Üç büyükler deyince doğudan başlayayım saymaya: Çin
Sovyetler Birliği ve ABD’dir kast ettiklerim. Sözlerime: “Ne Amerika (NATO) ne
Rusya, bağımsız Türkiye” diyenlerin ardılı olduğumu belirtmek isterim.
Eskilerin deyişiyle Maocu hiç değilim. Tek isteğim ülkemin adlarını andığım
dünya siyasetine yön veren üç büyük ülkenin şerrinden uzak; olabildiğince
bağımsız ve demokrasiyi içselleştirerek, “Yurtta barış dünyada barış” ilkesi
ışığında barış içinde yaşamasıdır.
Sam Amcanın Kulübesi adlı kitabın adından
esinlenerek kulağa daha hoş gelsin diye ABD demek yerine çoğu kez sam Amca
diyeceğim. Önce Sam Amca’yla ilgili anılarımdan başlayayım söze.
Dün
gibi anımsarım. İlkokul ikinci sınıfta okuyordum. Ders aracı olarak sadece
Türkçe Kitabımız vardı köy okulumuzda. Sınıf kitaplığı hiç zengin değildi.
Kitaplıktan küçük bir kitap geçti elime. Amerika hakkındaydı kitap. Kitabın bir
sayfasını güzel bir kadın öğretmenin öğrencilerine beslenme eğitimi yaptığı fotoğraf
süslüyordu. Gıptayla baktığım resimdeki öğretmenin kıyafeti ve öğrencilerin
giysileri bizim siyah önlük beyaz yakalıklarımızdan çok farklıydı. Şık
kıyafetli, sağlıklı çocuklar ilgimi çekmişti. Uzun süre gözlerimi ayıramadım
resimli sayfadan. Amerika’yı böylece keşfettim Kolomb’dan yıllar sonra.
Daha
ileri sınıflarda yine ilkokulda Süt tozu ve daha başka yiyeceklerle girdi Sam
Amca yaşantıma. Süt tozundan elde edilen sütü okulda içmeyip eve götürdüm bir
gün. Annem denemek için yoğurt yaptı. Yapılan yoğurtun damağımda bıraktığı hoş
olmayan tadı hala anımsarım. Elbette birkaç kaşıktan fazla yiyen olmadı. Süte
de ilgi giderek azaldı. İçmez olduk okulca özenle hazırlanan sütleri.
İlkokul
yıllarımda Kıbrıs olayları patlak verdi. Evimizde radyo yoktu. Okulda beşinci
sınıfta okuyan öğretmen çocuğu bir arkadaşımız akşamleyin evlerindeki radyodan
dinlediği Kıbrıs’la ilgili haberleri heyecanla anlatırdı. Dördüncü sınıftım
ben. Amerika, Makaryos adlarını geçerdi sözlerinin arasında.
Beşinci
sınıftım, başkan Kennedy’nin vurulduğunu öğretmenimiz anlattığında üzülmüştük
sınıfça. Aynı yıllarda Sam Amca’nın Kıbrıs olayları nedeniyle zamanın başbakanı
İsmet İnönü ile aralarının bozulur gibi olduğunu da anımsadıklarım arasında.
Ortaokul
yıllarım başladı. İlçemizde haber dinleme, ülke ve dünya gündemini takip etme
olanağım yoktu. Sadece iftihara geçmek kafamı meşgul ediyordu. O yıllarda her
şubeden ancak karne notları en iyi olan iki öğrenci seçilirdi iftihar
listesine. Sadece derslere odaklanmıştım. Ve sene ortası ve sonu olmak üzere
bir ve ikinci sınıfta iftihar listesinde adım okundu. Ancak orta üçte bir
öğretmenimiz Clay adlı dünya şampiyonu bir boksörün Müslümanlığı seçtiği için
Sam Amca’nın Vietnam Savaşı’na gönderilmek istendiğini anlattı. Adını Muhammet
Ali olarak değiştiren boksörün ünvanlının elinden alındığını ve hapishaneye
konduğunu öğrendim.
İlkokul
dördüncü sınıfta sınıf duvarlarımızda haritalar asılı dururdu. Kuzey doğu
komşumuzun adı büyük harfle S.S.C.B. olarak gösterilirdi. Bu harflerin
açılımını bildiğimi o yıllar için söyleyemem. Lakin o ülkenin Rusya olduğunu
bilirdik.
Rusya
demek öcü demekti benim gibi doğduğu topraklar 41 yıl Rusya egemenliğinde
kalmış bir çocuk için. Bizzat köyümün ve yaylalarımızın bulunduğu topraklarda
dedelerimiz Rus işgallerine karşı çete savaşları vermişler. Bu olaylar belli
ki, I. Dünya savaşı yıllarında yaşanmış. Babaannem işgal yıllarını hüzünle
anlatırdı. Mevsim kış. İnsanlarımız gündüz ormanlarda saklanıp geceleri
evlerine korkarak dönüp hayvanlarını beslerlermiş. Yine ninemden duymuşum; iki
soldat (Rus askeri) bir gelini yakalamak istemişler. Gelin kaçmış önlerinden.
Anneannemin deyişiyle “Çiftlama ateş edip gelini öldürmüşler.”
Ruslar,
Ardahan’ı işgal edip yaylalarımızdan aşağı uzanan bir vadi boyunca Şavşat
Köylerine doğru geliyormuş. Bizim milisler vadinin karşı yamacındaki
ormanlardan Rus askerlerine ateş açmış. Kamandarlarını (Rus Komutan) vurulmuş.
Askerler kamandarlarının elbiselerini alıp geri geri kaçmışlar. Bu öyküyü
köyümüzden bir yaşlı amca anlatmıştı. Ben o yıllarda 12-13 yaşında bir çocuktum
diyordu anlatıcı amca.
Rusya’da
komünist idare olduğu söylenirdi köylerde. Komünizm demek evlilik, namus
anlayışının olmadığı bir anlayışı olarak anlatılırdı köylerimizde. Benim için
kapalı kutuydu S.S.C.B. ülkesi.
Özellikle
ortaokullu yıllarımda ibre bizden yana dönmüştü. 1711 yılı Ruslarla
ilişkilerimizde tarihimizin altın sayfasıydı, Ruhumuz huzur bulurdu. Robinson çağımızdaydık
çünkü: Prut Savaşı’nda Baltacı’nın Katerina’nın çadırda tatlı bir gece yaşadığı
efsanesi şövenist duygularımızı coştururdu. Bir yönüyle de Baltacı’ya Rus
Ordusunu niçin yenip dağıtmadığına da hayıflanırdık.
Çin,
Çinliler dördüncü sınıf Tarih kitabıyla girdi dünyama. Oğuz Kağan, (Mete
Han) Büyük Hun İmparatorluğu, Hunların atalarımız
olduğunu ve Mete Han’ın, babası Teoman’ın korkusuz yiğitliklerini anlatıyordu
tarih kitabımız. Atalarımızın kahraman insanlar oldukları Asya kıtasında büyü
bir imparatorluk kurdukları biz çocukları coşturuyordu. Çin Seddi’ni,
Çinlilerin Hunlara karşı savaşlarda başarılı olamadıkları için yaptıklarını da
göğsümüzü gererek okuyorduk.
Savaşlarda
yenemedikleri Türkleri Çinliler hilelerle aralarında ayrılıklar çıkardıklarını
ve Büyük Hun İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı Hun Devletleri adlarıyla ikiye böldüklerini
üzülerek okuduk. Bu devletleri maalesef Çinlilerin ortadan kaldırdıkları da
üzüntümü daha da artırmıştı.
Ve
Kore’de askerlerimizin sam Amca’nın yanında Çinlilerle savaştığı da çocukluk ve
ilk gençlik bilgilerim arasındadır. Dünyanın üç muktedirlerle ilgili ilk
bilgilerim kabaca bunlar. Daha sonraki yıllarda bu üç süper güçle ilgili bilgilerim,
dünya görüşlerim değişimlere uğradı. Onlara karşı ilgim daha da arttı.
Devam edecek…