Anavatana
kavuşalı henüz dokuz yıl geçmişti. Halk arasında 93 Savaşı diye adlandırılan
Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Rusya’ya bırakılan illerden birindeydi öyküme konu
olacak köyüm. Esaretten kurtulmuştuk fakat halk büyük yokluklar içinde
yaşıyordu. Sıtma, verem, trahom benzeri hastalıkla mücadele ediyordu
insanımız. Karayolları olmadığı gibi;
motorlu taşıtların esamisi okunmuyordu. Halkımız deyim yerindeyse ortaçağ
yaşıyor… Tarım karasabanla yapılıyordu. Açlık, yoksulluk kol geziyordu...
Halkın
okuma yazma bilen var mıydı? Orası meçhul...
Bazı kişiler sadece Kuran’ı Kerimi yüzünden okuyacak kadar okur
durumdaydı. Külebi’nin deyişiyle “Gökte yıldız kadar köylerimiz var./Ama uzak,
ama harap, ama garipsi.” Sayıları yıldızlar kadar olmazsa bile okul
kitaplarında okuduk yıllarca. Yurdumuzda 40 binin üzerinde köy var diye.
Yıkılan imparatorluğun külleri üzerine kurulan
genç Cumhuriyet, halkı aydınlatma çabasını bağlamında öncelikle köylümüzün
okullara kavuşmasına büyük önem verdi. Ve yurttaşlarımız devletimizin kendisine
uzanan ele sıkı sıkı sarıldı. Devlet-yurttaş işbirliğiyle köylerimizde okullar
yapıldı, çocuklarımız aydın yüzlü, Atatürk devrimlerine bağlı Cumhuriyetimizin
kuruluş ilkelerine sadık genç öğretmenlere kavuştu.
Güzel
yurdumuzun bulutlara komşu, gökyüzüne yakın günümüz Gürcistan’ına yakın bir
köydür köyüm. Dağlara yakın derin vadilerin müsaade ettiği etrafı ormanlarla kaplı
düzlüklerde kurulmuş. Doğa koşulları yaşamı çekilmez yapar... Sözlerim abartı
değil. Bizim köy gibi dağ köylerinde iki mevsim yaşanır. Altı ay kış ki, ortalama
beş ay doğa karlarla kaplıdır. Geriye kalan aylar içinde yaz kısa sürer. Kısa
süre içinde ekin, hasat yapılır.
Köylerimizde
yaşayan halk zor doğa koşullarından azat olmak için mi yoksa bilgiye susamışlık
mı ne derse densin okullaşmaya büyük önem verdi. Yurdun en uzak uç noktası
olmasına karşın daha 1930 yılında okula kavuşmuş doğduğum köy. Annem anlatırdı:
Köyümüzün ve komşu köylerin yapı ustaları
davet edilmiş okul yapımı için. Tüm köylüler canla başla çalışarak beş sınıflı
büyük bir okul binası inşa etmişler.
Babam bu
okulda üç yıl okumuş. Birkaç yıl ilkokulun ilk üç yılı okutulmuş. Dört ve
beşinci sınıf okumak isteyenler ilçedeki ilkokula devam ederlemiş. Birkaç yıl
sonra köyümüzde de beş yıllık eğitim-öğretim yapılır olmuş. Üç yıl okul gören
babam örnek düzeyde bitişik eğik yazı yazar, dört işlemi eksiksiz yapardı.
Daha
1930’lu yıllarda köyümüzden yükseköğrenim yapan saygıdeğer insanlar yetişmiş.
1940’lı yıllarda ise komşu il Kars Cilavuz’da açılan Köy Enstitüsü’nden iki
elin parmaklarından çok öğretmen adayı göndermiş köy ilkokulumuz... Mezun olan öğretmenlerden
bazıları köyümüze atanıp görev yapmışlar. Ve 50’li yıllarda köyün kız-erkek
bütün çocuklarının okula kaydı yapılarak köyde devamsızlık sorunu kalmamış.
Eskiyen
okul binası yerine kalın duvarlı beş sınıflı yeni okul binasının yapılmasını
hayal meyal anımsıyorum. Bu kez de tıpkı köye yapılan yeni okul için yapılan
çalışmalar gibi tüm köylü seferber oldu. Büyük bir kaya dinamit patlatılarak
parçalandı. Yapılacak binanın taşı kağnı arabalarıyla taşındı. Devlet-yurttaş
işbirliğiyle çatısı galvanizli saçla örtülen güzel bir bina yapıldı.
İlkokulu
yeni binada okudum. 1960, 70 ve 80’li yılların başında okulumuz çocuk
sesleriyle şenlenirdi. Okulumuzun alanı alabildiğine geniştir. Bahçede çeşitli
meyve ağaçları var. İlkbaharda meyve ağaçları renk renk çiçeklerle bezenir,
dallarına konan kuş cıvıltılarına biz çocukların sesleri karışırdı. Tam gün
ders yapılır, uzun teneffüs saatlerinde nice güzel oyunlar oynardık.
Fakat
1970’li yıllarda köylerimizde garip rüzgârlar esmeye başladı. İnsanlarımız
büyük kentlerin yolunu tuttu. Göç başladı. Tıpkı atalarımızın Orta Asya’dan
yıllar yıllar önce başka topraklara göç ettiği gibi.
Göçler,
dağlarımızın yamaçlarında kopan çığ gibi yıl yıl artarak sürdü. Genç nüfus kalmadı köyde. Bu olgu sadece
bizim köye has değil ilimizin diğer köylerinde de yaşandı. Okullarımızın
bahçesindeki ağaçlarda baykuşlar öter oldu…
Okulun kapısına kilit vuruldu. Beş sınıflı
okul, sınıflar, çocukların şenlendirdiği okul bahçesi garip kaldı. Okulun
ziyaretçileri kırılan camlardan sınıflara dalan kuşlar oldu sadece. İlgisizlikten
ahşap pencere çerçeveleri yer yer döküldü. Okulumuzu onarmak çok amaçlı
kullanmak adına girişimler hayli zaman sonuç vermedi.
Nihayet
kendileri emekli öğretmen olan muhtarlarımızın daveti üzerine okulumuzu onarmak
için atılım başlatıldı. Mali gücümüz oranında mali destek vererek okulumuzun
yenilenmesi yapılıyor…
Artık
duvarları sağlam olan, köhne okul binamızın yenilenmesi bir zamanlar
sınıflarını şenlendirdiğimiz kutsal yuvamız adına mutluyum. Hissettiğim buruk
bir mutluluk. Okul binası yenilense de sınıfları boş kalacak. Çocuk sesleri kuş
seslerine karışmayacak.
Ve genç
cumhuriyetin yurdun en uzak köylerine okul yapma, öğretme gönderme projesi
sonlanmış oldu. Artık şehirli olduk. Babalarımız sadece gazı, tuzu ve şekeri
satın alırdı. Tüm yiyecekler köyde elde edilirdi. Günümüzde köy bakkallarında
ekmek satılıyor. Üretim yapılmayan, öğretmensiz köyler var artık güzel
ülkemizin tüm kırsalında.
Köylerde
öğretmen, muhtar, imam üçlüsü üçayaklı sacayak oluştururdu. Şimdi sacayağın bir
ayağı olan öğretmen yok. İki ayaklı sacayağı olmayacağı gibi öğretmensiz köy de
olmaz, olmamalı…