Günlük – Anlaşılmayanların Sessiz Defteri
H. Çiğdem Deniz
26 Ekim 2025
Bugün yine yazdıklarımın esintisi havada asılı kaldı. Birileri okumuş belli; kimi bir beğeniyle dokundu satırlarıma, kimi susarak geçip gitti. Fakat hiçbiri yanıma gelip “Bunu neden yazdın, içinden ne geçti?” diye sormadı. Yalnızca uzaktan seyrettiler. Hatta bazıları kelimelerimi alıp küçük bir sahne oyununa çevirdi; ses tonlarıyla, mimikleriyle, hafif bir alayla… Sanki beni anlamak için değil de göstermek için okumuşlar.
Oysa ben kelimeleri sahneye taşınsın diye değil, kalplere insin diye yazdım.
Bazen düşünüyorum; bu sessizlik yalnız bana mı ait? Sonra Franz Kafka geliyor aklıma. İnsanlar yazdıklarını okur ama yüzüne söylemezdi; onun yerine fısıltılar, taklitler dolaşırdı etrafta. O kadar incinmişti ki, ardında bıraktığı her şeyi yakmalarını istemişti. Çünkü okunmak başka, anlaşılmak bambaşkaydı.
Virginia Woolf da günlüğüne yazmıştı: “Beni okuyorlar, ama benimle konuşmaya cesaret edemiyorlar.” Yazdıkları üzerine düşünmek yerine fısıltılarla, teatral taklitlerle onu seyreden insanlar… Kelimeleri sahnedeydi; ama ruhu yalnızdı.
Bizim coğrafyamızda da bundan az değil. Sait Faik Burgazada’nın dar sokaklarında gezerken yazdıkları dilden dile dolaşırdı; ama kimse yüzüne gelip bir cümle etmezdi. Bazen kahve köşelerinde onu taklit eder, hikâyelerini sahne gibi anlatırlardı. O ise yalnızca defterine yazardı: “Yazmasam delirecektim.”
Tezer Özlü ise insanların onu değil, onun etrafında dolaşan hikâyeyi konuşmasını anlatır. Yazdıklarının ağırlığıyla yüzleşemeyenler, anlamak yerine sadece seyretmeyi seçerdi.
Sait Faik’in yalnızlığı nasıl Burgazada’nın sakin rüzgârlarında gizliyse, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sessiz kırgınlığı da şehirlerin gürültüsünde bile duyulacak kadar derindi. Onu okuyan çoktu ama anlayan az. Dost meclislerinde yazdıkları üzerine konuşulmaz, daha çok susularak geçilirdi. Kendisi de bu hâli “Ne içime sokabildim insanları, ne dışıma atabildim.” diye tarif etmişti. Etrafındaki insanlar yazılarını takdir eder gibi görünür, fakat asıl meseleye — yüreğinin çırpınışına — kimse dokunmazdı. Kelimeleri hafifçe sahnelenir, ama düşünceleri hep seyirci koltuğunda bırakılırdı.
Tanpınar da tıpkı Kafka gibi anlaşılmamakla, Woolf gibi sessizlikle, Sait Faik gibi içten içe duyulan ama dile getirilmeyen bir yalnızlıkla yaşadı. Yine de “sükût suikasti”ne uğrasa bile yazmayı seçti; çünkü yazmak onun için yalnız bir merak değil, varoluşun ta kendisiydi.
Bugün düşünüyorum: Belki de yazmak biraz Tanpınar gibi yaşamaktır; ne tamamen dünyaya ait, ne tamamen kendine… İkisinin arasında ince bir sızı gibi durmak. Okunmakla anlaşılmak arasındaki o görünmez çizgide, insanın kendi iç sesine tutunmasıdır yazmak.
Bugün yine defterimi açtım. Onlar konuşmasa da, içimdeki ses susmasın diye… Belki yarın biri gelir, yalnız satırlara değil, sahibine de kulak verir. Ve o zaman bilirim: Yazmak, yalnız bir çaba değilmiş; iki insan arasındaki en sessiz köprüymüş.
(
Günlük – Anlaşılmayanların Sessiz Defteri başlıklı yazı
çitlembik tarafından
26.10.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.