KESEK
Açık deniz mavisi boyalı odaya girdim. Her zamanki yerime oturdum. Kahverengi uzun koltuk, odanın uyumunu bozuyordu. Kaç kere hatırlattığım müzik sistemi, hâlâ kurulmamıştı. Sarı lamba, yine hem gözlerimi alıyor, hem de sinirimi bozuyordu. Lamba, yine değiştirilmemişti. Masayla uyumlu olan koltuk, beni çok daha rahatlatıyordu. Psikologun masada oturmayıp karşımda oturması, çok hoşuma gidiyordu. Çünkü bu durum, söyleşimizin resmi bir havada değil de samimi bir atmosferde gerçekleşmesinde temel fonksiyon oluyordu.
Sol kolumu, masaya
dayayarak onu kendime destek yaptım. Konuşabilmem için rahat olmam gerekiyordu.
Çünkü psikolog, bugün iç dünyamın derinliklerine inmemi; oralardan paslanmış
çivileri, kara toprağın bağrına karışmış altın ve elmasları çıkartmamı isteyecek.
Belki zor olacak iç dünyamın kapılarını aralamak, içeriye dalmak ama…
Süeda nihayet girdi
odaya. Her zamanki gibi beni güler yüzle karşıladı. Hatırımı, bu hafta neler
yaptığımı sordu bana. Ona hayat karşısında ezildiğimi, yıkıldığımı hissettirmemek
için bir başka kuruldum koltuğa. Ben de ayak ayaküstüne attım. Ses tonuma
güvenden bir parça yükledim. Taptaze jest ve mimiklerimi hazır ettim. Sağ
ayağımı, yere adeta çiviler gibi sapasağlam bastım. Gözlerimle onun üstünde
hâkimiyet kurmaya, hatta yeri geldiğinde kuşatmaya giriştim. Bakışlarımız
kesişerek yüzleştiğinde başımı öne eğdim, derinden derine sessizliklere
gömüldüm.
Süeda konuşmam
konusunda bana hiç ısrarcı davranmıyor, beni bir kedi gibi köşeye sıkıştırmak
için uğraşmıyordu. Bu durum, benim adıma bu yönüyle çok iyi demekti. Fakat
zamanı verimli kullanamadığım için aleyhimeydi bu durum.
- Annenizin
beğendiğiniz ve beğenmediğiniz üçer yönünü sıralayınız bana, dedi.
Uzun uzun düşündüm bu
soruya cevap verebilmek için. Hâlbuki dıştan verilecek cevabın lehte ve aleyhte
birlikte ele alınması ne kadar da kolay görünüyordu. Tartının kefelerini
ayarlamakta ve bunları bir dengede tutmakta bir hayli zorlandım. Çünkü söz konusu
olan annemdi.
- Annem, hayatım
boyunca bana bir kere olsun “Oğlum!” diye hitap etmedi. Bir kere olsun başımı dahi
okşamadı.
- Başka?..
- Yemek yerken her
şeyi önüme yığar adeta. Ekmek dâhil… Tok olsam dahi yemem konusunda çok
sıkıştırır beni. Bunaltırcasına…
- Başka?..
- …
- …
- Başka?.. Konuşmak
ister misin, yoksa susmayı mı tercih edersin?
- Babam, daha çok
sever beni. Bir başka kıymet verir bana. Emekli olmadan önce çok sert biriydi
babam. Emeklilikten sonra çok mülâyim bir adam olup çıkıverdi. Kurumda müdür
olmadığım halde bana “Müdürüm!” diye hitap eder babam.
- Demek ki anneniz,
hep fiziki ihtiyaçları gidermekle meşgul olmuş, diyerek konuya değişik açıdan
yaklaştı Süeda.
Kaç tane söylediğimi
sayamadım. Duraksayarak konuşuyordum şimdi. Benden yeteri kadar cevap alamamış
ol-malı ki “Üçleri tamamlamadın henüz.” dedi bana. Ben, yine derin sessizliklere
kulaç atmayı yeğledim.
Geçmişin şekilden
şekle bürünmüş acıları, hatıraları bilinçaltından dış dünyaya doğru yol alırken
acıtıyordu ruhumu; kanatıyordu yüreğimin her yanını ince ince, usul usul...
Acılar kolay kolay
unutulmaz; ama unutmanın da bazen ne kadar güzel bir nimet olduğu kararına
vardım o an. İnsan, annesinin aleyhinde konuşur muydu hiç?.. Aleyhinde de
konuşsam o, benim annem. O, beni bir doğuran kadın olduğu için annemdi benim nazarımda. Çünkü
annemi seçmem, benim elimde değildi.
- Annenle ilgili
çocukluğuna ait birkaç hatıranla devam edelim mi Mustafa Bey, dedi bana bunları
fark eden Süeda.
Geçmişe doğru
sürüklenmek ne kadar da zordu o an. Ama anlatmak zorundaydım. Beni belki
rahatlatır düşüncesiyle bir kahve rica ettim kendisinden.
- Annem, çok baskı
uyguladı bana. Terlik ve süpürgeyle çok dövdü beni. Evi süpürttü, toparlattı.
Yemek yaptırdı bazen de. Çocukluğumu hiç yaşayamadım ben. Ama hiç… Kardeşlerime
baktırdı bana. Çok zor büyük olmak, çok zor…
- ...
- Küçük kardeşim ve
ben, bir gün arka sokakta oynuyorduk. Bahçenin biri, küçük bir traktörle yeni
sürülmüştü. Hangi arada oldu bilmiyorum. Muhtarın kızı Feriha, kaşla göz
arasında bir kesek alıp kardeşimin kafasına atmış. Niye attı, onu da
bilmiyorum. Kafası şişen kardeşim, ağlayarak soluğu, evde alıyor. Annem, dövmek
için sokaklarda kovaladı beni. Sonra da oklavayla dövdü beni, kardeşini niçin
kollamıyorsun diye.
- Annenin
kardeşlerinin biri yüzünden seni başka döv-düğü oldu mu hiç?
- Olmaz mı? Olmaz
mı?..
- Kız kardeşim bir
fırsatını buldu mu kömür ya da toprak yerdi. Bir gün ben oynarken gözden
kaybolmuştu. Ara, ara… yok. Meğer Medine Teyze’nin korkuluğu olmayan
merdivenine çıkmış. Onu bulduktan sonra ben, annemden yine…
Bu sefer de lafımı
tamamlayamadım. Çünkü gülme krizi tuttu beni. Ağlayacağım yerde gülmüştüm ben.
Muhatabımı sinir etmemek için kendimi kasmak zorunda kaldım. Çok zor frenledim
kendimi.
- Geçti mi Mustafa
Bey, diye sordu Süeda.
- Geçti, dedim, gayet
sakin bir tavırla.
- Şimdi nasılsınız
Mustafa Bey?
- Daha iyiyim, daha
iyi...
- Devam edelim mi?
- Edelim hocam!
- Kardeşlerin bunları
biliyorlardır her halde? Peki, kardeşlerin sana nasıl davranıyorlar şimdi?
- Hiçbiri, kadir
kıymet bilmez hocam! Bir kere olsun arayıp sormazlar bile beni. Kesek yiyen
kardeşim, para için düşmandır bana. Kız kardeşim ise fitne fesatçıdır her
zaman. Diğer kardeşim, zararsızdır. Kendi halinde biridir o. Pek faz-la
konuşmaz insanla. Soğuktur biraz. Biberonla mama yeme hastasıydı o. Kocaman
olmasına rağmen bırakmamıştı biberonu. Bu yüzden çocukluğumda onu çok
kollamışımdır anneme karşı.
- Annen hakkında ne
düşünüyorsun?
- Anneme karşı öfke
ve nefret doluyum. Hele hele bunlar gibi daha nicelerini hatırladıkça…
- Bilinçaltı olarak
annene öfke ve nefret duyman gayet normal. Fakat annenin nasıl bir ortamda
yetiştiğini düşündüğünde…
- Bir orman köyünde
yetişmiş annem. Eğitim görmemiş hiç. Okuma yazmayı 12 Eylül İhtilalinden sonra
biraz öğrendi.
- Pekiyi, onu böyle
yetiştiren kim?
- Kim olacak, anneannem…
- Onu yetiştiren…
Zincirleme bu böyle uzayıp gider Mustafa Bey! Belki sizler de öyle olursunuz.
-Asla, diye bağırdım
Süeda’ya.
İkimiz de sustuk bir
süre. Bu esnada bu açıdan bakınca anneme hak vermedim desem yalan olurdu.
“Merhamet etmeyene, merhamet edilmez.” düsturunca merhamet duygularım kabardı
anneme karşı. Ama “Asla!..” deme kararlılığımdan hiçbir tavize yeltenmedim.
Anneme karşı öfke ve
nefretim, biraz yumuşadı. “Cennet, anaların ayakları altındadır.” müjdesi,
Allah’ın rızasını kazanmada anne faktörü olmasa ona kin ve öfkemi, bir ömür
boyu sürekli kabarık tutardım.
Ben, ne acıdır ki
Süeda’nın dediğine göre annemin bu sevgi boşluğunu arıyormuşum, ömür boyu da
aramaya devam edecekmişim.