Tevfik Paşa’nın Lodra’daki tutumundan da anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal ve Milli Mücadele yanlısıdır ve o da Mustafa Kemal ile iyi ilişkiler kurmak ister. Bu sebeple de daha önceki sadrazamlardan Ahmed İzzet Paşa idaresindeki bir heyeti Mustafa Kemal ile görüşmek üzere görevlendirir.
İşte bu görüşme 5 Aralık 1920’de Bilecik Tren İstasyonunda gerçekleşir.
Eee görüşmede neler oldu peki?
Bunu bizzat Mustafa Kemal’in ağzından ve Nutuk’tan dinleyelim:
Müsaadenizle bu hikâyeyi şimdilik burada bırakacağım. Aynı günde, yani 5 Aralık 1920’de Bilecik istasyonunda bekleyen Ahmet İzzet Paşa hey’etine temas edeceğim: Hatırınızdadır ki, İzzet Paşa’nın istek ve teklifi üzerine, kendileriyle Bilecik’te görüşülmesine karar verilmişti.
Hey’et, ayın dördünden beri beni Bilecik istasyonunda bekliyordu. Bu hey’et, İzzet ve Salih Paşa’larla elçilerden Cevat, Ziraat Nâzırı Hüseyin Kâzım, Hukuk Müşaviri Münir Bey’lerden ve Hoca Fatin Efendi ‘den kurulmuştu.
Bilecik istasyon binasının bir odasında birleştik. İsmet Paşa da beraberdi. Görüşme şöyle geçti: Ben, ilk söz olarak «Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti Başkanı» diye kendimi tanıttıktan sonra: «Kimlerle müşerref oluyorum?» sorusunu yönelttim.
Salih Paşa, benim maksadımı kavrayamadığı için, kendisinin Bahriye ve İzzet Paşa’nın da Dahiliye Nâzırı olduğunu söylemeye çalışırken, ben derhal, İstanbul’da bir hükûmet ve kendilerini o hükûmetin üyeleri olarak tanımadığımı; eğer İstanbul’daki bir hükûmetin nâzırları olarak görüşmek istiyorlarsa, kendileriyle görüşmekte mazur olduğumu bildirdim. Ondan sonra kimlik ve yetki söz konusu edilmeden görüşülmesi uygun bulundu.
Konuşmanın bazı safhalarında, Ankara’dan bizimle birlikte gelen bazı milletvekili arkadaşları da bulundurdum. Birkaç saat süren konuşmadan, gelen kimselerin esaslı hiçbir bilgi ve kanaate sahip olmadıkları anlaşıldı. Sonunda, kendilerine İstanbul’a dönmelerine izin vermeyeceğimi ve beraberce Ankara’ya gideceğimizi bildirdim.
Yani kısaca Mustafa Kemal Paşa , Ahmed İzzet Paşa ve Salih Paşa’ya ( ve tabii ki heyetteki diğer insanlara ) el koymuştu. Onları bir süre İstanbul’a göndermedi. Sebep? Dosta, düşmana ‘’İstanbul Hükumeti de Milli mücadeleyi Destekliyor.’’ mesajı vermekti. Paşaların İstanbul’a geri dönmek istemeyişleri(!) bunun açık delili idi.
Evet... Alıkonan paşalar aslında Milli Mücadeleye taraftar paşalardı. Ama yine de Mustafa Kemal Paşa onları bir süre Ankara’da alıkoydu.
Daha sonra Paşalarla anlaştı: Yapılan anlaşmaya göre bir daha İstanbul Hükumeti denen bir hükumette görev almayacaklardı.
Salih Paşa ‘’ Söz ‘’ dedi ama İstanbul’a döndükten sonra sözünde durmayıp yine Bahriye Nazırı olarak Tevfik Paşa Hükumetindeki görevine devam etti. Ancak tabii ki bu da çok uzun sürmedi.
1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırılınca bu hükumet de otomatikman sona ermiş oldu. Zaten 4 Kasım 1922’de bu hükumet topluca istifa etti.
1922’den sonra artık siyaset sahnesinden tamamen çekilen Salih Paşa’ya, Mustafa Kemal Paşa tarafından hiç bir görev verilmedi. Kendisi emekliye sevk edildi ve hayatının kalanını emekli maaşı ile idame ettirdi.
1934 Yılında Soyadı kanunu ile Kerzak soyadını alan Salih Hulusi Paşa, 25 Ekim 1939’da İstanbul- Göztepe’de vefat etti ve cenazesi mareşallere özel bir törenle kaldırılarak Eyüp Sultan mezarlığına defnedildi.
Evet bir de sorumuz vardı değil mi?
‘’Memleketin durumu aynen bu yazıdaki gibi olsaydı ve memleketin başındaki padişah siz olsaydınız, vatanı kurtarmak için neler yapabilirdiniz?’’ Diye sormuştum.
Sizler neler yapabilirdiniz elbette bilemem.
Ben neler yapabilirdim onu anlatayım:
Eğer hain, vatanına, milletine ihanet içinde bir padişah olsaydım ‘’ Şu Karadeniz Bölgesinde Pontusçu Rumlara karşı direnen halkının elinden silahlarını almak için bir şeyler yap. Yoksa oraları da işgal etmek zorunda kalacağız.’’ Diye tehdit eden İngilizlere. ‘’ Kafanıza göre takılın. Oraları işgal edin de o geri zekalı bir avuç direnişçi, İngilizlerle başa çıkılamayacağını anlasın. Salakların akılları başlarına gelsin.’’ Derdim.
Ya da kendim gibi hain bir paşa bulup ona ‘’ Paşa, Paşa ! Git Karadeniz Bölgesindeki kargaşayı önle de benim kıçımı kurtar. Aksi takdirde bu İngilizler beni ve hanedanı oyacaklar.’’ Derdim.
Eğer hain bir padişah değilsem, yüzlerce paşam içinde en güvenebileceğim paşama güvenirdim. Onu dokuz kez huzuruma çağırır, tam dokuz kez görüşür ve en sonunda onu sadece bir padişahta( yani bende ) olabilecek yetkilerle donatıp, gözlerinin içine bakarak ‘'Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir; Paşa Paşa, DEVLETİ kurtarabilirsin!" Derdim.
Evet aynen böyle derdim çok güvendiğim bir Paşamı Anadolu’ya gönderirken.
İleride asla ispat edemeyecek olsam da şunu da derdim diğer paşalarıma:
‘’İleride ben askerlik görevinden atsam bile, hakkında idam fermanı yayınlatsam bile, tamamen sivil bir insan olarak aranıza katılsa bile, yani ileride her ne olursa olsun şu an Anadolu’ya gönderdiğim paşama itaat edip onun emirlerini yerine getirin. ‘’
Yüzlerce paşamdan hiç birinin ileride ‘’ Sen de kimsin yahu? Padişahımız seni görevinden aldı. Sen tamamen sivil bir insansın, ben bir paşayım. Sen bir idam mahkumusun, ben sana itaat etmem ‘’ dememesini sağlamak için tüm tedbirleri önceden alırdım. Hatta Çanakkale’de emri altında olduğu paşayı bile onun emrine sokardım ki yüzlerce paşadan ya da albaydan, yarbaydan, binbaşıdan, biri dahi olsun ‘’ Sen de kimsin kardeşim?’’ Diye itiraz etmesin görevlendirdiğim paşaya.
Tüm bunları tabii ki davulla zurnayla ilan edemezdim tepemde İngiliz baskısı varken. O sebeple de ileride ‘’ Hain ‘’ diye yaftalanmayı göze alır yine de aynen böyle yapardım, eğer vatanını seven bir padişah olsaydım.
Haaa... ‘’ Ben olsam İngilizlere ve diğer düşman güçlerinin generallerine ‘’ Topunuz gelin leyyyn!!! Alayınızın anasını ağlatırım evelallah !!’’ Derdim veya ‘’ Ooolum bak! Ben psikopatım. O gemilerdeki topların namlularını sarayıma çevirip durmayın. Sıkacaksanız adam gibi sıkın. Bombalayacaksınız adam gibi bombalayın. Adamın asabını bozmayın derdim.’’ Diyecek varsa alnından öperim o kahramanı.
(
Pek Bilmediğimiz Ama Önemli Bir Paşa 3 . Bölüm-- başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
7.04.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.