Bazı canlıların yaratılışları efsanevi biçimde
anlatılır. Gerçi biz Âdemoğullarının semavi dinlerce birbirleriyle örtüşen
yaratılış olayının gerçekliği inananlarca su götürmez. İnsanın yaratılış öyküsü
Havva annemizin Âdem babamıza yasak elmayı yedirmesi ile başladığı kutsal
kitaplarda anlatılır.
Yer
karası üzerinde kendi cinsine acımazca davranan insan denen mahlûk olan bizlerin
yaratılış olayını bir tarafa bırakıp annemin biz çocuklarına anlattığı ayıların
nasıl yeryüzüne boy gösterdiği masalımsı öyküsünü dinleyelim. Annem okuma yazma
bilmeyen Anadolu’nun bilge kadınlarının canlı bir örneğiydi. Nice kıssa ve
masal bilirdi. Bilge tavırlarıyla anlatılarını can kulağıyla dinler düşün
dünyamız zenginleşirdi. Uzun kış gecelerinde odamızı ısıtan sobanın yakınında
dizilip annemi dinlerdik bir sözünü dahi kaçırmamasına.
Bir
varmış bir yokmuş diye başlardı sözlerine annem. Çok eskiden zengin mi zengin
bir adam varmış. Adamın koyun sürüsünün sayısını en acar çobanları bile
bilemezmiş. Adı Ali’ymiş bu zengin adamın. Sadece sağılan koyunlarını üç çoban
güdermiş. Kuzu ve koçları da ayrıca üç
çoban otlatırmış. Bir çoban da sürünün bekçileri köpeklerin yallarını pişirerek
sürünün her yıl sayısının artmasına katkı sağlarmış.
Günler
geçerken mayıs sonu yaklaşmış. Çobanlar yayla eteklerinde konaklamışlar.
Otlaklar yetesiye yeşermiş. Karınları doyan koyunları kırkım zamanı gelmiş.
Çobanlar diğer sürülerin çoban arkadaşlarını çağırıp imce olup başlamışlar
koyunlarını kırkmaya. Mal sahibi Ali Ağa da kırkımı izliyormuş. Ali ağa orta
yaşlı, güçlü kuvvetli, pos bıyıklı bir adammış. Kalıbına yakışmayacak düzeyde
cimri mi cimriymiş. Çobanların haklarını öderken eli bir türlü cebine gitmeyen
pintinin birisiymiş.
Kırkım
işi hayli ilerlemiş. Bir araya toplanan yünler büyük bir ot yığını kadar kocan
bir yığın olmuş. Kırkım yapan çobanların ilerisinde köyün en fakir yaşlı çobanı
Kambur Bekir dede sayıları yirmi geçmeyen sürüsüyle koyunlarını güdüyormuş.
Koyunların çoğu kendisi gibi fakir bir komşusununmuş. Bekir dedenin karısı
yıllar önce ölmüş. Köylülerinin yardımlarıyla yaşlılık günlerini yaşıyormuş.
Koyun kırkan çobanlara yaklaşmış. Ali Ağanın en az bir koyunun yününü kendisine
verir ümidini taşıyormuş.
Fakir
Bekir dedenin yaklaştığını gören Ali Ağanın yüz hatları değişmiş. Kalbinin
karası yüzüne aksetmiş. Çobanlarına emretmiş. “Yün yığının altına saklanacağım.
Bekir dedeye mal sahibi olmadan sadaka vermeye iznimiz yok deyin.” Bekir dede
çobanlara selam vermiş. Çalışmalarını boynu bükük izlemiş. Umduğunu bulamayınca
başını gökyüzüne doğru kaldırmış. Kafasını sağa sola sallayarak çobanların
yanından yavaşça ayrılırken aniden yün yığınında bir hareketlilik olmuş. Yünler
etrafa seçilirken vücudu yünle kaplı bir canlı çıkmış. Yarı insan yarı hayvana
benziyormuş ortaya çıkan bu canlı. Tıpkı ayılar gibi mırtlıyarak gâh iki ayağı
üzerine gâh dört ayak üzerine ormana doğru koşup ağaçlar arasında kaybolmuş. Ali
Ağanın hayvana dönüşmesinde yoksul Bekir dedenin bir dahli oldu mu? Bilinmez derdi
annem…
İşte
insanlardan daha kolayca meyve ağaçlarına tırmanan ve ağaçların dallarını
budayıp zarar veren açgözlü hayvan olan ayılar; Karun gibi zengin, yardımdan
kaçınan Ali Ağanın soyundan türemiş direyerek bizlerin şaşkın bakışları
arasında anlatısını bitirirdi.
Annemin
masalı belleklerimizin derinliklerinde yerini korusun biz gelelim günümüze.
Köyümüzde insanlar çoğunlukla şehirlere göç edince ormanlar iyice gürleşti.
Ormanların gürleşmesi ormanlarımızda eski yıllarda sayıları çok az olan ayı ve
domuzların sayıları anormal düzeyde arttı.
Çayırlarımızdaki
su birikintisi bataklılar geceleri domuzların uğrak yeri oldu. Çayırlarımızın
bazı kısımlarının bellendiğini tanık oluyoruz. Bu işi yaşam alanlarını
genişleten domuzlar yapıyor. Her canlı kendi rızkını arar denir. Domuzlarda
çayırlarda saklanan farelerden rızıklanmak için gece mesaiyi yapıyorlar.
Domuzların yaptıklarını su götürür. Nihayet ufak bir çabayla eşilen yerler
kolayca çapa ile düzeltilebiliyor.
Ya
ayılar; yaşam alanlarını evlerimizin en yakınlarına kadar genişlettiler. Meyve
ağaçlarımıza verdikleri zararlar eski yıllarda Anadolu’yu işgal eden Moğol
Ordularının yıkımlarından eksik kalır bir tarafı yok. Armut ağaçlarının bol
meyve verdiği yıllar aslında sevimli hayvanlar olan ayıların bayramı oluyor.
İki yıl önce çayırlarımızı süsleyen armutlar dalları kırılacak ölçüde meyveyle
doluydu. Bölgemizde ancak Ağustos sonlarına doğru meyveler olgunlaşmaya başlar.
Güneşli
bir Ağustos sabahına uyandık. Gece köpeğimiz sabaha kadar hiç susmamıştı. Ha
bire havladıydı hayvan. Çayırlara gittiğimde gördüğüm manzara hiç iç açıcı
değildi. Armut ağaçlarımız meyve verdiği yıllardan bu yana böylesine hasara
uğramamıştı. Yörenin en güçlü pehlivanlarının güçlerinin yetmeyeceği kalınlıkta
dalları kırılmıştı ağaçların. Ya sabır çekerek ağaçların yanından ayrıldım.
Öğleyin
amcamın oğlu rahmetli Ahmet ağabeyimin eşi Hoşnaz yengem bize geldi. İki gözü
iki çeşme ağlayıp ah tüh ediyordu garip kadın! Hiç kolay olmadı yengemizi
teselli etmek. Çocukluk yıllarımda ayıları ayı kapanlarına düşürüldüğü
öykülerini dinlerdik. Günümüzde ayıları kapan kurmak, silah sıkmak yasak.
Bilindiği
gibi ayılar hem etçil hem de otçul hayvanlardır. Bu yaz bölgemiz elli yılda bir
yaşanacak düzeyde kuraklık yaşadı. Üç yıl önce şimdi çevresini güçlü bir biçimde
koruma altına alarak bir ceviz fidanlığı yaptık. Yirmiye yakın ceviz ve kiraz
fidanı diktik fidanlığımıza. Fidanlar yağan yağmur sularından beslensinler diye
fidanlığımızı her yıl sürdürüyorum. Ayrıca bahçemizi sulama olanağı da
oluşturduk.
Sürdüğümüz
kısımlara fasulye, patates, biber benzeri bitkiler ekiyoruz. Haziran ortalarında fasulyelerimiz yüzümüzü
güldürecek düzeyde boy attı. Gün gün büyüyen ceviz fidanlarını iki gün geçmeden
ziyaret ediyorum. Bir gün sabahın erken saatlerinde hem güneşin ufuktan
yükselişini gözlemlemek hem de fidanları sulamak için eşimle fidanlığa gittik.
Gördüklerimizle
şok yaşadık desem yeridir. Faullerimizin en gür olanları otlanıp koparılmış,
çiğnenip hasar görmüştü. Umulmayacak bir durumla karşı karşıyaydık. Emeğimize
mi fasulyelerin acınacak hallerine mi üzülmeliydik! Başa gelen çekilir. Gece
ayı bey (!) otlanacak çayır bulamamış! Yüksek atlayıcı bir atletin
atlayamayacağı yükseklikteki çiti aşarak fidanlığımıza girmişti. Bahçemizi
ziyaretten ayrılırken zorlandığı çitin madeni tellerini eğilip, bükülmesinden
anlaşılıyordu.
Evimizin
hemen yanı başında bir fasulye bahçemiz daha var. Bu bahçemize her yıl gübre
seriyoruz. Fasulyeleri bir bir ekiyoruz. Büyüdüklerinde suluyoruz. Sırık
dikiyoruz sarsınlar diye. Toprağa dokunmanın tinsel ve bedensel dinlenmenin
güzelliğini yaşıyoruz. Bir de ayılar olmazsa.
Bahçenin az ilerisinde bir armut ağacımız var. Bu yıl çayırlarımızdaki
armutlar yetesiye meyve vermedi. Geçen yıllara göre daha sert Rüzgârlar esti. Sert
rüzgârlar ağaçlarda meyve bırakmadı. Sadece evimizin yanı başındaki fasulye
bahçemizin yanındaki armut rüzgâr almayan yeri nedeniyle yetesiye meyveyle
süslüydü.
Armutların olgunlaşmasına abartısız bir ay
vardı. Bir gün erkenden fasulye bahçesine gittim. Önce armut ağacını gördüm.
Ağacın görkemli halinden, dallarından sarkan meyvelerden eser yoktu. Beyefendi
(!) gece gelesin, ağacın hemen hemen bütün dallarını kırıp bir araya getirip
olgunlaşmamış meyveleri yiyesin. Ormanın derinliklerine dalmadan önce birkaç
yere tersleyesin. (kakasını yapması)
Ayının
zararı bununla kalmadı bu yıl. Daha sonra aralıklarla iki gece daha ziyaret
etti bahçemizi. Bu kez bakmaya kıyamadığımız sırıklardan sarkan fasulyelerimizi
otladı (yedi). Ektiğimizin yarısı yok oldu. Gece balkona çıkıp cep feneriyle
çevreyi taramak, ıslık çalmakla ayıyı, ayıları kovmak olanaklı olmuyordu. İlçeye
gidip trafik polislerinin kaza yerini korumaya alırken kullandıkları şerit benzeri
şerit aldım. Bahçenin ve üzerinde çok az meyve kalan armut ağacının çevresine
tam üç kez şeritle çevirdim.
“Şeytanın kulağına kurşun” ayılardan
fasulyelerin zarar görmeyen yarısını kurtardık.
Okulda çalışırken, okulumuza hayvan severlerden bir ilgili okulumuzu
ziyaret edip özellikle ayılardan bahsediyordu: “Ayılar zararsız hayvanlardır.
Onların yaşam alanlarına girmezsek o hayvanlar bizlere saldırmaz…” Bu ve
benzeri sözlerini anımsardım fasulye bahçemizin tarumar hallerini görünce. Devir değişti. Ayılar bizim yaşam
alanlarımızı işgal etti. Köylerimizde ayıların marifetleri yıl yıl artıyor.
Şimdilik ürünlerimizi zararlarından kurtarmak adına makbul bir çare de
gözükmüyor…