MENDİLDEKİ PARA

 Mahallenin gençleri, futbol oynamak için yine toplanmışlardı. Mete ile Yavuz, kaptan olarak adamlarını seçmek için karşılıklı ayak sayıyorlardı. Mete, yarım ayakları da kullanarak ağır davranma taktiğini seçmiş iken Yavuz; kararlı, hızlı ve emin davranıyordu. Neticede ilk seçme şansı onun oldu. Adamlar, birer birer belirleniyordu: Ahmet, Celal, Vehbi, Zeki...

Oyun kuruldu ve maç başladı. Herkes yuvarlak meşinin etrafında dört dönüyordu. Dakikalar birbirini kovaladıkça hırsın ve mücadelenin toplamı, nefes nefese soluklara ve ter damlacıklarına dönüşüyordu.

İlk gol, Yavuz ve Celal’in paslaşması neticesi Yavuz’dan geldi. Gol sevinçlerini bağrışmalarla, kucaklaşmalarla ve ritmik alkış tempolarıyla belli ederlerken bir yandan da nefeslerini kontrol etmeye çalışıyorlardı. Alınlarında ve enselerinde biriken terleri, yenilerinin yerlerini daha rahat alabilmesi için ellerinin tersiyle sürekli siliyorlardı.

Rakip taraf, birbirlerine bağırmakla ve faturayı kesmekle meşguldü. Herkes, bir başkasının suçlu olduğunu el hareketlerini, ayaklarını yere vurmalarını alet ederek ikna et-meye çalışsa da bütün bunlar nafileydi. Bundan istifade eden aslında suçun tâ kendisiydi. Çünkü kendisi bir yerlere sinerek, kendisini ört bas ederek başkalarını sahneye sürmüş ve olup bitenleri seyretmeyi yeğlemişti.

Mete, “Hepiniz de kesin!” diye bağırdı arkadaşlarına. Bu bağırma, adamların yerlerini değiştirerek mukavemette bulunmak olduğu gibi ezilmemek için de gerekli tedbirleri almak ve karşılık vermek anlamındaydı.

Plan, hemen uygulamaya konulsa da onlar açısından misillemenin henüz adı bile okunmuyordu. Çünkü Mete’nin uyarıları ve sinirli hallerinin endamı, ortalıkta cirit atıyordu. “Hücum!..” Bir sonuç yok. Sonuç olmayınca Mete, kendisini için için yiyordu, sessiz haykırış ve tavırlarla.

Maddenin ve ruhun farklı hallerinden bir kaçına bürünmüştü adeta. Aslında arkadaşlarına fazlasıyla yüklendiğinin açık ve seçik bir şekilde farkındaydı. “Top geçmiyor. Çin Seddi gibi! Ya bunlar çok güçlü, ya da şans bize suratını asıyor.” dedi, oyunun bu akışına bakarak.

Son bir gayretle ileriye bir daha atıldılar. Celâl, burnundan soluyordu. Çünkü yüzerek kuyruğuna kadar gelmişken kimseler ortalıkta yoktu. Mete, “Celâl! Buradayım, geldim.” der gibi bakarak onun imdadına yetişti. Güzel pası, a-yağında yumuşattı ve tam doksandan güzel golünü attı.

Sevinme devranı el değiştirmişti. Celal alnının terini, elinin tersiyle siliyor ve “İşte bu! İşte bu!..” diye yırtınırcasına bağırıyordu. Mete, yere dizlerinin üzerine çökmüş “Goool!..” diye basbas bağırıyordu. Suça ortak olmasalar da herkes karınca kaderince sevince ortaktı.

Yavuz’un ekibinde ise süslenmiş, bezenmiş bir sessizliğin âlâsı sergileniyordu. Vehbi, Erdem’in yanlışlığından dolayı gol yediklerini Yavuz’a imalı yollarla ifade etmeye çalışırken Yavuz, adamlarının hepsine birden dönerek:

- Yok öyle! Zaferde nasıl ortaksak, hezimette de ortak olmalıyız. Hem pes etmeden birlikteliğimizi, göstereceğiz. Anlaşıldı mı, diye bağırdı.

Bu konuşmanın ardından “Sükût, ikrardandır.” sözünün kompozisyon olarak açılımı sergileniyordu. Bu durum, çok sürmedi. İnancın, birlikteliğin ve ekip ruhunun meyvesi Erdem’in öpülesi ayağından geldi.

Herkes sevincinin portresini kendi anlayışıyla çizerken Vehbi, utancından yerin dibine geçmişti. Köşe bucak saklanacak bir yer arıyordu. Yavuz, bunu sezince Vehbi’nin gözlerini aradı. Fakat gözler birbirleriyle bir türlü ittifak sağlayamıyordu. Bakışları, nihayet örtüştü. Yavuz, başını ilk önce ona, ardından da Erdem’e yöneltti.

Vehbi sıkıla sıkıla anladığı bu emri, muti bir asker edasıyla yerine getirmek için Erdem’e doğru yürüdü. Erdem’in yönü, hâlâ rakip kaleye doğru dönüktü. Vehbi, onun arkasında suskun kelimeler, suçluluk psikolojisi, pişmanlık ve özür dilemede yutkunan bir bedeniyle hiç kımıldamadan vitrindeki cansız bir manken gibi duruyordu.

Erdem, kaptanına bakmak ve fazla sevincin doruklarında dolaşmanın iyi bir şey olmadığını bildiği için doğrularak yönünü değiştirdi. Onu karşısında cansız bir ceset gibi görünce birden Vehbi oluverdi sanki. Belki de prototip, bu demekti.

Vehbi’nin meramını anlamakta hiç güçlük çekmedi. İlk hareketi, muhatabını daha fazla bir de kendisi çiğnemeden o gerçekleştirmek için omzuna sağ eliyle şefkatle dokundu. Elini hiç konuşmadan bir süre öylece tuttu. Vehbi, bu manzara karşısında erimeye meyil gösteriyordu. Erdem, davranışlarını söze çevirmenin artık zamanının geldiği inancındaydı. Bunları söze dökerek:

- Aldırma! Affettim seni. Aynı duruma ben de düşebilirdim. Sevince ve hüzne, her zaman takım ruhuyla ortak ol-malıyız.

Emre, eriyip gitmişti adeta. Tasdik mahiyetinde başını salladı yavaşça. Bir an duraksadıktan sonra:

- Beni affet! Sana çok haksızlık ettim. Biliyorum, suçluyum. Söylenecek bir şey yok aslında. Bir anlık…

Gerisini daha fazla getiremedi. Sadece yutkundu. Mete ve arkadaşları, bildik bir senaryonun aynı bölümlerinden birkaç enstantaneyi tekrarlamakla meşguldüler.

Bir ara Zeki, Mete’yi bencil davranmakla ve şov yapmakla suçlayarak daha da ileri gitti. Mete, bu ithama kayıtsız kalamadı. Bu sinirle topa öyle bir vurdu ki top, Niyazi Amca’nın büyük penceresindeki camı şangır şungur yere indirdi.

Cam parçalarının sesleri, çocukların üstünde sessizlik tahakkümü ilan etmişti. Hepsi de sessiz sedasız gözlerden ırak köşelere gizlenmek için var güçleriyle koşuşarak çil yavruları gibi dağılıverdi.

Avazı çıktığı kadar bağırıp çağıran, kızgınlık gösteren birileri olmayınca yavaş yavaş tekrar toplanmaya başladılar. Fakat bu toplanış, aslında bir tartışmaya daha zemin hazırlamıştı. Çünkü gençlerin büyük bir çoğunluğu, Mete’yi günah keçisi ilan etmişti. Zeki’yi suçlayanlar ise parmakla gösterilecek kadar azdı. Taraf olanlar, çözümde bir yer alıp problemi bertaraf edecek yerde yeni bir tartışmaya tekrar meydan vermek üzereydiler. Çünkü Mete de Zeki’ye dönerek:

- O şom ağzını açmasaydın bunlar, başımıza gelmeyecekti.

Zeki hiç durur mu?

-          Şov yaptın. Sen kırdın işte!

Yumruklar tam da konuşmak üzere iken Yavuz, yanlarına gitti ve onlara “Kesin!..” diye bağırdı. “Bu cama şimdi nasıl bir çare buluruz? Onu düşünelim, hep birlikte.” diye devam etti.

Bir sessizlik toprağıyla örtülmüştü, tartışmanın ve onun doğuracağı akıbetlerin üstü. Acaba çözüm ne olabilirdi? Olanlardan bir de ailelerinin haberleri olursa, akıbetleri nice olurdu? Yavuz, çocukların hepsini bir el işaretiyle etrafında topladı. “Şimdi hepiniz dinleyin beni.” diyerek devam etti:

-Bu, sadece Mete’nin veya Zeki’nin suçu değildir. Hepimizindir bu suç. Öyleyse kaçmamamız, birbirimize destek olmamız gerekir. Hani hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindi. Nasıl unuturuz, bu sözümüzü?

Zeki, bilgiç bilgiç ”Nasıl olacakmış, bu çözüm acaba? O yüksek fikirlerinizden bir faydalanalım bakalım.” deyince Yavuz:

- Kesin sesinizi de önce bir dinleyin. Önce dinlemesini öğrenin. Tamam mı? Herkes, şimdi destek olmak için cebindeki parasının bir bölümünü verecek.

Zeki, yine atıldı:

- Niye başkasının ceremesine ortak olacakmışım ki? Kıran o. Öder.

Bunun üzerine bütün bakışlar, ona yöneldi ve herke-sin mırıltısı ateşlendi. Yavuz, bunlara hiç aldırmadan cebinden mendilini çıkardı ve ortaya koydu. Örnek teşkil etmek için ilk parayı, hem de onların içlerinden en fazla parayı da kendisi koydu mendile. “Haydi! Herkes karınca kaderince elini cebine atıp mendile para koysun diyorum.” diye bağırınca mırıltılar, pes etmek zorunda kaldı. Herkes, avucunun içindekini mendile koymaya başladı.

Yavuz:

- Bunu, şimdi bahçeye bırakacağız. Evde birilerinin o-lup olmadığını bilmiyoruz. Yine de seslenmeliyiz Niyazi Amca’ya. Onun kulakları duymuyor yaşlılıktan. İhtimaldir ki camın kırılışını bile duymamıştır!

Yavuz ve Mete önde, diğerleri de arkalarında bahçe kapısından içeriye girdiler. Seslenmelerine hiçbir karşılık alamadılar. Yavuz elindeki mendili, bahçe kapısıyla evin kapısı arasındaki toptan birazca küçük taşın üstüne koydu. Tam geriye dönüyorlardı ki Vehbi:

- Allaah! Şu incirlere bak. Hadi yiyelim, der demez koştu ağaca.

Ne Mete’nin ve ne de Yavuz’un uyarılarına kulak astı. Arkasından Zeki koştu. Beğendiklerini yiyorlar, beğenmediklerini atıyorlardı. Henüz olgunlaşmayanlar için de aynı şey söz konusuydu.

Arkalarından iştahı kabaran birkaç kişi daha ağaca yöneldiler ki simsiyah, kocaman bir köpek kalın bir sesle havlayarak önlerine doğru koşmaya başladı. Hepsinde de bir kaçma telaşı... Vehbi ve Zeki, bu bekçinin cesametinden o kadar korkmuşlardı ki gözyaşlarını buna şahit yapıyorlardı. Gözyaşlarının suçlarının renklerini soldurmaya tek başına yetmediği, her ikisinin de Yavuz ve Mete’ye haykırırcasına “Kurtarın bizi!” diye bağırışlarından belliydi.            

Yavuz ve Mete onların aslında başkalarının sahip oldukları şeylere izinsiz el sürdükleri için bunu hak ettiklerine inandıklarını, kafalarını sallayarak ima ettiler. Fakat arkadaşlarını içler acısı ve pişmanlık manzarasıyla bırakmayı içlerine sindiremediler.

Yerden aldıkları taşları, köpeğe istemeyerek de olsa atmaya başladılar. Köpek, havlamalarıyla taarruza geçerek onlara diş geçirmeye çalıştıysa da boynundaki zincir, köpeğin elini kolunu bağlamıştı.

Köpek, bu kadar kişi ve onların silahları karşısında pes edip geri dönmek zorunda kaldı ve kulübesine çekildi. Görevinin mesuliyetinden olmalı ki onlara bazen saldırı hareketi, bazen de dişlerini göstererek havlamasını sürdürüyordu köpek. Bazen de inleme sesleri yükseliyordu ki taşlardan bir kaçı, demek ki canını yakmıştı köpeğin. Yoksa bütün bunlar, bir yenilgiyi hazmedememekten dolayı mıydı?

Vehbi ve Zeki, kurtuluşlarını etraflarına gülücükler dağıtarak kutluyorlardı. Her ikisinin de “Biz aslında korkmamıştık köpekten.” demeleri,  nankörlüğün bir alameti olduğundan arkadaşları arasında acı tebessümlerden gülüşlere doğru bir inkılâp olmuştu.

Hepsi de buradan başlarına daha fazla bir şey gelme-den topuklamayı daha uygun buldu. Arkalarında para dolu bir mendili, asmadaki üzümlere bedel timsali bırakmışlardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

( Mendildeki Para başlıklı yazı REİS-1 tarafından 3.02.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.