Kocabey
Köyü, Doğu Karadeniz Sıra Dağları’nın bir kolu olan Yalnız Çam Dağlarının
eteklerine kurulan bir köy. Dağların müsaade ettiği küçük düzlüklere kurulmuş
köyümüz. Yayla düzlüklerinden kopup gelen derelerin birleşmesiyle oluşan Çay
diye adlandırdığımız Çay köyün güney-doğusundaki derin vadiden akarak kendisi
gibi nice nice çaylarla birleşip Çoruh Nehrine kavuşur. Vadinin köye bakan
yamacını çoğunlukla iğne yapraklı ormanlar süsler. Köyümüzün kuzey-batı yönünü
daha çok yayvan yapraklı ağaçların oluşturduğu hafif yükseltiler boydan boya
uzanır. Diğer yönlerimizde yine ormanlar ve komşu köyler vardır.
Köyün
hemen hemen orta yetinde oldukça düz bir alana kurulmuştur köy ilkokulumuz.
Okulun kuruluş tarihi cumhuriyetin ilânından yedi yıl sonra 1930 yılına
rastlar. Bu okul 1961-62 eğitim yılı ortalarına kadar beş sınıfıyla hizmet
verir köyümüz çocuklarına. Bu arada devlet vatandaş işbirliğiyle yapılan çatısı
galvanizli saçla örtülü yeni okulumuza da aynı eğitim –öğretim yılında
taşındık. İkinci sınıftım ben de…
İki
yüze yakın öğrenci, beş sınıflı okulumuzda ne güzel geçti yıllarımız. Aynı
köyün çocukları, aramızda ki ilişkilerimiz kışın okulda, yaz tatilinde kırda
bayırda hayvan güderken sürekli birlikte sürerdi. Sonbaharda doğamız tanımsız
güzelliklere bürünür, mahalle aralarındaki meyve bahçeleri, ormandaki yayvan
yapraklı ağaçlarda yapraklar gökkuşağının tüm renklerine dönüşerek sert esen rüzgârlarla
birlikte havada uçuşurdu. Kar erken düşerdi tipik dağ köyü köyümüze. Karın
yağması biz çocuklar için düğün bayramdı. Kızaklar orta ya çıkarılır, okuldan boş kalan zamanlarımızda biricik eğlencemiz
olurdu. Kartopu, kardan adam yapma klasikleşmişti her kış mevsimi.
İlkbaharı
iple çekerdik. Altı aya yakın süren doğanın karlarla kaplı halinden usanırdık. Çayırların
yeşermesi, kuzu sesleri ancak nisan ayının sonlarına doğru olanaklı olurdu.
İlkbaharla birlikte meyve ağaçları en nadide kürkleriyle köyü, çevreyi tanımsız
güzelliklere gark ederdi. Biz çocuklara gün başka doğardı. Geniş okul bahçemizde
oyunlarımız için bizi beklerdi adeta.
Tam gün ders yapıldığı için uzun öğle
teneffüsünde uzun soluklu oyunlar oynardık. Birdirbir oyunu dört ve beşinci
sınıflarda pek oynanmazdı. Büyük sınıflarda güvercin taklası yerel adıyla kız
taklası sevdiğimiz bir oyundu. Mendil kapmaca, esir alma adlı oyunlar da
başlıca oyunlarımız arasındaydı.
Kız
arkadaşlarımız kendi aralarında daha çok ip atlama, beş taş benzeri oyunlar
oynardı. Kıyafetlerimiz haliyle siyah önlük, beyaz yakalıktı. Kızlar başlarına
farklı renklerde kurdele takardı. Kurdele onların sadece farklı
aksesuarlarıydı. Öğretmenlerimizi özellikle bizi 2-3 ve 4’te okutan
öğretmenimizi çok sevmiştik… Bitmesini hiç sevemeyeceğimiz okuldan mezun olduk
bir ilkbahar günü…
Mevsimler
değişti, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Çoğumuz yurdun dört bir
bucağına dağıldık. Yaz mevsimlerinde ilkokul
arkadaşlarımızla buluşma şansımız oldu bazı yıllar. Anımsadığım kadarıyla
sadece bir arkadaşımız köyde kalıp çiftçilik ve hayvancılık yaptı. Kız
arkadaşlarımızdan da bazıları köyde yaşayıp ev kadını oldular. Okuyup meslek
sahibi olan Hatice Yazar, Hamiyet, Nihal Tokdemir, Gülhanım, Necmiye Yeni,
Nesiye Gökçe çeşitli meslekler edindi. Erkekler çoğunlukla öğretmen oldu.
Farklı meslekler edinip köyümüzden ayrıldık uzun yıllar.
Emekliliğimizin
ilk yıllarıydı. Yücel Taşdemir arkadaşımız ilkokul 4. Sınıfta köyümüzde okuyan
Ardahanlı Cimşit arkadaşımızı bulmuştu. O yaz köye dönmüş olan Kemalettin,
Sefer, Sebahattin, Esfettin Yücel’le birlikte Kemalettin’in arabasıyla
Cimşit’in köyüne gittik. Dördüncü sınıf arkadaşımızın zeytin karası gözlerinin
içi gülüyordu. Bizler de çok sevindik yıllar sonra bir arkadaşımızı yeniden
sağlıklı görmekle. Okul anılarını anlattık. Ardahan’ın bin bir renk
çiçekleriyle bezeli yayla düzlüklerinde dolaştık. Zaman su gibi aktı, köyümüze
dönerken Ardahan yaylalarının doruklarında güneş son altın ışıklarını
gönderiyordu.
Geçen
yaz köye dönecek arkadaşlarımızla sözleştik. Güneşli bir gün köy bakkallarının
önünde toplanıp ilkokulumuza gideceğiz tıpkı ilkokula yıllarımızdaki gibi.
Cimşit’i ziyaret eden kadrodan Sebahattin yoktu aramızda. O, aile mezarlığında
sonsuz uykusuna yatmıştı! Farklı yıllarda mezun olan bazı arkadaşlar da katıldı
aramıza.
Okul
bahçesini alabildiğine çimenler bürümüştü. Beşinci sınıfta Köprülü köyü’ ne
yaptığımız geziden dönerken getirip diktiğimiz söğüt fidanı koskoca bir ağaç
olmuştu. Ağacı görünce geziyi anımsadık. Okulumuzda diğer köy okullarındaki
gibi öğrenim yapılmıyor. Bu nedenle okulumuz bakımsız kalmıştı. Daha geçen yıl
okulumuz restore edildi. Dökülen sıvaları yenilendi, okul sıraları silinip
verniklendi, pencere çerçeveleri değiştirildi.
Atıl kalmış okulumuz pırıl pırıl oldu. Köy idarecileri ve bizlerin
katkıları, azıcıkta devlet yardımıyla yapıldı bu işler.
Sebahattin
gibi iki elin parmakları kadar arkadaşlarımız da yok aramızda; Hakk’ın rahmetine
kavuştular. Okulun çevresinde dolaştık sınıfları bir bir gezdik. O yıllara ait anılarımızı anlattık. Böylesi
buluşmaların güzelliği ruhumuzu okşarken aramızdan ayrılan arkadaşların
yokluğuna hüzünlendik. Okulumuza veda ederken okulun yenilenmiş hali hüznümüzü
az da olsa azaltıyordu. Kim bilebilir belki; gelecek yıllarda köyü boşaltanlar
geri döner, okul bahçesinde çocuk sesleri kuş cıvıltılarına kavuşur bir gün.