AYAKKABI TOKASI
Sınıfa girdiğinde olağan gürültülerden hiçbir eser yoktu sınıfta. Şaşkınlığına rağmen dersine devam etti. Sınıfın bu hali, onu huzursuz etmeye başladı. Önce meselenin kaynağını aradı.
Burcu’nun, sırasının üstüne kapaklanması
dikkatini çeken ilk husus oldu. Baş ağrısı gibi sıradan bir rahatsızlığının
olduğunu düşündü ilk önce. İşin okuma kısmını bir öğrencisine görev verdi.
Böylece dersin akışı, sekteye uğramamış olacaktı.
Meltem Öğretmen, Burcu’nun durumu hakkında
bilgi almak için güvendiği ve sevdiği Gülşen ve Nurten’e yöneldi. İkizdiler
bunlar. Sınıftakiler de çok severlerdi bu çalışkan ve dürüst çocukları.
O da çok isterdi ikiz çocuklarının olmasını.
Acaba hayat, her emeli, altın tepside sunar mıydı? Onların sıkıntıları zor
olurdu ama zahmetlerini bir kerede çekmiş olur, hem bir büyütmüş olurdu onları.
Uzmanların, bir çocuğun birlikte oynayabileceği kardeşinin olmaması sebebiyle
tek çocuklu ailelerin ve hem de çocuğun, problemli olacağı konusundaki
uyarısını yerinde ve çok doğru buluyordu.
Veysel sarı saçlı, bir an olsun yerinde
duramayan kıpır kıpır, afacan fakat çok sevimli, cana yakın bir çocuktu. Kendisine
söz verilmeden ayağa kalktı ve dişlerini gösterinceye kadar gülümseyerek:
- Hocam, ayakkabısının tokası düşmüş. Burcu
onun için ağlıyor, dedi.
Meltem Öğretmen bir kafa sallamasıyla, bir
sus işaretiyle durdurdu onu. Öğretmeninin bakışlarından da etkilenen Veysel,
ister istemez yerine oturmak zorunda kaldı. Sınıftakiler Burcu’nun dışarıdan
bakıldığında basit gibi görünen bu ağlama nedeninden çok, Veysel’in her zamanki
durumuna gülüştüler.
Gülüşmeleri, uğultular takip etti. Veysel’e
kızamadı, sınıftakileri de göz temasıyla hizaya getirdi Meltem öğretmen.
Öğretmen için iyi olmuştu aslında bu bilgi. İkizlerden de aynı bilgiyi aldı.
Aradaki fark, onlarda Veysel’in tavırlarından hiçbirinin olmamasıydı. Teyit
ettiği bilginin ardından pencere tarafından ikinci sırada oturan Burcu’nun yanına
gitti.
Burcu, sınıfta olup bitenlerden habersiz ve
sıranın üstüne kapaklanmış bir durumdaydı. Belki de ağlayarak kendinden
geçmişti. Öğretmeninin sorusuna belki de oralı olmak bile istemiyordu. Belki de
öğretmeninin kendisiyle ilgilenmesi için dikkat çekmek istiyordu.
Öğretmeni, ilk önce başını hafifçe okşadı
onun. Sonra da kapaklandığı sıradan başını kaldırmaya çalıştı öğrencisinin. İlk
etapta bu teşebbüsü karşılık bulmadı. İkinci hamlesi de boşa çıktı Meltem
Öğretmenin. Direnmekle kalmamış, bütün alıcıları da kapatmıştı Burcu.
Öğretmeninin birkaç güzel sözünü dahi duymuyordu çünkü.
Meltem Öğretmen, öğrencisinin başını sıradan
bu sefer tek harekette kaldırdı. Saçlarının değdiği yerleri bile ıslatmıştı
gözyaşları. Konuşmadan önce elleriyle onun gözyaşlarını sildi. Öğretmeninin bu
yaklaşımı, biraz olsun kırmıştı onun inat direncini; dindirmişti bir nebze
olsun göz pınarlarını. Fakat “Niçin ağlıyorsun kızım?” sorusunun cevabı kayıptı.
Burcu anlaşılan hiç konuşmak istemiyordu.
Belki arkadaşlarının onun bu garip karşılanacak ağlama sebebine tekrar
gülmelerinden, kendisini yadırgamalarından çekiniyordu. Öğretmeni, Burcu’nun
tekrar sildi gözyaşlarını. Bu siliş, bir pırıltı oluşturdu kızcağızın
gözlerinde. Öğretmeni, bu pırıltıyı çok iyi okuyunca öğrencisinin kulağına
eğildi.
- Niçin ağlıyorsun bakalım? Hiç kimse
duymayacak konuştuklarımızı. Haydi, söyle kulağıma. Rahatlamış olursun...
Öğretmeni, özel bir problemi olacağı
endişesiyle böyle bir konuşma yolunu tercih etti. Burcu önce ürkeklik gösterdi.
Fakat bu ürkekliğinden galip olarak ayrılmalıydı. Kendisine bir anne-baba gibi
davranan öğretmenine sokulmalıydı artık. Suratını ekşitmemeliydi bu bahar
esintisine, ters yüz etmemeliydi bu nesimi meltemi. Biraz toparladı kendisini.
Başını, öğretmenine hafifçe çevirdi; yaklaştırdı. Öğretmeninin bu yakınlığına,
öğretmeninde okuduğu bu güvene şu karşılığı verdi:
-
Ayakkabımı,
annem yeni aldı. Onun tokası koptu.
Öğretmeni, tebessüm etti bu ilginç ağlama
sebebine. Kendisi için havadan sudan bir ağlama sebebiydi belki. Fakat altıncı
sınıfa yeni başlayan bir çocuk için aynı şeyi söylemek mümkün müydü? Onun için
öğrencisinin bu ağlama sebebiyle alay etmedi, edemezdi.
Bu davranışı, bir başka güven duygusu aşıladı
Burcu’ya. Öğretmeni, bu güveni sürdürebilmek için onun ayakkabılarına baktı.
Hakikaten tokanın biri, yoktu yerinde. Bir çözüm bulabilmek için çocuğun
nabzını ölçtü:
- Tokanın birisi düşünce ne olacak ki?
- Annem çok kızar. Çünkü ayakkabıyı yeni
aldı.
- Olsun canım! Ayakkabı, görevini yapıyor ya!..
- Olmaz! Annem çok kızar. Hem tokanın birisi
olmayınca ayakkabım hiç güzel görünmüyor.
- Sen, her şeyden önce annene sana yeni
ayakkabı aldığı için kocaman öpücüklerle teşekkür et! Şimdi gelelim senin esas
problemine bir çözüm bulmaya!
-N e çözümü? Nasıl çözebiliriz ki bu problemi
öğret-menim?
Çocuk, aslında annesinden korkmaktan ziyade
ayakkabılarının güzel görünmeyeceği ve arkadaşlarının kendisiyle bu sebeple
alay edecekleri endişesini taşıyordu anlaşılan.
- Ne çözümü olacak! Diğer tokayı da
kopartalım! Böylece göze çirkin görünmemiş olacak ayakkabıların. Gözyaşlarından iyice arınan Burcu’nun
gözlerinden sevinç okunuyordu. Öğretmeninin bu fikri, onun mantığına da yattığı
için bu mesele çözülmüştü. Fakat Veysel’in ne ağzı duruyor ve ne de kendisi
yerinde duruyordu.
Bir meselenin üstesinden gelmişti ama Veysel
gibi olanları ne yapacaktı Meltem Öğretmen? Bunlar, ilk yıllarında kendisine
tecrübe kazandıracak mayanın tuzu biberiydi demek ki.