Pancarcı, adını yayla düzlüklerinde hâlâ yetişen
pancar bitkisinden alan yıllarca yaşama şansı bulmuş bir güzel gelenekti
yöremizde. Yukarki yayla dediğimiz Sahara Dağı’mızdaki yaylalarda köyün yediden
yetmişe katıldığı geleneksel davul-zurna eşliğinde yapılan bir şenliğin adıdır
pancarcı.
Tüm köy halkının
severek katıldığı bu eğlenceye adını veren bitkiye atalarımız pancar adını
vermişler. Pancar, ıspanağa benzeyen bir otsudur. Ispanaktan daha uzun ve dar
nazenin bir görünüşü vardır yayla otlaklarında büyüyen pancarımızın.
Pancar bitkisi
pişirilmeden yenebilir. Çobanlık yıllarımızda yayla düzlüklerinde rastladığımız
bu bitkiyi severek yerdik. Hoş bir araması vardır. Bazı günler pancar toplayıp
yayla evlerine getirdiğimi anımsarım. Annem hammaddesi pancar ve süt olan
pancar çorbası pişirirdi. Pancar çorbasını da seve seve kaşıklardık. Söylence
bu ya: hekimlerin piri Lokman Hekim köyümüz Kocabey ’in de bulunduğu diyarlara
gelmiş. Yayla düzlüklerinde pancarı, köylerde kızılcık meyvesini tatmış. Ve: “Böyle
şifalı bitki ve meyvenin bulunduğu yerlerde bana gerek yok” diyerek bizim
ellerden başka diyarlara gitmiş.
Kocabey Köyünün ne
zaman kurulduğuna ait kesin bilgi yok. Yavuz zamanında Osmanlılara bağlandığı
biliniyor bu toprakların. Pancarcı adının verildiği eğlencenin ne zaman
başladığı da bilinmiyor. Ne yazık ki Pancarının artık yapılmadığı yaşadığımız
son yıllara rastlar. Bir, iki belki de üç asırlar boyu bizden önceki kuşaklar
bu eğlencenin capcanlı sürekliliğini sağlamışlardır.
Katar katar kağnılar
gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen
köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta
mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında
geceleri.”
Bizim kağnılarımız da tıpkı Külebi’nin Sivas yollarında ki
kağnıları gibi “katar katar” giderlerdi geceleri. Sadece bizimkilerin tekerleri
meşeden değil çam ağacındandı. Ve bizim
kağnılarımız yatak-yorgan, kap-kacak taşırdı. Efendime söyleyeyim: Köyde öküz
beslenmediği gibi kağnıyı askerlik yaşına gelmiş gençlerimizin çoğu bilmez.
Yukarı Yaylaya çıkılır. Düzlükler yedi renk çiçeklerle
bezelidir. Küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar
düzlüklerde yayıladursun; ortalama iki ay yaşanacak yayla evleri için odun
hazırlığı telaşesi sarar erkekleri. Orman idaresinin izin verdiği 3-4 günde
içinde biricik taşıma aracı kağnılarla daha önce hazırlanan yayla odunu taşınır,
istiflenir.
Köyde çapa işi bitmiştir. Çayırların biçilmesine daha günler
vardır. İşte bu arada 8-10 günlük zaman köylümüzün yılda nadir olarak
yaşayabilecekleri dinlence günüdür Pancarcı. Köyün ileri gelenleri yörenin en
acar davul-zurnacıları köye davet edilir. Köyde herkes duyar bu hoş olayı;
Pancarcı çıkıyor sözü herkesin dilinde pelengsek olur. İlkokullu ilk yıllarımdan
hafızama çıkmama üzere kaydedilmiş bir Pancarcı başlangıcı olayıyla başlayıp
eğlenceyi başlatalım.
Sulanat’ın başında kadınlı erkekli, çoluk-çocuk
köylülerimiz toplanmıştık. Davul-zurna kemiklerimizin iliğini sızlatan havalar
çalıyordu. Gençler büyük bir halka oluşturup halaya durmuştu. Bar başını
Elvettin ağabey çekiyordu. Belinde de kın içinde hançeri sallanıyordu. Yayla
hudutlarımızdaki karakola giden iki jandarma da şenliği izliyordu. Jandarmalar
hançerden rahatsız oldular. Hançerin yasak olmasına karşın köy delikanlılığın
bir aksesuarı olduğuna jandarmalar ikna edildi.
Daha sonra Âlim amcaların kamyonu geldi ilçeden. Parayı
veren düdüğü çalar misali parası olanlar çoğunluk kamyona doluştu.
Büyüklerimden kimse yoktu orada. Ağlamaklı bir yüzle olayı izliyordum. Kamyon
hareket etmek üzereydi. Âlim amcanın babası Sabri dedemiz koltuk altlarımdan
tutum beni de kamyona bindirdi. Sabri Dede, “O iyi insanlar o güzel atlara
binip gittiler.” Anlayışının köyümüzde yaşayan bir canlı örneklerinden sadece
birisiydi.
Kamyon hareket etti. Rampa ve dönemeçli yolları kat ederek
yaylaya yaklaştı. Davul-zurna yaylada yaşayanları da heyecanlandıran havalar
çalıyordu. Akşam yaklaşmıştı. Köyden yaylaya gelenler biraz dinlendikten sonra yayla
içindeki Çift Pınarların başına toplandı. Karanlık bastırıncaya kadar erkekler
coşku içinde bölgesel folklorun en güzel örneklerini sergiledi. Ay dede gümüşü
ışınlarıyla yaylamızı aydınlatmaya başlamasıyla davul-zurna vur patlasın, çal oynaşınla
horonlar gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam etti.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda Pancarcı eğlenceleri üç
gün devam ederdi. İlk gün güneş ufuktan azıcık yükseldiği saatlerde çalgıcılar
maharetlerini icra etmeye başlar. Çift Pınarların başında ya da Şavşat-Ardahan
Karayolu üzerinde Ağır Bar’dan başlayan oyunlar, Deli Horon, Laz Horonu, Sarı
Seylan, Artvin Barı… oyunlarıyla sürüp giderdi.
Kuşluk vakti yaklaşır, çobanlar otlattıkları sağılan
hayvanlarını sağım için yaylalara getirir. Kahvaltı yapılır, “mal melal” işi
biter. Kadınlı-erkekli, çoluk çocuk çalgıcılar eşliğinde yayla düzlüklerine
yürür. Kadınlarla erkekler aralarında epeyce mesafe bırakarak halı
yumuşaklığındaki çimenlere yerleşirler. Oyunlara devam edilir. Çalgıcılar
erkeklere ve kadınlara sıra ile en az iki kez çalar. Kadınlarımızda yöresel
oyunlar oynarlar. Bazı yıllar komşu Ardahan yaylalarından kadınlı-erkekli
guruplar gelip oyunlara katılırlar.
Üç gün süren Pancarcı eğlenceleri yayla düzlüklerinin
farklı taraflarında devam eder. Eğlenceler içinde çocuklardan başlayarak köyün başpehlivanlığı
için karakucak güreşleri yapılır. Turna Gölü düzlüklerinde yapılan pancarcıda
köy delikanlılarının katılımıyla, sayıları yirminin üzerindeydi, kros koşusu
yapıldığını anımsarım.
Pancarcı, köyümüzün orta yaşlı ve yaşlı kesimlerince
özlemle anımsanan hoş bir geleneğimizdi. Yıllarca izleme güzelliğini yaşadığım
bu geleneğimiz büyük bir dostluk, hoşgörü içinde süren köy kültürünün önemli
bir olayıydı. Köylerin boşalmasıyla birçok güzel geleneğimiz gibi bu gelenek de
maalesef artık yapılmaz oldu.