Türkiye geniş topraklara sahip büyük bir ülkedir.
783.562 km kareye sahip geniş topraklarımız var. Üç tarafımız denizlerle
çevrili; şanslıyız. Denizlerimizin olması mı şansımızı artırıyor? Elbette
hayır. İrili ufaklı acı, tatlı, tuzlu,
soda içerikli göllerimiz var denizlerimize ek olarak. Hepsi birer dünya cenneti
eşsiz güzellikleriyle ülkemizi süslemekte. Suları anarken nehirlerimizi unutmayalım.
Gökkuşağının
renklerinin sayısı kadar bölgelerimizin hepsinde uzunlu kısalı nehirlere
sahibiz. Kızılırmak ve Yeşilırmak, Sakarya, Çoruh nehirleri olmazsa
Karadeniz’in suyu öylesine mavinin en koyu tonuna sahip olabilir miydi? Fırat
ve Dicle’miz Güneydoğuya can verir. Menderesler ve Gediz’in Ege Bölgemiz için önemi
yatsına bilinir mi hiç?
Seyhan
ve Ceyhan Akdeniz bölgemize can verirler. Aras, Kura, Meriç ve Asi’yi anmadan
olmaz. Nehirlerimiz ülkemize hayat sunarlar. Ovaları gövertir can verirler. Bitek
ovalarımız, ormanlarımız zenginlik kaynaklarımızı başka türevleridir.
Bir
zamanlar Konya Ovası ülkemizin tahıl ambarıydı. Hatta Konya Türkiyecin buğday
ihtiyacının yarısını karşılıyordu diye kitaplar yazardı.
Pazarlarımızı
gözlemlediğimizde mevsim önemli değil her mevsimde yetiştirilen meyve sebzeleri
pazarlarımızda bulmak bulabiliriz. Mayıs,
haziran aylarının meyvesi kirazı kış ortasında pazarlarımızda
görebiliyoruz. Kuş sütü aransa bulunur
memleket pazarlarında dense abartı sayılmamalı… Saymakla bitmez pazarlarımızı
süsleyen meyvelerin çeşitlerini, sebzelerin dâhil. Son yıllarda uzak doğu
ülkelerinin meyveleri bile yetiştirilebiliyor ülkemizde.
Daha
yer altı zenginlik kaynaklarımız saymadık. Yurdumuz madenler bakımından da
kıskanılacak düzeyde çeşitliliği barındırır. Çıkarılmasına henüz başlanılan
denizlerimizde petrol ve doğal kaynakları yarınlara güvenle bakmamıza neden
olmaktadır.
Açık
kalplilikle söylersek ülkemizin kalkınması, yurttaşlarımızın gönenç içinde
yaşamaması için hiçbir neden yok. Denir ya; un var, yağ var, şeker de var. Sıra
helva yapmaya gelince herkese yetecek düzeyde helva yapılamıyor. Yapılan helva
da gerektiği gibi halkça paylaşılamıyor. Kaliteli ve gereksinimiz kadar
yapılabilmesi için acar ustalara iş vermek gerek.
İşte
zurnanın zırt dediği yer burası. Zenginlik kaynakları bizim kadar yeterli olan bazı
ülkeler sanayi, üretim, dışsatım, sanat vb… alanlarda bize fark atıyor. Bu
kadar olanaklar içinde istenen düzeyde niçin gelemiyoruz? Kangren olan
enflasyon, işsizlik, eğitim benzeri sorunlara niçin makbul çareler bulamıyoruz?
Şapkamızı
önümüze koyup bir düşünelim. Neden, niçin bu haldeyiz? Bir kere uygarlık
yarışına çok geç katılmışız. Adamlar matbaayı bulup kullanmaya başlatırken biz
daha kış uykusunun en derin safhasındaydık. 300 yıl sonra geldi bu topraklara
matbaa. Maalesef matbaayı da gayrı Müslümler kullandı. Sanayi devrimini
başlatmakta geç kalmışız.
Cumhuriyetin
ilanıyla hızla kalkınma savaşına girdik. Bu bağlamda bir kitaptan
bahsetmeliyim. Soğuk bir kuzey ülkesi olan Finlandiya’nın kalkınmasını anlatan
Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitaptan. Bu kitabı okuyan, anlatılan destansı
başarıya hayran olan Atatürk kitabın askeri okulların müfredatına alınmasını
istemiştir.
Kitapta
ortaçağ karanlıklarında yaşayan Finlandiya’nın aydın bir liderin
yönlendirmesiyle nasıl kısa sürede kalkındığı anlatılır. Halk seferber olur.
Öncelikle bilimsel çalışmalar için öğrenciler yabancı ülkelere gönderilir.
Yetkinleşen öğrenciler, edindikleri bilgi ve becerilerini ülkelerine
döndüklerinde ülke kalkınmasında sergilerler. Halk yediden yetmişe seferber
olur kalkınma savaşında.
Soğuk,
elverişsiz iklime sahip, bataklıklar ülkesi kısa sürede kalkınır. Başarılarının
sırrı bir kere eğitim-öğretim işlerini bilimsel yöntemlerle yürütmeleri,
kalifiye elemen yetiştirmeleri, yapılacak çalışmalarda liyakate, bilgiye gerekli
önemi vermelerinden geçmektedir. Günümüzde bile Finlandiya eğitim sistemi
dünyada en beğenilen, takdir gören sistem olarak gösterilmektedir.
Devam edecek…