Türk şiirinin ve Türkçemizin soylu sesi Yunus
yüzyıllar ötesinden şöyle sesleniyor:
“İlim ilim bilmektir. / İlim kendin bilmektir./
Sen kendini bilmezsin/ Ya nice okumaktır”
Bireyin
kendini bilmesi ancak okumakla olanaklıdır. Eğer okumakla önce kendimizi
tanıyamıyorsak okumanın da bir anlamı olamaz. Bir kere şu gerçeği kabullenelim;
önce okumak gerek kendimizi tanımak için. Zaten kutsal kitabımız da ilk ayet
“Oku” diye başlar.
Biliyoruz
ki, sure ve ayetler sadece ortalama altı yüz sayfa büyüklüğündeki kutsal
kitabımız Kuranı Kerim’de yazılanlar değildir. Evrende yaratılan canlı-cansız
her varlık birer ayettir. İşte oku emrini böyle geniş manada anlayıp
yaratılanların sırrını, yaratılış nedenlerini anlamak için gereklidir.
Çuvaldızı
başkasına, iğneyi kendimize batırmaya başlayalım. Oku gibi kutsal emre ne kadar
uyuluyor bu güzel topraklarda, sevgili Türkiye’mizde? TÜİK verilerine göre
ülkemizde kitap okumaya ayrılan süre kişi başına günde bir dakika, Tv. izlemeye
altı saat, internete ise üç saat zaman ayırıyoruz.
Türkiye’de
düzenli kitap okuyanların oranı binde bir. Bu oran en fazla kitap okuyan
ülkelerden İngiltere ve Fransa’da %21, Japonya’da %14, ABD’de ise %12 civarında.
(Kaynak:Cnnturk com.) UNESCO verilerine göre ise Türkiye, kitap okuma oranında
86. Sırada yer alırken, durumumuz yoksul Afrika ülkeleriyle aynı kategoride bulunmakta.
Kitaplara, okumaya bu kadar uzak oluşumuz hüzün verici.
Halkımızın
büyük çoğunluğunu muhafazar kesim oluşturur. Bu kesim en az haftada bir kez
Cuma namazına gider. Ramazan ayında orucunu tutar. Ekonomik durumu yeterli olan
Hac farizasını yerine getirir. Hatta birkaç kez Hac ve Umre için kutsal
toprakları ziyaret eder. Ve ramazan ayında hatim indirir. Kutsal kitabımızı
okur, camide vaaz dinler, hutbe dinler. Fakat hutbede okunan çoğu Arapça
sözlerle yapılan duaların anlamını bilmez. Din görevlisi arkadaşlara
sormuşluğum var. Cuma namazında en ön safta namaz kılan cemaatten on kişiye
sorsanız Fatiha Suresi’nin mealini bilebilirler mi diye. Maalesef hayır
cevabını almışımdır!..
Okumayan
bir toplum olduğumuz için işin garip tarafı okuduğumuzu da hâlâ yaşamımızda
büyük yer tutan kutsal metinleri de anlamadan okuyor, dinliyoruz. Halk olarak
yetesiye aydınlanma yaşayamadık. Üstelik Arap hayranlığı arttı bu topraklarda. Güzel
dilimizdeki öz Türkçe kelimelerin yerine Arapça, farsça kelimeleri kullanma eğilimi
aldı başını gidiyor. Araplar gibi giyinmekle, saç sakal uzatmakla örnek Müslüman
olunacağını hiçbir kitap yazmaz ve akla uygun da değildir…
İnanç eylemi
Allah ile insanın vicdanı arasında bir akittir. Kutsal kitabı Arapça okumaktan
öte verilen mesajları meal ve tefsir olarak Anadilimiz Türkçe ile okuyup
anlamıyorsak Müslümanlığın ve yurttaş olmanın yetesiye hakkını veremeyiz. Hz. Mevlana
der ki: “Kılınan namazlarda okunan sürelerin anlamını anlamadan yapılan ibadet
ibadetlerin en basit biçimidir.”
Okumayan,
okuduğunu anlamayan, olayları neden-sonuç ilişkileri açısından yorumlamayan
toplumlar aydınlanma yaşayan toplumlara ayak uyduramaz; onların kölesi durumuna
düşerler geçen zaman içinde. Tarih bize bu gerçeği anlatıyor. Bizim eksiğimiz
cehennemi satın alacak bir bilge kişi aramızdan çıkaramamaktır. Cehennemi satın
alma öyküsünü ansıyalım:
Martin Luther,
(Alman rahip, ilahiyatçı, yazar, Profesör) Avrupa papazlar ve kralların baskısı altında
inim inim inler, birçok günahsız insan Engizisyon mahkemelerin akıl dışı
kararları sonucu can verirken ortaya çıkar. Papazların, kilisenin skolastik
düşünce ve uygulamalarına karşı çıkar. Aforoza uğrar. Yargıç karşısına çıkarılır.
Savunmasında Şu ünlü sözü söyler:
“Martin
Luther, duruşma sırasında duruşma sırasında seslendi: “Milleti cehennemle
korkutup, cenneti paranın karşılığını satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi
satarsanız ya?” Yargıçlardan biri “Cehennemi kim alır ki?” Martin Luther ”ben
alıyorum, olsun parası vereyim” Bedava verdiler! Martin kapısının önündeki
sürecin ortaya çıktığını merak eden binlerce kişi “Cehennemi satın aldım,
benimdir. Bundan sonra kimseyi almayacağım, korkmayın”. Cehennem korkusu ve
kilise baskısından kurtulan halk, özgür beyinlere sahip oldu. Ve Almanya'nın
aydınlanması 500 yıl önce başladı!”
O zamana kadar İncil Latince basılıp sadece papazlarca
anlaşılıyordu. Öncelikle İncil Almancaya çevrildi. Luther’in başlattığı dinde
aydınlanma (Reform) tüm Avrupa’ya yayıldı. İngilizce, Fransızca bilumum Avrupa dillerince
çevrildi İncil. Günümüzde Avrupa halkları İncil’i ana dillerinde okur. Böylece Avrupa
halkları yıl yıl aydınlandı. Kilisenin baskısından kurtuldu. Matbaanın icadı da
bu gelişmeyi hızlandırdı.
Bizde ise sağ olsunlar din adamlarımız cehennemin narının ne
kadar yakıcı olduğunu sık sık vaaz ederler. … İnsanımızı cehennemle korkutmaya
özen gösterirler. Oysa dinimiz rahmet dinidir. Sevgiyi önceler. Meal ve tefsir
konularına pek girilmez. Atatürk’ün kendi parası ile Kuran’ın meal ve tefsirini
Elmalılı hamdı Yazır’a yaptırdığını ağızlarına almazlar. Söylemeliyim: Kitaplarını
okuduğum Cafer İskenderoğlu hocamızın tefsirleri ile mevcut tefsirler hiç
örtüşmediğini de belirtmek isterim. Bu bağlamda bir ilahiyatçımız ortaya çıkıp Luther
gibi “cehennemi satın alsa” inanıyorum
ki, halkımız dinimizi, kutsal kitabımızın vermek istediği mesajları anlayacak
din tacirlerinin, tarikat ve cemaat liderlerine iradelerini teslim
etmeyecektir.
Kutsal metinlerden öte ilahiyatla ilgili metinlerde
kullanılan dil Türkçe kelimelerle yazılsa, dualar… Türkçe yapılsa ve okuma
eylemini yaşamımıza katarsak Avrupa halkları gibi halkımız da yetesiye aydınlanma
yaşar. Unutulmamalıdır, Türkçe bizim özgürlük simgemizdir tıpkı al bayrağımız
ve İstiklal Marşı’mız gibi.