Daldan Dala başlığıyla yazdığım son deneme yazımda
corona nedeniyle özgürlüğümün kısıtlandığından yakındım. Eskiyen kimlik kartım
evde kalması zorunlu olan yurttaşlar grubunu işaret ediyordu çünkü. Kitap değiş
tokuşu için sadece kütüphaneyi ziyaret edip, çalışanlarla kısa sohbetler
edebildiğimi de aynı yazımda belirtmiştim.
Geçen gün yine kütüphanedeydim. Elimdeki
kitapları değiştirecektim. Emekli olan kütüphane müdürünün yerine genç bir kadın
arkadaş göreve başlamıştı. Arkadaşa, hoş geldin demek için müdür makamındaki
bürosunda ziyaret ettim.
Memnun
oldu tanışmamızdan. Diyarbakırlı olduğunu ve Ankara Dil Tarih ve Coğrafya’dan
yeni bitirdiğini söyledi. Babasının, kendisine öğrenim yaşamında siyasi olaylardan
uzak durması gerektiğini; kendisin de baba sözü dinlediği bir çırpıda anlattı.
Diyarbakır’ın
Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı gibi daha nice güzel insanlar yetiştirmiş olduğunu
söyledim. Ve maalesef yurdumuzun peygamberler diyarı Güneydoğu Bölgemizi
görmediğimi de sözlerime ekledim. Türbanlı genç arkadaş, ilinin her semtinin
tarih koktuğunu ve görülmesi gereken çok güzel eserlere sahip olduğunu
anlatısına ekledi…
Ülkemizde
etnik ve mezhepsel farklılıklar iç ve dış güçlerce kaşınmazsa coğrafyamızda ve
ülkemizde kalıcı barışını sağlamamızın olanaklı olur. Ve güneydoğumuz iç ve dış
turizm açısından daha da cazip hale gelir mihvali üzerine karşılıklı
konuşurken… Genç arkadaş, “Hocam, Kur’an’a dönersek her şey daha güzel
olacağına inanıyorum.” Diyerek sohbetimizi daha başka bir boyuta taşıdı.
1000’li
yıllarda içtihat kapısının kapatılmasıyla İslam hukukunun donduğunu… Ve ortaya
çıkan yeni olaylar karşısında hüküm vermenin zorlaştığını anlatmaya çalıştım.
Ve bu kadar sohbet yeter diye düşünerek çalışmalarında başarılar dileyip iznini
istirham ettim. Genç müdür de ziyaretimden memnun olduğunu, yine görüşelim
sözleriyle uğurladı beni!
Sokağa
çıktım. Rastlaştığım bir hemşehrim selamlaşmadan hemen sonra ilk sözü
derneğimize niçin uğramadığımı sitemi oldu. Sebep coronanın tedirginliği..!
Hemşehrim: “Tehlikenin farkındayım lakin arkadaşlarla dernekte buluşuyoruz…” Sözleri ve yüz hatlarıyla eyleminden
kendisinin de huzursuz olduğu belliydi.
Derneğimizin
okey, iskambil kâğıdı oyunlarıyla klasik kıraathanelerden pek farkı yoktur.
Fark, içinde kitaplık bulunan ve gazete okunan küçük bir odasının olmasıdır. Niyetimi
bozdum. Derneğe uğramaya karar verdim bir gün. Kısa süreliğine de olsa.
Oyun
oynayan arkadaşlarla uzaktan da olsa selamlaştıktan sonra okuma odası diye
adlandırdığımız odaya geçtim. Tanımadım bir arkadaş gazetelere dalmıştı.
Selamlaştık. İlimize komşu bir ildenmiş. Ulusça sıcakkanlıyız. Kırk yıllık dost
gibi sohbete daldık. Arkadaş yakınımızdaki bir lisede Din Kültürü ve Ahlak
Dersleri öğretmeni olarak çalıştığını söyledi. Meslek yıllarının ortasında
sayılırdı. Özellikle meslektaşlarımla sohbet sarar beni. Hele de arkadaşlarımın
kitaplarla arasında mesafe yoksa!
Yeni
tanıştığım arkadaşla sohbet ederken karşı tarafı daha fazla dinlemeye dikkat
etmeye çalışırım. Fakat meslek hastalığı! Söze hemen dalmadan olmuyor! Karşı
tarafta öğretmen olunca aynı durum tahterevalli sürüp gider.
Arkadaş:
“Asri saadet yıllarında, bir adam peygamberimize gelip, ‘beni temizle’ diye
sözlerini ısrarla tekrar etmiş. Israr nedeni zinaymış. Ve ilk ve son olarak
adını anımsayamadığım o adam ve kadın recim edilmiş.” Ve sözlerine devamla, “Hırsızlık
yapanın elini kes bakalım, insanlar hırsızlık yapar mı?” Soru cümlesiyle bir
ara soluklandı. Ve kısa bir anekdot anlattı:
“Bir
kadın öğretmen arkadaşla bir sınavda görevliydik. Arkadaşa ülkemizde uygulanan
hukukun kaynağı nedir? Diye sordum. Arkadaş, ‘Roma Hukuku’ diye cevap verdi.
Peki, bizler Müslümanız, niçin Kur’an hükümlerini hukuk kaynağı yapmıyoruz?
Dedim.”
“
1000’li yıllarda içtihat kapısının kapandığını ve İslam Hukukunun donduğunu ve
eski Diyanet İşleri başkanlarından Süleyman ateşin, ‘Bizler 1000’li yıllardaki
düzeyde; uhrevi konuları yorumlamada o zamanların ulemasından daha geriyiz’
mealinde sözler dinlediğimi söyledim.” Arkadaş:
“Kesinlikle
içtihat kapısının kapanmadı.” Ve bu konuda uzun açıklamalarda bulundu. Eve
döndüğümde arama motoruna müracaat ettim. “Gazali içtihat kapısını kapattı.”
Mealinde sözler okudum. Ve öğretmenim
asri sadet yıllarının güzelliklerini anlatmasını sürdürdü. Huzur içinde
yaşamanın tek reçetesi Kur’an’a, İslam’a göre yaşamak olduğunu Roma Hukukuna
dayanan hukukumuzun değişmesi gerektiğini uzun uzun anlattı.
“Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in vefat ettiğinde, Hz. Ali defin işleriyle meşgulken Hz. Ömer’in
sert tavrı sonucu ilk halifenin seçildiği anlattım.” Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın
halife seçilmesinde sahabeden seçkin kişilerin ittifakıyla halife
seçildiklerini, Medine din ulularının seçmesiyle halife seçilen Hz. Ali’yi Muaviye’nin
kabul etmemesi sonucu yaşanan acı olayları ve Hakem Olayı üzerinde söz
birliğine vardık. Öğretmen arkadaş:
“Hakem
Olayı sonunda Muaviye’nin temsilcisi Amr’ın hile ile Hz. Ali’nin temsilcisini
Ebu Musa’yı oyuna getirdiği gerçeğini söyledi.” Bu konuda da fikirlerimiz
örtüştü. Sözüne devamla arkadaşım:
“İşte
o olaydan sonra İslâm’da bölünmeler, ayrılıklar başladı.” Ben de:
“
Medine din büyüklerinin seçtiği Peygamber Efendimizin, “Ben ilmin/hikmetin
şehriyim Ali onun kapısıdır.” İltifatına mazhar olan bir büyük din ulusunu
Muaviye’nin kabul etmemesini sırf makam hırsına bağlıyorum. Ki Muaviye daha
sonra kurduğu Emevi Devlet’inde yerine oğlunu halife ilan ederek yönetimde
saltanatı getirmiştir. Muaviye sadık adamı Amr’ı Mısır’a vali atadığını duydunuz
mu? diye sorurdum.” Arkadaş bu atamadan haberinin olmadığını açık kalplilikle
söyledi.
İslam’da,
Emevi ailesinin yönetime el koymasıyla bölünmelere fırkalara ayrıldığı ve
Kerbela olayında ise işin şirazesinden çıktığını çeşitli örneklerle
pekiştirerek fikir birliğine vardık.
Cumhuriyet
kurulduğunda Ceza Kanunumuzun İtalya’dan, Medeni Kanunun ise İsviçre’den
alındığı bilinir. Cumhuriyete karşı olanlar kanunlarını aldığımız ülkeler
Hristiyan; kanunları da kutsal kitapları İncil’e dayanır tezini ile sürerek biz
Müslüman bir ülkeyiz, kanunlarımız niçin Kur’an’a dayanmasın derler.
Bilinmelidir
ki, Avrupa dinde reform yaparak yönetim işlerinde papazların etkisini tabir
caizse sıfırlamıştır. Ve Avrupa Magna Carta’dan beri halkın egemenliğine
dayanan demokrasiye adım attı. Fransız İhtilali ile demokrasiye geçiş
hızlandırıldı.
30 ve
100 Yıl Savaşları sonucu aralarındaki mezhep farklılarını nötrleştirip laiklik
ilkesini anayasalarına soktular. İnanç işi birey ile Allah arasında bir
akittir. Bu bilinçle laikliği içselleştirebilirsek ülkemizde halkımız arasında
faal olan mezhep faylarını etkisizleştirmiş oluruz.
Sözün
özü Emeviler’le saltanatla yönetilen ve koltuk için İslâm dünyası ne çok
badireler atlattı atlatıyor. Atalarımız Cumhuriyeti kurarak egemenliği halka
verdi. Çok partili hayata geçerek cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma
sancıları veriyoruz. Halkımızın ekonomik gücü ve eğitim düzeyi arttıkça
demokrasimizi daha da geliştireceğiz. Daha iyisi bulunana kadar en iyi yönetim
biçimi halkın egemenliğine hakemliğine dayanan yönetim biçimi demokrasidir
ağırlıklı sözlerimle sohbeti bitirip yeni tanıştığım arkadaşla dostça
vedalaştık. Bu arada dernek lokalinde okey ve iskambil oyunlarına devam
ediyordu hemşehrilerim.