Doksanlı yılların başında Almanya’da, kısa bir
deyişle Türk Öğretmeniydim. O yıllar dünyada siyasi, ekonomik sosyal
değişikliklerin hızla yaşandığı yıllardı. Yurttaşlarımızın ekmek parasını
sorunsuzca(!) kazandığı ülkeydi Almanya. Öğretmenliğimin ilk yıllarında gitmek
istediğim özgürlükler diyarı hayal ettiğim bu ülkeye ancak otuzlu yaşlarımın
sonunda gitmek olanaklı oldu.
Tatillerini
anayurda gelen emekçi kardeşlerimizin hayranlıkla anlattıkları ve de hakkında okuduğum
kitaplardan üzerinde hayal kurduğum ülke umduğumdan da daha ilginçti. Almanya
demek planlı ve kalkınmış sanayi ülkesi demekti. Almanya demek yalanın, riyanın
olmadı ülke demekti. Almanya demek saat gibi işleyen trafik, kasissiz yollar ve
alabildiğine yeşilliklerle bezeli tertemiz parklar demekti.
Berlin
Duvarı yıkıldı 90’larda. Batı Almanya Doğu Almanya’yı satın aldı deyim
yerindeyse dağılan Sovyetler Birliği’nden. Öncelikle Doğu Almanya’dan, Polonya
Batı Almanya’ya büyük göçler yaşandı. Batıya göç edenler klasik deyişle beş
feniğe muhtaçtı çoğunlukla. Oysa birçok arkadaşım gibi ben de Doğu Almanya’nın dünyanın
onuncu kalkınmış ülkesidir kanısındaydık.
Doğu
Almanya’dan gelenler ve o ülkeye gidenlerin gözlemleriyle bu ülke 1945’den beri
önemli bir gelişme kaydetme başarısını gösterememiş. Batı, doğunun alt yapısını
düzeltmek için o yıllarda vergi ödeyen yurttaşlarına 100DM vergi koydu. Kiralar arttı. Fakat bilindiği gibi Batı
Almanya kısa sürede üzerine kambur olan Doğu Almanya’yla bütünleşti ve AB’nin
en güçlü ülkesi olma başarısını sürdürdü.
Almancamı
hayli ilerlettim. Şimdi bile hafızamın derinliklerinde yerini kaybetmeyen bir
Alman filmi izledim. Kapitalist sistemle sosyalist sistemin de irdelendiği
ilginç bir filmdi izlediğim film.
Ekonomik
durumu yeterli olan; Doğu Alman evli genç bir çift otomobillerle batıya
geçiyorlar. Otomobilleri her haliyle klasik sosyalist ülkelerin kendini
yenileyememiş sanayi malları özelliğini taşıyor. Film bu ya, çift bir trafik
kazası yaşıyor. Bir otomobille çarpışıyorlar. Kazaya karışan diğer otomobilde
de kendileri gibi aynı yaşlarda batı Alman bir çift var.
Taraflar
Alman soğukkanlılığıyla panik yapmadan diyaloğa başlıyorlar. Batı Alman çiftin
otomobili az kullanılmış ünlü Alman modellerinden bir araç; gıcır gıcır. Batı
Alman çift soydaşlarını evlerine davet ediyor. Hasar gören araçlarını tamire
veriyorlar.
Çiftler
ülke içinde seyahat yapıyorlar. Doğudan gelen aile batının kalkınmışlığına,
sanat eserlerine göllerinde yüzen kuğularına, ördeklerine hayran oluyorlar. Batılı
bayan gezmekten hoşlanan uçarı bir kadın eşi ise sanatsever, klasik müzik
hayranı bir erkek… Doğulu çiftin
karakterleri ise farklı soydaşlarına göre. Doğulu kadın sanatsever, eşi serüven
meraklısı… Tinsel yapıları uyuşan çiftler birbirlerine daha çok zaman
ayırıyorlar yaşadıkları 8-10 günlük süre içinde.
Batı toplumu,
ilişkileri farlı… Serüven severler otomobille şehrin farklı kesimlerini
turlarken romantikler klasik müzik eşliğinde loş ışıklı odada dans ediyor. İki
karşı genç cinsin yaşayacağı son uç ilişkileri tasasızca yaşıyorlar.
Birbirlerinden pay alma eylemini serüven sevenler de kaçırmıyor elbette.
Günler
çabuk geçiyor. Batı teknolojisi, otomobil fabrikadan yeni çıkmışçasına pırıl
pırıl, doğulu çiftin hayranlıkla bakışları arasında teslim alınıyor. Çiftler
kırk yıllık dostlar gibi vedalaşıyorlar. Tabi masrafları ev sahipleri karşılıyor.
Doğulu çift konuksever soydaşlarını yaşadıkları kente davet ediyor.
Elbette
propaganda kokusu vardı izlediğim filmde. Kapitalist sistemin teknolojide
sosyalist sisteme göre büyük aşama kaydettiği filmin her sahnesinde gözler
önüne seriliyordu. Romantik sahneler olayın tuzu biberini oluşturuyordu.
Kapitalist
sistem baş döndürücü aşama kaydederken her ne kadar sosyal hakları olsa bile
emekçi kesin yükün en ağırını çekmek durumundaydı. Bu savımı şöyle
örnekleyeyim. Almanya’da çokça Türk Dernekleri var. Dernekte, Alman Ulusal
Futbol Takımı ile ülkemizle sıkıntısı olan bir ülkenin futbol takımı ile maçını
izliyoruz. Gurbetçi işçilerimiz fire vermeden ülkemizle sıkıntısı olan ülkenin takımının
kazanmasını için dua ediyorlardı adeta. Oysa o yıllarda ülkemizde otomobil lüks
bir araç iken birçoğu araç edinmişlerdi ve Türkiye’de konut sahibi olmuşlardı.
Elbette Almanya’da kazandıkları paralarla…
Son
otuz yılda özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla oluşan olayların
panoramasına geçmeden önde kısaca şu gözlemlerimi de söylemeliyim. Yine 90’lı
yıllarda yaz tatillerinde ziyaret ettiğim memleketim Artvin’in ilçelerinde ve
daha birçok yerde dağılan Sovyetler ’in yerine kurulan ülke vatandaşları
çeşitli mallar getirip adına Rus Pazarı denen pazarlarda satıyorlardı. Satılan
mallar modası geçmiş, uzun süre kullanılmayacak düzeydeydi. Evet, Varşova Paktı
bloku ülkeleri kapitalist sistemle girdiği yarışta geri kalmıştı. Ürettikleri
mallar teknolojide geri kalmışlığının bariz kanıtıydı.
Böylece
Sovyetler Birliği dağıldı. Dağılan dev gibi bir ülkeden kıta Avrupası’nda
Baltık kıyılarından güneye doğru onlarca ülke kuruldu. Sovyetlerin Asya
topraklarında da Türk devletleri kurulduğunu da belirtmeliyim. Azıcık geriye
gidelim II. Dünya Savaşı sonunda ABD önderliğinde batılı ülkeler Sovyet
ilerlemesine karşı NATO’yu kurdular. Sovyetler ’de NATO’ya karşı Varşova Paktı’nı
kurdu. Klasik deyişle ABD, NATO’nun kesin söz sahibi, Sovyetler ‘de diğer
paktın ağababasıydı.
Oluşan
iki kutuplu dünyada bu iki pakt denge unsuru görevi yapıyor büyük çaplı sorunlar
yaşanmıyordu. Sovyetler dağıldı, gücünü kaybetti. Peki, NATO niye varlığını
sürdürdü? Soru bu. Okul yıllarımızda okuduk Milli Güvenlik dersinde: “NATO,
Türkiye ile daha güçlü ve Türkiye ise NATO içinde daha güvenli.” Ve ünlü paktın
5. Maddesi üye ülkelere bir saldırı olursa paktın diğer ülkeleri saldırıya uğrayan
ülkeyi korur. Korur da acaba öylemi? Ülkemize musallat olan ayrılıkçı eylemlere
başta ABD ve AB’nin birçok ülkesi açıktan destek verdiğini ülkemin her yurttaşı
bilir!
Sovyetler
Birliği dolayısıyla Varşova Paktı dağılınca NATO’nun patronu Sam Amca batan
geminin mallarını yağmalarcasına Avrupa’da kurulan irili ufaklı devletleri
bünyesine aldı. Oysa karşıda düşman yoktu. Ne acıdır ki, ülkemizi kapıda
bekleten AB daha dün Varşova paktına bağlı ülkelerini birliğine kabul etti.
Sonuç:
Bu kez kapitalist sistemle güçlenen Rusya bana yaklaşma diyor Sam Amca’ya.
Savaş makinesinin çalıştığı bu günlerde televizyonlarda izlediğim işin uzmanı
siyasi analistler ABD’nin tıpkı Sovyetleri çökerttiği gibi Rusya’yı
etkisizleştirmek için Ukrayna’yı Rusya liderliğinin önüne attı.
Savaşın
iyisi olmaz. Savaş demek gözyaşı demektir, savaş demek masum çocukların,
insanlığın ölmesi demektir. Savaş kıtlık demektir. Savaş demek sağlığa,
eğitime, ulaşıma, kültüre ayrılan kaynakların savaş makinelerine harcanması
demektir. Umar ve dilerim tez elden Rus-Ukrayna olayı en erken biter. İnsanlık
barışın yüceliğini yaşama şansı yakalar. Ve ülkemiz bu yaşananlardan en az
zararla çıkar…