Memleketin uzak bir diyarında günümüzde neler
yaşanıyor bir bakalım mı? Doğu Karadeniz Sıra Dağları’nın en uç bölümde bir
köye gideceğiz. Köy dağların eteklerinde kurulmuş. Akarsularla parçalanmış, yer
yer kırık yamaç arazilerle çevrili. Yamaçlar, dağ etekleri alabildiğine geniş
çam, köknar, ladin ağaçlarıyla bezeli... Yeşilin tanımsız güzellikle bir
tonuyla görenlerin gözlerini kamaştırır iğne yapraklı ormanlarının yeşili.
Ormanlar
bizlerin yaşam kaynağıdır. Öncelikle binalar ahşap yapılardı. Ahırlar,
samanlıkların yapımından yakacak ihtiyaçlarımızın biricik kaynağı yine
ormanlarımızdı. Niçin ormanlarımızdı diyorum? Günümüzde binalar betonarme
olarak inşa ediliyor. Yakacak ihtiyacı olarak ormanlardan yararlanılsa da artık
ormanlar iyice rahatladı.
Ortalama yarım yüz yıl önce
ormanlarımızdan geçimini sağlayan köylülerin sayısı hayli çoktu. Tarım
araçlarının ağaç aksamı için nice genç fidanlara kıyılırdı. Sadece bu da değil;
Yıl içinde birkaç kağnı arabası yapıp Ardahan köylülerine satmayı geçim kaynağı
yapanlar da az değildi!
Neyse
biz ormanın gerçek sahiplerine dönelim. Asıl temamız ormanda yaşayan hayvanlar.
Yurdumuzda yaşanan köylerden kentlere göç olgusundan köyümüz de payını aldı.
Özellikle kış mevsiminde köyde her evin bacası tüterdi. Mavi, gri dumanlar
yükselirdi bacalardan. Şimdilerde bazı mahallelerin çatı saçaklarında baykuşlar
ötüyor. Köyde sürekli yaşayan nüfus iyice azaldı. Kış mevsiminde ise odalar
sessiz, bacalar mahzun. Mavi dumanların tütme yılları çok gerilerde kaldı. Yaz
mevsiminde gurbetten köye dönüşler yaşansa bile köye dönenler eski şenlikleri
oluşturamıyor.
Köyde yaşayanların umulmadık düzeye azalması
orman kıyımını sonlandırdı desek yanılmış olmayız. Ağaçlar boy attı, dal budak
saldı. Ormanların içindeki küçük küçük ağaçsız adacıklar kapandı. Cangıllaştı
adeta ormanlarımız.
Köy
çayırlarından uzak, dağların eteklerinde bin bir çiçekle bezenen çayırlarımız
var. Haziran temmuz aylarında çiçeklerin renk cümbüşü görenleri büyüler. Orman
içlerindeki çayırlarımızın yolları da uygun olmadığı için kimseler ziyaret
etmiyor artık. Sadece kırlara doğru yürüyüş yapınca uzaklardan seyretmekle
yetiniyoruz köye uzak çayırlarımızı.
Akrabaların
çayırlarıyla bitişik büyük bir çayırımız var. Vardı desek daha iyi tanımlarız
bir zamanlar en çok ot biçtiğimiz içinde meyve ağaçları olan çayırımızı. Tırpanla
biçim yapma devri kapanalı yıllar oldu. Otuz yıldan daha uzun zamandır çayıra
uğrayan yok. Anne-baba ölünce köyde hayvancılık yapacak kimsemiz kalmadı. Traktörler
için yol yeterli olmadığı için köyde yaşayanlar çayıra ilgi göstermiyor. Onlara
da bir şey denmez. Kağnı arabası, öküz besleme olayı da tırpanla biçme
uygulaması ile son buldu.
Yıllar sonra çayırımızı ziyaret edelim, ilk
gençlik yıllarımızda tırpan salladığımız; hasatını yaptığımız armut ve elma ağaçlarının
durumunu yakından görmeye; hasret gidermeye karar verdik.
Kardeşim,
yeğenim ve sadık dostumuz Tomas da bizimleydi. Tomas sevimli köpeğimizdir. Onu
hepimiz çok severiz. Çayıra varmak için ormanlardan geçiyor yolumuz. Ormanlar
gürleşince ormanın gerçek sahiplerinin sayısı umulmadık kadar arttı. Sık
ağaçlarla kaplanıp özelliğini kaybetmiş geçmiş yıllarda rahatça yürüdüğümüz
patika yol kaybolmuş. Orman denizinde
gökyüzünü bile görmekte zorlanıyoruz.
İçimizi garip bir korku sarıyor. Ya ayının
birisi sık ağaçların arasından aniden ortaya çıkarsa ne yaparız kaygısını
kemiklerimizin iliğinde hissediyoruz. Ormanın sessizliği korkumuzu iyice
artırıyor. Ses çıkarmamaya dikkat ederek
yürüyüşümüzü sürdürürken bizden tedirgin olan bir kartalın yanı başımızdaki bir
ağaçtan havalanması yüreklerimizi ağzımıza getirmeye yetiyor. Neyse ki, Tomas
bazen önümüzde, sağımızda solumuzda yürüyor. Yakınımızda bir tehlike olsa sezip
tepki verir ümidi yüreğimize su serpiyor.
Kaygı ve
korkuyla sürdürdüğümüz yürüyüşümüz nihayet sona erdi. Ağaçsız çayırlara vardık.
Tehlike atlatmamanın rahatlığıyla oturup dinlendik. Yaşadıklarımızın ufak bir
değerlendirmesini yaptık. Eğer önümüze bir ayı çıksaydı ne yapardık? Öyle bir
olayla karşılaşmamanın huzuru içinde ne yapacağımıza ilgili makbul bir söz
söylemek olanaklı olmadı. Derken fundalıkların, yıllarca biçilmemiş otların,
dikenlerin bir birisine karıştığı artık çayır özelliğini kaybetmiş yerlerden
geçerek bir zamanlar ortalama eğer havalar uygun olursa biçim ve otların
toplanmasının on günde bitirdiğimiz çayırımıza vardık.
Önümüzde
çayır diye bir şey yoktu. Hissettiğimiz hayal kırıklığını sözle betimlemez. Köyümüzde
büyüyen cümle yayvan yapraklı ağaçların çeşitliliği yayla festivalindeki farklı
kıyafetli insanlardan farksızdı. Karaağaçlar, ahlatlar, yaban elmaları, akça
ağaçlar, kavaklar her tarafı sarmıştı. Eğrelti otları çayırın en güzel
bölümlerini adeta işgal etmiş, dikenlerin eğrelti otlarından arta kalır
tarafları yoktu.
Gelelim
armut, elma ağaçlarının hallerine. Meyve vermeyen ağaçlar gıpta edilecek düzeyde
boy atıp ormanlaşmaları ne kadar ilginçse meyve ağaçlarının durumu daha da
ilginçti(!) Hepsi büyük bir hışıma uğramıştı. Abartısız hiç birisinin kırılmamış
bir tek dalı kalmamıştı. Bilek kalındaki dallar daha da kalın dallar kırılmış,
ağaçların bazıları kurumuştu. Meyve ağaçlarımızın durumunu en iyi “Taş üstünde
taş, omuz üstünde baş bırakmamak.” sözü ile tanımlanabilir dersek durumlarını
net bir biçimde betimlemiş olurum.
İyi ki,
bizim ve bitişikteki çayırdaki ağaçlara çoban aşısı yapan Hüseyin Ağabey,
ağaçların yıl yıl büyümesini sevinçle izleyen babam rahmetli olmuştur. Yoksa onlar
canları gibi sevdikleri birer bahçe görünümünü alan meyve ağaçlarının hazin
durumlarını görebilselerdi başlarında kalan siyah saçları bir gecede kış
gelmeden dağlarımızın doruklarındaki gibi beyazlaşırdı.
Annemin
ilginç güzel sözleri vardı: “ Hayvanlarda akıl var fikir yok derdi annem: ” Meyve
ağaçlarını haşince budayan ormanlarımızın gerçek sahibi oluşlarını istemeyerek
de olsa haklarını teslim etmek zorunda kaldığımız ayılardı. Kır gezisine
çıktığım bazı gün ortası zamanlarda vadinin karşısındaki çayırımızda ayıların
oynaşıp tepindiklerini çıplak gözle birkaç kez ilgiyle seyrettim…
Hani ağaçları budamayıp silkeleseler, yerlere
dökülen meyveleri rahatça yeseler olmaz mı? Olmaz! Dalları kırıp ağacın uygun
bir yerinde oturup meyveleri öylece yiyecekler. İyi de ağaçlar ilerideki
senelerde meyve vermeyecek biçimde zarar görüyor. Annem haklı. Ağaçlara tırmanmaya,
dallarını kırmaya akılları eriyor. Gelecek yılları düşünmeyi fikir edemiyorlar.
Ayı aklı! Ne diyebiliriz..!