Ölümle sevişen bedenim ve çakram.
Sıradanlığın deminde sıra dışı
özlemim…
Ah, bayım işte hâsıl oldu olacak
Kasım’ın kasımpatıları…
Kasım kasım kasılan mevsim az sonra
sunacak son ayını irdelenesi hüznüme kep giydirdim ben ve doğurgan ruhumla
doldurdum ufkumu.
İçre dönük yolculuğum ve
yalnızlığımın naraları:
Şehre biat aşka ve yalnızlığa inat…
Göğün tebessüm eskili bakir bulutları
ve bakir ruhumda açılası bir kapı gibi kalemimin menteşelerini delicesine
yerinden söktüğüm.
Öğün atladım bir ömür ve kaç bin öğün
aç gezindim:
Alın size, bayım bir alıntı ne de
olsa çalıntı olmayan hayallerimde ben Pamuk Prenses idim.
Ben bir düş gezginiyim:
Ya, siz?
Semadaki römorkör bir de kör noktası
lahidin şimdi pekmez kıvamında peksimet tadında bir aşk derleyeceğim size
şiirlerim ve aç olmasanız bile bir tabağın hepsi olmasa da bakacaksınız tadına
adını unuttuğum duyguların rövanşında hedefime illa ki ulaşacağım.
Çirkin ördek yavrusu değilim.
Alımlı bir kuğu belki öncemde.
Alıngan bir kelaynak şimdiki
yaşantımda.
Mentollü şeker tadında öksürüğümü
bastıran bir renk yutup da gökkuşağı saçacağım dört bir yanıma.
Dörtleri yaktı şoför:
Ya, ben neredeyim?
Ah, bilemezsiniz ve iyi ki de
bilmiyorsunuz ve yüce Rabbim kimseye bildirmesin.
Yolculuk yapmayı asla sevmedim ben
gelin görün ki: annem her nefessiz kaldığında Araf’ta asılı bedeni ile ne çok
yolculuğa çıktık beraber ambulansın ön koltuğunda delice sürerken ambulans şoförü
ve delice kulakları çınlatırken siren sesleri.
Yağma yok!
Ayaktayım.
Azınlıkta mı kaldığım?
Azman kuş sürüsüne değil azgın
insanlara duyduğum öfke ve kızgınlığım ve balyalarca hüzün sürgün edildiğim kim
bilir kaçıncı dalyam?
İhtimamla sevdiğim malum.
İhtimamla sevdiğim de:
Elbet bir de çaktırmadan!
Çakma aşklara inat asla da bir
karşılık beklemediğim bu bağlamda gözümün nuru gönlümün nazenin varlığısınız
yine de siz bilmeyin ya da bilseniz bile bilmezden gelin.
Göğün tanrıcı kuşları ve yerin dibine
çakılı gölgeleri kaybolan mazimin ben bir periyim, kabul!
İnsanüstü değilim ama insan ötesiyim
dahası da var:
İnsan olduğumu unutturan insansı
canlılardan çektiğimle mütevellit ve ben inanılmaz yoğun olan insan sevgimle
kaldırımlar sektiğim taşları eskittiğim ve eskimeyen yüreğim ve en tepeye
koyduğum aşk.
Bir hurafe olsa da sevilmek.
Bir nüans iken özlem.
Bense özleminizi yüzümü kızarta
kızarta yaşıyorum ve demlendiğim acılarda yüzüyorum derken koşuyorum Mevla’ma
ve içtimada yüreğim inkâr ederken insanlar değerlerini ve gönlümün münferit
sevinci…
Bir asa ki Rabbimin bahşettiği…
Bir asi rüzgâr ki içime estiğim.
Bir asil yürek ki babamdan yadigâr…
Derli toplu bir ölüm filan da
dilemiyorum hani en azından Allah bana annemin acısını yaşatmadan ebediyete
intikal etmeme izin versin elbet herkeslerden sakladığım bir dilek bir ricadır
benimki bu bağlamda kendimi sevmekle sevmemek arasında gidip geliyorum.
Beni sevenler mi sevgiyi tamamen
diskalifiye edenler mi?
Siması tanıdık ölüm meleğinin ve ben
onla kaç kere güreşe tutuştum er meydanında ve yüce Rabbim bahşettiği
mucizeleri ile beni kaç defa uykumdan uyandırdı annemin nefesi tıkandığında ve
kalbi durduğunda ve teklediğinde.
Ölüm mü?
Başım gözüm üstüne.
Öldüğüm gün mü?
Belki her gün!
Belki her an!
Ardıç kuşları Anka yüreğim ve
azmettiren iblis bense hali hazırda cennetin yolcusuyum aşkla eşelediğim toprak
aş erdiğim ölüm aşık attığım karanlık arşı alaya çıkan hüznüm ve hali hazırda
Rabbin kutsadığı dinmez coşkum.
Cafcaflı bir makam nasibim.
Cebbar gölgeler peşimde.
Cenderede yaşamakla iştigal olduğum
ve de.
Cinaslı kafiyelerden çıkıp da yola…
Sevgili bayım, hece şiiri yazamam
ben.
Sevgili bayım, yazgımı çoktan
kabullendim.
Sevgili bayım, ayağınıza taş
değmesin.
Hazır ol da bekliyorum Kasım’ın ayak
sesini ve peşindeyim kasımpatılarını kaybolan dünümün dinen mutluluğumun
kırıntısında bile t/av oldum ben hayata:
İçim rahat.
Ruhum devingen.
Yüreğimse adeta defteri kebir.
Bedenimse sadece bir detay çok da
umurumda değil hani.
Ve belleğim tıka basa dolu.
Sevgili Freud, ruhun şad olsun ki:
alt bilincimin harcıdır içimde saklı gizem ve çocukluğumda takılı kaldığım
elbet ergen bir aşktır benimki ergen bir coşkudur benimki bin yaşında bir çocuk
olsam da.
Edilgen maharetlerim.
Devingen rahmeti dünümün.
Ve ruhumun külliyesi ve kalbimin
koridorları sadece siz bilin içimdeki dehlizi.
Ve beni aralıksız yutan kara delik
sonra kusan ve beni uzaklara savuran.
Bir çığlıksa her kalemi elime
aldığımda yazdıklarımla.
Bir de şiarım iken aşkın evhamlı
yolculuğu.
Esef ettiğim kadar kendimden
ihtimamla kendimi yerin dibine kolaylıkla batırabildiğim ve kaç bininci
kayboluşumda kim bilir kaç kere aşka düştüm ben.
Aşikâr aşkın şakıyan sesiyim.
Aşinasıyım özlemin.
Alkış tutan ellerim.
Elim el üstünde bir el, bana elini
vermese de…
Rabbimin müşfik varlığı ile el
üstünde tutulduğum koruyucu meleklerimin nezdinde kodaman bir kuş sürüsünün
elebaşı olduğum o halde başlayayım anlatmaya…
İyi de deminden beri anlattıklarıma
ne demeli?
Bakmayınız siz bana sadece latife
ettim, sevgili bayım ve dualarımda saklısınız asla da taş değmesin ayağınıza.
Ölümün cilvesinde.
Karanlığın nüktesinde.
Aşkın cüssesinde.
Ve üstümdeki cübbeyi de hafife
almasın kimse bir o kadar hafife alındığım kadar ağır olduğumdan mıdır ne?
Ağır yürü de Molla, diyenlere verdiğim
selam duyduğum hürmettir beni bana sevdiren beni bana saydıran ve bir adım
sonrası hem…
Hem ben sizi Allah rızası için
sevdim.
Ergen yüreğimle çocuksu mizacımla ve
duruşumla…
Evet, ben bir mozaiğim.
Ben mütereddit bir coşkuyum.
Ben belki de en münferit aşkım aşikâr
aşinası olduğum yalnızlığın nemli gözlerinde yüzen bir kuğu misali nasıl da
nasıl da s/üzülürüm annemin gök gözlerinde…
Nemli kalemimse benim sadık sağdıcım
ve ben sığınmacı bir mülteci gibi bir sözcükten diğerine sekerken nasıl da
şükür ve huzur doluyum yüce Rabbimin bana bahşettiği kalemimle ve kanatlarımla…
Kandığım kadar hayata ve kanadığım
kadar sizi de dualarımda anmadan asla geçemem…
Kasım’ın coşkusu ile doluyum bu gün
ve umudun da tefrikasıdır yazdıklarım ve kim bilir kaçıncı mektup kaçıncı nükte
ruhumda s/üzülen kuşların bitmeyen vardiyasında başımı da yasladığım kadar ulu
Rabbime…