Deneme / Kişisel Denemeler

Eklenme Tarihi : 4.04.2025
Okunma Sayısı : 157
Yorum Sayısı : 0

               Hasret sözleri 2023! Kısa, uzun ve anlamlı hasretlik ile ilgili sözler! -  Yaşam Haberleri

 

Önsöz

Bir yerlerde, bir şey fısıldıyor. Sessiz, ama derinden gelen bir ses; sözcüklerle dolu. Hissediyorum sadece. Gecenin koynunda, ya da belki günün ilk ışıklarıyla, bir gölge gibi süzülüyor yanından. Dokunuyor, ama tenimde bir iz bırakıyor; soğuk mu, sıcak mı, karar veremiyorum. Kalbim, o fısıltıyı duyduğunda bir an duraksıyor, sonra hızlanıyor. Sanki bir şey hatırlatılmak isteniyor, ama ne olduğunu bilmiyorum. Belki de bilmek istemiyorum.

Hava ağırlaşıyor bazen. Nefes almak zorlaşıyor, göğsüm daralıyor. Bir ağırlık çöküyor omuzlarıma; tanıdık, ama her defasında yabancı. Ellerini uzatıyorsun, bir şeyi tutmak istiyorsun, ama parmakların boşluğu kavrıyor. O an, her şey bulanıklaşıyor. Gözlerim açık, ama görmüyorum; kulakların sağır değil, ama sessizlikten başka bir şey duymuyorum. Yine de, içinme bir kıpırtı var. Minik, kırılgan, ama inatçı… Sanki bir yerlerde, o ağırlığın altında, bir şey uyanmak için çırpınıyor.

Zaman, tuhaf bir oyun oynuyor. Bazen bir an sonsuzluğa uzanıyor, bazen yıllar bir göz kırpışında kayboluyor. Bekliyorsun. Neyi, neden, bilmeden… Ama beklemek, bir alışkanlık değil; bir ihtiyaç gibi. O bekleyişte, gözyaşların düşmüyor, ama gözlerin yanıyor. Gülüşlerin eksik, ama dudakların titriyor. Her şey, bir şeyin eşiğinde gibi… Kırılacak mı, yoksa yeniden mi doğacak? Bilinmezlik, hem korkutuyor hem de sarıp sarmalıyor.

Ve sonra, bir dokunuş hissediliyor. Beklenmedik, ama sanki hep oradaymış gibi. Bir sıcaklık yayılıyor, önce yavaşça, sonra tüm benliğini kaplayarak. O ağırlık, o bulanıklık, bir an için dağılıyor. Nefes alınıyor yeniden; derin, hırslı, canlı bir nefes. İçinde bir şey filizleniyor, küçücük ama capcanlı. Solmuş olanlar hatırlanıyor, ama bu kez hüzün değil, bir umut taşınıyor. Haftalar, aylar geçecek belki; ama o filiz, o kıpırtı, bir gün çiçeklenecek. Gölgeler hâlâ orada, fısıltılar hâlâ duyuluyor. Ama artık, bir şey değişiyor. Sessizce, derinden, ama kararlıca… Bu, bir hikâyenin başlangıcı mı, yoksa bir sonun yankısı mı? Belki ikisi de değil. Belki sadece bir his, bir nefes, bir an. Okunduğunda, bir şey hatırlanacak; ama ne olduğu, kime ait olduğu, bilinmeyecek. Gölgeler fısıldamaya devam edecek ve o filiz, sabırla, açmayı bekleyecek.

Rabbim bizi izliyor şükür... Gözler görmüyor, ama varlığı, yüceliği, Rahmeti… Hissediliyor. Bizse olanları izlerken, neyi bekliyorsak müdahale etmek için olaylar, kargaşaya…Hayat bazen Bir düşüşü, bir yükseliş… Yoksa sadece, o gölgeler arasında kaybolan bir silueti miyiz? Sorular birikiyor, ama cevaplar dağılıyor. Belki de önemli olan, soruların kendisi. Belki de o fısıltılar, o dokunuşlar, o kıpırtılar, bir şey söylemek istiyor: “Buradasın. Hissediyorsun. Yaşıyorsun.” Ve bu, her şeye rağmen, bir teselli gibi…

 

Düşüş Ve Uzanan El

 

En sonunda yere düşüyorum(Düşüşüm, yani o sevdiğime, nasıl olup da sevdiğimi söyleyemedim ve elimden kaçtı; işte bunun düşüşünden söz ediyorum. Hasret ilinde kalan, nasıl kavuşmayı anlatabilir ki? Ben de hasret ilinde kalan bir âşık olarak, ancak hasreti bu şekilde hissedebildiğimi yazabiliyorum.   ). Bu düşüş, bir anlık kayıp değil; sanki uzun zamandır içimde biriken, sessizce büyüyen bir ağırlığın nihayet bedenimi ele geçirmesi. Acıdan ağırlaşan vücudum, salonun parke kaplı zeminine hızlıca çarpıyor. Önce gövdem sarsılıyor; omuzlarım, kollarım, kaburgalarım bir an için isyan edercesine titriyor. Sonra başım… O son darbe, düşüncelerimin dağılmasına, zihnimin bulanık bir sisle kaplanmasına neden oluyor. Doğrulup kalkmaya gücüm yetmiyor. Bacaklarım, bir zamanlar beni taşıyan o sadık yoldaşlar, şimdi sadece hareketsiz birer yük. Nefes alamıyorum. Boğazımın üstünde kara, kirli yosunlarla kaplı bir kaya parçası var sanki. Bu his, bir metafor değil; gerçekliğin ta kendisi gibi. Sanki ciğerlerime hava değil, ıslak, soğuk bir çamur doluyor.

Düşmek, yalnızca fiziksel bir eylem değil. Zihnin, ruhun ve bedenin aynı anda teslim olduğu bir an. Yerçekimi, yalnızca cisimleri değil, umutları da çeker. O an, parkelerin soğuk yüzeyinde yatarken, zaman durmuş gibi hissediyorum. Saniyeler uzuyor, her biri bir ömre bedel. Gözlerim gökyüzüne dikilmiş, ama gördüğüm şey gökyüzü değil; içimde biriken, yıllardır susturduğum gölgeler, kelimeler. Bu düşüş, belki de uzun zamandır kaçtığım bir yüzleşme. Ayağa kalkamamak, sadece kaslarımın zayıflığı değil; irademin, cesaretimin, direncimin tükenişi.

Boğazımdaki o kaya, ne kadar tanıdık bir his. Kirli yosunlarla kaplı, ağır, kaba. Sanki çocukluğumdan beri orada, sessizce büyüyüp genişleyerek beni bekliyor. Nefes almaya çalıştıkça, o kaya daha da bastırıyor. Sözcükler boğazımda düğümleniyor, çığlıklar içimde hapsoluyor. Bu, yalnızlığın ağırlığı mı? Yoksa bastırılmış korkuların, söylenmemiş sözlerin birikimi mi? Belki de her ikisi. İnsan, ne kadar güçlü olduğunu sanırsa sansın, bir gün o kayayla tanışır. Kimisi onu yutar, kimisi onun altında ezilir. Ben, şu an, ezilenlerdenim.

Parkeler soğuk. Ama bu soğukluk, tuhaf bir şekilde teselli veriyor. Düşüşümün tanığı olan bu zemin, beni yargılamıyor. Ne bir ses, ne bir hareket… Sadece var. Belki de hayatın kendisi böyle bir şey: Sessiz, tarafsız, ama her zaman orada. Ayağa kalkmak istiyorum, ama kalkamıyorum. Bu çaresizlik, içimde bir fırtına koparıyor. Kalkarsam ne değişecek ki? Yine aynı odada, aynı gölgelerle, aynı kayayla baş başa kalacağım. Belki de düşmek, bir son değil; bir başlangıç. Teslimiyetin, kabullenişin başlangıcı bu olsa gerek.

Nefes alamamak, yalnızca bir anlık panik değil. Hayatın bana sunduğu bir pişmanlık. Her nefeste, o kayayı biraz daha hissediyorum. Onu söküp atmak istiyorum, ama ellerim boş. Belki de bu kaya, benim bir parçam. Onu yok etmeye çalışmak, kendimi yok etmek olur mu? Bilmiyorum. Tek bildiğim, şu an burada, bu parkelerin üzerinde yatarken, kendimle yüzleştiğim. Acı, ağırlık, nefessizlik… Hepsi benim. Hepsi benden.

Ve sonra, bir an için gözlerimi kapatıyorum. Karanlık, o kayayı görünmez kılıyor. Hâlâ orada, hâlâ ağır, ama gözlerim kapalıyken ona bakmak zorunda değilim. Belki de kurtuluş bu değil, ama bir mola. Düşüşümün ortasında, nefes alamasam da, hâlâ hayattayım.

 Devam edecek inşallah

Mehmet Aluç

Not:Editöryel çalışma gerçekten yazıyı tamlayan duygu ve hisleri apaçık gösteren bir unsur, bunu fark ediyorum bu editöryel çalışmasından sonra...


( Düşüş Ve Uzanan El -1- başlıklı yazı kul mehmet tarafından 4.04.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu