Köy çocukları için en kısa yoldan hayata atılmanın
otantik deyişle bir baltaya sap olmanın yolu ortaokuldan sonra üç yıllık
okulların birisine kapağı atmaktan geçiyordu. Bu bilinç benim de hafızama
kazılmıştı. Başkada yapılacak bir çıkış yolu yoktu. Gerçi okullarda hep ilkleri
oynadım. Sınıfın en başarılarından biri olmak içinde ayrıca çaba harcıyordum.
İlkokulda da sürekli sınıfımın birincisi olurdum. Beşinci sınıfta birinci dönem
birincilik ünvanlımı kaptırdım. Benden başarılı karne alan arkadaşların
karnelerini gösterip göğüslerini gererek yanımdan ayrılmaları ruhumu
yaralamıştı.
İki
haftalık karne tatilinde gecemi gündüzüme katarak ders çalıştım. Kendimi ulusal
takımın kampa alması gibi disiplini edip zamanımı eksik kalan kavrayamadığım
konuları bir bir tekrar ettim. İkinci dönemde ve sene sonu sınavlarında önümü
kimse alamadı. İlkokul yıllarımda sene sonunda bir hafta tüm derslerden yazılı,
sözlü sınavlar yapılırdı. Evet, o sınavdan yüz akıyla çıkmıştım. İlçemizin ortaokuluna
kaydım yapıldı.
Beni
tanıyan ilçede bir dairede çalışan akrabam bir ağabey, derslerimde çalışmamı
aksatmamamı… Ortaokuldan sonra ülkemizin en iyi öğretim veren Haydarpaşa
Lisesi’ne gitmemi salık verdi. Haydarpaşa Lisesi’nin adını ilk kez duyuyordum.
İyi bir lisede okursan ileride profesörlük payesine bile yükseleceğimi
söylemişti saygıdeğer bu akrabam.
Ortaokulu
bitirince ayaklarım suya erdi. Dar gelirli bir köylü çocuğunun İstanbul’da
olduğumu öğrendiğim bir lisede okumasının olanaklı olmadığı bilincine vardım
istemeden. Haydarpaşa Lisesi samanyolu kadar uzaktı benim için. Eğer babamın
maddi gücü yeterli olsa ortaokul sınıflarında iftihar listesine seçilen
çocuğunun yurdun en iyi lisesinde okutmak, büyük adam olmasını istemekten itina
etmezdi elbette. Maddi gücümüz yoktu! Benim ve benim gibi köylü çocuklarının
okuyacağı okullar en kısa süreli okullarda okuyup erkenden hayata atılmak. Ve
de ailenin giderlerine el vermek olmalıydı.
Ortaokulu
bitirenlerin gideceği okullar Öğretmen Okulları, Sağlık Kolejleri, İmam-hatip Liseleriydi.
Hele de bu okulları parasız yatılı okumak ailelerin biricik dilekleriydi.
Yatılı okuyunca aile zaten yetersiz olan bütçeleri fazla açık vermezdi.
İyi bir
derece ile bitirdim ortaokulu. Yatılı ve gündüzlü Öğretmen Okulları sınavlarına
girdim. Sınav sonuçları ancak eylül başlarında açıklanırdı. Yaz tatili benim
için tatilin güzelliğinden öte kaygılı bir bekleyiş içinde geçti. Yatılı okula
bir yıl önce girme başarısını gösteren köylüm bir arkadaşla buluştuk. Arkadaşım
başarılı öğrenci olduğumun farkındaydı. Endişe etmemem gerekmediğini sınavlarda
başarılı olacağımı söylüyordu. Ben yatılı okulla ilgili bilgi edinmek
istiyordum:
Öncelikle
iki sınavla yatılı okula girilebilirdi ancak. Onlarca ortaokullu öğrencilerin
arasından okula girme başarısını göstererek okula girme başarısını
gösterenlerin oluşturduğu sınıflarda başarısızlık görülüp görülmediğini sordum.
Arkadaşım gülerek anlatmaya başladı:
“Ben de
senin gibi düşünüyordum okula girmeden önce. Hiç senin düşündüğün gibi değil…”
“Peki
ya nasıl?”
“İnan!
Birinci dönemin sonunda karnesine zayıf getirmeyen çok az arkadaş vardı!”
Şaşırdım! Devam etti arkadaşım sözlerine:
“Hiç
tedirgin olma. Eğer sınavları kazanırsan öğretmenlik için idealist duygular
kazanarak başarılı bir biçimde öğrencilik yaşayacağına inanıyorum…” Arkadaşımın
anlattıkları yaylaların serin rüzgârları gibi ruhumu ferahlanırdı...
Sınav
sonuçları açıklandı. Benimle beraber ellinin üzerinde arkadaşım birinci sınavı
kazanmıştı. Bizi ikinci sınav bekliyordu. İkinci sınav için ilk kez başka bir
ile gidecektim. Uzun bir yolculuktan sonra Trabzon’a ulaştık arkadaşlarımla.
Sınav! Adı üstünde sınav! Hatta bu konuda Napolyon’a atfedilen şöyle bir söz
var,” Benim için üç savaş bir sınavdan daha kolaydır.” Yazılı yapılan sınavın
sonucu beklediğimiz bir hafta bir yıl gibi uzun geçti.
Nihayet
kazananların listesinde adım vardı. Ortaokulda iftihar listesine geçme başarısı
gösteren arkadaşlardan bu sınavlarda başarısız olanlar oldu! Okul yılları su
gibi aktı bitti! İlk aylarda büyük bir kente, yatılı okulun kurallarına intibak
etmede biraz sıkıntı çektik. Ailemizden en fazla bir hafta uzak kalmıştık. Bu kez
aylarca sıcak aile yuvasını göremeyecektik. 15-16 yaşlarında çocuk denen
yaşlardaydık. Ara tatili iple çektik.
Ara
tatilde uçarcasına döndük doğduğumuz topraklara. Üç yıllık öğrencilik
yıllarımda ilk sömestri dönemdeki gibi özlemler yaşamadım. Bir haziran sonunda
sınavlarla birlikte öğrencilikte bitti. Bir ay sonra atamamız yapıldı. İlk maaş
aldığımda 18 yaşımı bitirmemiştim. Ve kuş uçmaz kervan geçmez, yolu, suyu
olmayan köylerin yolu gözüktü bana ve de benim gibi biricik düşüncesi karanlık
köylerimize ışık götürmek amacı taşıyan çiçeği burnunda öğretmenlere.