Bilgisayar yaşamımıza girmeseydi öykünün kahramanının
yaşadığı köyün nerede olduğunu merak edenler için önce atlasa müracaat
edilebilirdi. Atlasınız kapsamlı ise fiziki atlas alıp Doğu Karadeniz
Bölgesinin en uç bölgesindeki uzanan Yalnız Çam Dağlarının açık kahverenginin
mora dönük ortalama 1400-1500 m rakımlı bir noktasına parmağınızı koyun. Önce
atlası sonra gözlerinizi kapatıp 300 haneye yakın, yeşillikler içinde bir köyü
hayal edin… Çağımız bilgi çağı. Yer yuvarlağı küçüldü iyice. Bilgisayar, akıllı
telefonlarla uzaklar yakın oldu. Atlasla yapılan yer bulma ve daha fazla bilgi
edinme eylemini artık bilgisayarla çok daha kolay ve kapsamlı ediliyor. Yine de
atlasa bakmanın ayrı özlemli bir dadı var…
Öykümüzde
yaşanan olayların zamanı fazla gerilere yüz yıllara dayanmıyor. Şöyle böyle
üççeyrek asır geçti öykümüzün kahramanı Şeref Dedenin yaşadığı yılların üzerinden.
Şeref Dede adeta Bin Bir Gece Masalları’ndan çıkmış kılık kıyafeti ve İslam
Âlemimin ermişlerine has tinsel özellikler taşırdı. Yaşadığı yıllarda
ilkokullar beş yıllıktı. Çeyrek yüz yıl
gerilere gidiyoruz çünkü. İlkokulu bitiren çocuklar bir yıl köyde kalır. Köyün
belirli mahallelerinde cemaate beş vakit namaz kıldıracak kadar bilgisi olan
mollalar çocuklara Kur’a-nı Kerim’i hatme ve dini bilgileri öğretirdi. Erkek çocuklar
bir yıl sonra ortaokul, kızlar ise genelde sağlıkla ilgili okullara kayıt
yaptırırdı. Köy imamı da ayrıca camiye yakın evlerin çocuklarını okuturdu. Bu
uygulama yıllarca sürdü.
Şeref Dede
kendi mahallesinin çocuklarını kış boyu okutur. Onlara tatlı dili, anlattığı
kıssalarla kendini sevdirirdi. Molla Şeref Dedenin rahley-i tedrisatından geçip
daha sonra eğitimini bitirip liselerde çalışan, Hakk vergisi güzel sesli bir
öğretmen arkadaşımız dini bilgiler öğrendiği yıllara ait bir anekdot anlatıp
bizleri güldürürdü.
“İlkbahar
yaklaşıyordu. Arkadaşlarımla hatmetmiş; Şeref Dedenin eğitim-öğretiminden
ayrılma zamanı gelmişti. Dede bizi aldı bir Cuma günü camiye götürdü. Camide bizler
Kuran okuyup öğrendiklerimizi büyüklere gösterip ve gösteri sonunda da cemaat
hem Şeref Dedeye teşekkür edecek, bizlere de ellerinden kopan 3-5 lira para
verecekti. Camide heyecanlanmadan başarılı biçimde Kuran tilavet ettim. Okumamı
Şeref Dede çok beğenmiş olacak ki, cami çıkışında, ‘Sen ne mübarek çocuksun!’
diye iltifat etmişti. O ‘mübarek çocuk’ sözü üzerime yapıştı. Arkadaşlar daha
sonra bana sen ne ‘mübarek çocuksun’ diye takılırlardı.”
Şeref
Dedenin kılık kıyafeti mollalığına uygundu. Onu altmışlı yaşlarının sonuna
doğru tanıdım. Babamı çok severdi. Zaman zaman bize uğrar babamla sohbetler
eder, çay içerlerdi. Kırlaşmaya başlamış siyah sakalı, başında sarığı ve şalvar
benzeri pantolon giyerdi. Oysa o yıllarda köyümüzde çoğu öğretmen olmak üzere
çeşitli kademelerde çalışan gereğinde şık takım elbise giyen çokça insan vardı.
Ve Şeref Dedenin kıyafetini yakasız gömlek, beline sardığı uzun kuşak
tamamlardı. Anlatıları dini kıssalar içerirdi. Gâh peygamberimizin hayatından,
gâh sahabelerin kıssaları oluştururdu sözlerini. Evlilikten yana kader gülmemişti Şeref Dedemize.
Evlilik yaşanmışlarından anlatmıştı babamla uzun bir sohbetinde:
“İlk
eşim kısa boylu kara, kuru bir kadındı. Çocuklarımın annesi o kadındır.
Allah’ın yarattığına çirkin denmez lakin hiç sevemedim hatunu. Yüzünü bir kez
güldürdüğüm vaki değildi. Otuz yıla yakın yaşadık. Ve kadın öldü. Hayli zaman
yalnız yaşadım. Nihayet uzak bir köyden dul bir kadın nasibimmiş. İkinci defa
evlendim.” Babam, Şeref Dedenin eşlerini tanımasına karşın sözü devam ettirmek
için,
“Şeref
Ağa, ikinci eşinizi uzun boylu, endamlı bir kadın olarak hatırlıyorum. Onu
yetesiye sevmiş miydin?” diyerek
muhabbeti koyulaştırdı.” Şeref Ağa diye hitap ederdi babam dedemize.
“Hiç
sorma Ali Ağa! Meğer ölen eşim bir melekmiş. Kara melek. Kadının içi altınmış.
Anlayamadım!” Bu arada ben gülüp odadan uzaklaşıyorum kısa süre. Hemen geri
dönüyorum dedenin muhabbeti kaçırılmaz.
“Şimdiki gençler, kadınları hemen sıka sürede
tanıyorlar... Kadının yüzü güzel değil diye onun altın kalpli, melek gibi bir
insan olduğunu anlayamadım! Geleyim sorunuza. ‘Akşam güneşi ısıtmaz’ derler.
İkinci hatunuma alışamadım bir türlü. Çok konuşur kafamı davul ederdi… Neyse O
da Hakk’ın rahmetine kavuştu ya!”
Şeref
Dedemizin ikinci eşi hakkında köyde anlatılan bire bir yaşanmış bir anısını
duymuştum. Köyümüzün demirci ustasının oğlu anlatmıştı:
“Babamın
demirci atölyesinde Şeref Dede balta yaptırmaktadır. Sabah erkenden babam işe
koyulur. Şeref Dede körük çekmektedir. Zaman ilerler Şeref Dedenin oğlu sabah
yemeği getirir. Çıkındaki yiyecekleri atölyenin bir köşesindeki küçük masanın
üzerine dizerler. Ekmek olarak yetesiye pişmemiş dört beş mısır ekmeği
somunları ortaya çıkar. İyi pişen mısır somunları yumurta sarısı gibi parlar.
Oysa masadaki somunlar soluk saman sarı rengindedir. Şeref Dede mahsunlaşır.
Babama: ‘Hatuna 250 TL başlık verdim. Eğer 500TL’lik hatun bulabilseydim bu
somunların renkleri böyle soluk olmazdı!’” Evet, Şeref Dede ve yaşıtlarının
kadınlara yaklaşımı genelde böyleydi!
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda tanık
olduğum annemin, annelerin çileli yaşamlarını anımsar efkârlanırım. Annelerimiz,
bacılarımız köyde tarlada, bahçede, çayırlarda gün boyu erkeklerle birlikte
çalışırdı. Güneş batıp da eve dönünce yemek hazırlama, elle çamaşır yıkamak da…
onların sorumluluğundaydı!
Şeref
Dedenin köyde hala anlatılan dramatik bir olayını anlatarak öykümüzü
sonlandıralım. Dedemiz kara yoluna çıkmış Ardahan’a gidecektir. O yıllarda
vasıta bulmak ne mümkün! Dede yolda bekler. Bekler… zaman sonra birkaç kamyon
geçer. Sürücüler dedenin tarafına bakmadan yollarına devam ederler. Yola yakın
çayırlarda çalışanlar dedeyi gözlemektedir. Hayli zaman geçer. Nihayet bir
kamyon belirir. Dede kollarını açar. Nafile!
Kamyon durmaz tıpkı gelip geçen kamyonlar gibi. Yolda yaşadığı
çaresizlik, uzun yıllar dul yaşamak Şeref Dedenin canına tak etmiştir.
Mollalığını unutur! Ağzına gelen sözleri ses tonu yükselterek bir bir sıralar:
“Bu
ihtiyara niçin acımıyorsunuz! Arabanıza alsanız sırtınıza mı bineceğim! Karınız
ölsün, benim gibi dul kalasınız, lastiğiniz patlasın!”
Duruma
tanık olanlar, kamyon daha uzaklaşmadan lastiği büyük bir ses çıkararak
patladığına tanık olurlar. Lastiğin patlama nedeni dedemizin ilenmesinin etkisi
var mı? Yoksa lastik patlayacak kadar yıpranmış mıydı? Bilinmez…