordu.
AB
ülkeleri, Avrupa’nın ortasında büyük bir devlet olmasını hazmedemediler. Irkçı
söylemlerle ülkede iç savaş çıkartıldı. Büyük kıyımlar, dayanılmaz acılar
yaşandı. Ülke bölündü. Tarihe karışan Yugoslavya toprakları üzerinde 7 devlet
kuruldu. Tam barış var mı O topraklarda yetesiye? Elbette hayır.
ABD’nin
siyah derili kadın dış işleri bakanı, BOP planı çerçevesinde Kuzey Afrika ve
Ortadoğu coğrafyasında yirminin üzerinde ülkenin sınırlarının değiştirileceğini
söyledi. Ve plan adım adım uygulanıyor. Irak, Libya kan gölüne döndü ve
parçalandı… Halk ayaklanmaları, işgallerle ülkeler bölünüyor. İnsanlar ölüyor!
Ve demokrasi getireceğiz safsatası haliyle sarı bir yalan. Sonuç: Ülkelerin
zenginlik kaynaklarına el konuyor.
ABD ve
AB ülkeleri, Sevr Antlaşması ile parçalayamadıkları ülkemizi evet Türkiye
Cumhuriyetimizi tıpkı BOP planıyla parçaladıkları ülkelerin akıbetine uğratmak
istiyorlar. Batının, Doğu Sorunu olarak ifade ettikleri paylaşım planı olan Sevr
Antlaşmasını güncelleyerek önümüze koyuyorlar.
Atatürk
ve silah arkadaşları Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı Ulusumuzun maddi ve manevi
bütün güçlerini seferber ederek zafere ulaştırdı. Ve yıkılan Osmanlı’nın
külleri üzerine yeni bir devlet kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti. Genç cumhuriyet,
Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma amacıyla hızla kalkınma
savaşımını başlattı. “Yurtta barış, dünyada barış” şiarıyla bölgesinde ve
dünyada barışı önceleyen örnek bir konuma geldi.
“Sü*
uyur, düşman uyumaz.” Demiş atalarımız.
Düşman demeye hakkımız yok devletlere. Ki, her devlet kendi yurttaşlarının
çıkarı için politika üretir. Adını andığımız batılı devletlerin zenginlik
kaynaklarımıza, boğazlarımıza aç kurtların kana olan dayanılmaz iştahları gibi
iştahları hiç bitmedi, bitmeyecektir.
Bundandır
ülkemizin fay hatlarını kaşımaları. 70’li yıllarda sağ sol çatışması yaşandı.
Deyim yerindeyse kan gövdeyi götürdü. Yine aynı yıllar içinde mezhep
ayrılıkları körüklendi ne dayanılmaz acılar tattık ulusça. Ve 80’lerde
ayrılıkçı terör patlak verdi. Sorun hala çözümsüzlük girdabında! Ve darbelerle
demokrasimiz onulmaz zarar gördü.
Ulus
olarak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda dış düşmana karşı tek vücut olma başarısını
gösterip işgalci düşmanları yurttan attık. Günümüzde de bölgemiz ve dünyada
güçlü saygın bir devlet olarak yaşama adına kısır siyasi çekişmeler, kişisel
çıkarlardan feragat etmeliyiz. Kale içten fethedilir denir. İç cepheyi güçlü
kılmak adına aramızdaki farklılıkları zenginlik kaynağı olarak görmek bizleri birbirine
bağlayan bağları güçlendirmek gerekir. Tıpkı Ulusal Kurtuluş Savaşında tek
vücut olduğumuz gibi…
Bu
topraklarda, eserleri ve de özdeyişleriyle insancıl duygularımızı kabartan ne
güzel insanlar yetiştirmiş. Barış içinde, huzurlu yaşayabilmek adına gönül
insanlarımızın sözlerinin engin anlamlarını içselleştirelim artık.
“Söz
ola kestire başı, söz ola kestire savaşı, söz ola ağulu aşı bal ile yağ eder
bir söz.” Yüzyıllar ötesinden söylemiş Türk Dili’nin büyük ustası Yunus’umuz bu
sözleri. Ve “İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür. Ama insanı
insan yapan ağızdan çıkan sözdür.” Diyor Mevlana hazretleri. Sözün önemini
böylesine yücelten Anadolu ve Türk dünyasında daha nice gönül insanlarımız
yaşamış. Bu sözlerden ders alınsaydı zamanlarının iki Türk ve Müslüman cihangiri;
Yıldırım ve Timur birbirlerine şöyle hitap ederler miydi?
“Rum diyarında melik olan Yıldırım
Bayezid. Bil ki, biz kudret ve iktidarımızla insanlık âleminin en büyük kısmını
tab’amız haline getirmiş bir hükümdarız. Bu görülmemiş işi, tek başımıza
yaptık, senin gibi babamızdan ülkeler miras almış değiliz. Aklını başına topla
ve Kara Yusuf’la Ahmet Celayir’i topraklarından kov. Emirlerimize karşı gelen
hükümdarların akıbetini duymuş olsan gerektir. Siz de o hükümdarların arasına
girmekten sakının.
Bayezid: Ey
ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve
hile ile kandırmak istemişsin. Şöyle mi ẓan idersin ki, ben Acem padişahları
gibi olam, veya askerüm deşt-i Ḳıpçaḳ-i Tatarı gibi avare ola veya Hint taifesi
gibi başıboş ola. Bizim askerlerimiz, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz
ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, bizim askerleri Şam ve
Halep askerlerine de benzetmeyesin.”
Bu iki cihangir 1402’de Ankara Savaşı’nda
karşılaşır. Savaşın galibi olur göreceli olarak. Timur kazanır. Sonuç: Türk
birlikteliği ve de İslam zarar görür. Bu iki cihangirin Yunus ve Mevlana’nın
altın değerindeki sözlerini bilmedikleri düşünülemez. İkisinin de yanlarında
devirlerinin bilim insanlarının var olduğunu tarih bize fısıldıyor. İkisinde de
hırs ve kibir, büyüklük taslama akıl melekelerini kör etmiş elbette.
Aynı biçimde Yavuz ve Şah İsmail
mücadelesi… Türk ve Müslüman iki güçlü karakter… Mezhep ve iktidar kavgası…
Yıldırım-Timur örneği birbirlerine hakarete varan sözlerle mektuplaşmalar.
Sonuç: Tıpkı Ankara Savaşı’nın akıbeti gibi… Kaybedenle aynı… Ve her iki
savaşta askerlerden öte binlerce masum insanın acılar yaşaması… Sıkı durun:
“ Hain, terörist, fetöcü, cibilliyetsiz,
zürriyetsiz, haysiyetsiz, namert, şerefsiz, kalibreniz, nebbaş, tezek,
müsvedde, edep yoksunu, edep fukarası vs. olduk.” Bu sözleri siyasilerimizin azgınlarından
çıkıyor. Muhatapları da aynı sözleri söyleyene aynı tonda iade ediyor. Cumhur
İttifakı, Millet İttifakı olarak karpuzun ortadan bölünmesi gibi bölündük. Gazeteci Uğur Dündar’ın deyişiyle “Bir devlet
iki millet haline geldik.” Siyasilerimizin yüzünden düşen bin parça. Yüzü
gülen, azıcık espri yapan siyasi şahsiyetleri gören beri gelsin.
“Bir tatlı tebessümün bin vuslata
(kavuşma) bedeldir diyordu sanat güneşimiz Zeki Müren…
Sözün özü, “Balık baştan kokar”, “Hoca
kabahat ederse cemaat ….” Öncelikle bu
güzel ülkenin kaderini elinde tutanlar olmak üzere, siyasilerimiz, kanaat
önderlerimiz ve de hepimiz hoyratlığı, hodkâmlığı bir tarafa bırakıp
Yunusların, Mevlanaların barıştan, dostluktan yana tatlı dilleriyle
konuşmalıyız. Aksi takdirde şehit kanlarıyla sulanarak kurulmuş bu güzel ülkeyi
gelecek kuşaklara güvenle Misakı Milli sınırları içinde teslim etme olanağı
tehlikeye girer.