Vicdan
konusunda ne kadar yazı yazılsa azdır. En güzel olgu vicdan rahatlığı içinde
yaşayabilmek… Vicdan rahatlığı ancak kimselerin özgürlüğüne müdahale
edilmediği, insanlardan farklı olmadığımız bilincinde olunursa sağlanır dersem
fikrimin yabana atılmayacağını umarım. Böylesi düşünceleri yaşamının olmazsa
olmazları arasına katanlara ne mutlu! “En
büyük amirim vicdanımdır.” Sözünü de sürekli kalplerde hissetmek; huzurlu ve
mutlu yaşamanın makbul manifestosu olsa gerek.
Vicdan,
vicdan azabı konusunda bir değil iki anekdot anlatmak isterim. Turgay Şener’den
dinlemiştim. Türk futbolunun yetiştirdiği Ulusal Futbol Takımının yıllarca
kaleciliğini üstlenen saygın futbol adamı şöyle diyordu bir televizyon
programında:
“Gün
içinde istemeyerek de olsa bir yanlışlık yapsam, hata işlesem; istemeyerek de
olsa hatamı o an hissetmeyebilirim. Fakat gece yastığa başımı koyduğumda
vicdanım Turgay sen bugün hatalısın diye beni uyarır.” Bu anekdotu zaman zaman
anımsar, bir kez de yüz yüze selamlaşma olanağı bulduğum O, büyük spor adamına
hayranlık duygularım kabarır.
Din
ulularımızdan Hz. Ali’den de vicdan konusunda bir kıssa okumuştum.
Peygamberimiz,” Ben ilmin şehri, Ali şehrin kapısıdır.” Dediği İslam’ın
talihsiz 4. Halifesi şöyle diyordu:
“İnsan
bir günah işlediğinde, hatalı bir davranışta bulunduğunda kalbinde bir siyah
nokta belirir. Aynı günahı bir daha işlemeyeceğine tövbe ederse kalpteki nokta
silinir. Fakat günah işlenmeye, hata yapmaya devam edilirse işlenen her günah
sonunda oluşan siyah noktalar kalbi kaplar. Kalp kararır. Bu duruma muhatap
olan insanda helâl, haram algısı kaybolur. Vicdan devreden çıkar. Günah
işlemek, harama ulaşmak helal olan fiilleri işlemekten daha hoş gelir kalbi
kararanlara.”
Klasik
deyişle gönül ister ki, hata yapmadan yaşayabilelim. Hata da insanlar için diye
bir görüş vardır. Her ne kadar züğürt tesellisi olsa da bu görüş, hatalar da yaşama
dair….
Öğrencilik
yıllarında yakında Personel Kanunu çıkacak, öğretmenler ekonomik sıkıntı çekmeden
yaşayabilecekleri bir maaşa kavuşacaklar haberi ilgimizi çekerdi çokça. Bu
haber doğrultusunda öğretmen-öğretmenlerin mali sorunlar yaşamayacağı kanaati
uyandırırdı bende. O bakımdan yükseköğrenim yapma olanaklarımı yetesiye
zorlamadım.
Kazın
ayağının öyle olmadığını meslek yaşamımın her aşamasında tattım. Hala anımsarım
550 TL’ydi ilk maaşım. Birkaç ay sonra beklenen kanun yürürlüğe girdi. Bu kez
875 lira oldu yeni mezun öğretmenlerin maaşı. Çalıştığım köy ulaşımı olmayan,
uygarlığın tüm nimetlerinden uzak bir köydü. Dünyayla iletişim kurmanın tek
yolu bir radyoya sahip olmaktı. Sözü uzatmayalım. 925 TL ödeyerek bir radyo
aldığımda maaşım bir radyo almaya yetmemişti.
Yıllar geçti
rüzgâr gibi. Büyük çocuğum ortaokul öğrencisi olmuştu. Büyük uğraşlar sonunda mesleğimin
15. Yılında şehre atanmam yapılabildi. Neyse ki, kuruluşunda ve işleyişinde
görev aldığım kooperatifimiz sayesinde ev sahibi olmuştum. Kooperatif için
maaşımın yarısını ödemek zorunda kaldığım için yoksulluğun en onulmazını
yaşıyordum köy öğretmenliği yıllarımda.
Eşim ev
kadını, şehrin masrafları köy gibi olmuyor elbet. Evin eşyaları, odun-kömür
parası, elektrik-su derken sürekli kemerimi son deliğini kullanmaktan öte bir
çıkar yol yoktu.
Beş güzel
yıl şehirde öğretmenlik yaşadım. Daha otuzlu yaşlarımın başındayım. Bu beş yıl
içinde okulda geçen zamandan kalan zamlarımda en az beş işte çalıştım benim
gibi tek maaşlı öğretmen arkadaşlarımla. 18 daireli bir kooperatifin kapı
pencere yağlı boya, badana işlerini yaptık 3 öğretmen. Kitap pazarladım. Hafta
sonu futbol maçlarında görev aldım.
Dışarda
çalıştığım işlerin birisinde hak ettiğime yüzde yüz kani olamadığım bir miktar
para geçti elime. Eşimle kızım da hafta pazarında sokakta o yılların en büyük banknot
para bulmuştu. Maalesef o parayı da kullandık. Evin giderleri için harcadığımız
bu paralar geçen her gün uykularımı kaçırdı. Gerçi daha sonra öğrendim. Sahibi
bulunması olanaklı olmayan para eğer aile ihtiyaçlıysa ailenin giderlerinde
kullanmanın etik olduğunu. Yine de vicdanım hiç rahat değildi. Günler geçiyor hakkım
olmadığı kanısını taşıdığım paraların kefaretini ödemem kısmet olmuyordu.
Hiç ummadığım
bir anda kendimi Türk Kültürü ve Türkçe Öğretmeni olarak yeşil ovalarla bezeli
Almanya’da buldum. Özellikle çocuklarımın yükseköğrenim yapmaları için yaşadım
acı vatanın gurbetini. 6 yıl çabuk geçti Almanya’da. Yurda döndüm. Ekonomik sorunlarımı çözmekte yurt dışı
görevim iksir görevi yaptı.
Hakkım olduğuna
kani olmadığım yıllarca vicdan azabı yaşamama neden olan para konusunu
anımsadım. Kuyumcuya gittim. O paraları harcadığım yıllardaki miktarından daha
da fazla söyledim bir rakam. Bu parayla
kaç gram altın alınır harcama yaptığım yılda diye kuyumcuya soru yönelttim. Söylenen
altın değerinin o anda kaç lira eder diyerek bir hesap çıkardık.
Çıkardığımız
rakamın üzerine biraz daha para ekledim. Vicdan huzuru sağlayacağıma inandığım parayı
okuttuğum sınıfımdaki yoksul öğrencilerimin annelerine teslim ettim. Huzur bulmamı
sağlayan ve anımsadıkça vicdan azabı çekmemek için bulduğum çözüm yolu umarım
makbul bir yöntem olmuştur.