HİSSİYAT            

 Akıldan yoksulluk;  sonucu nimetlerden yoksulluk kaçışı mümkün olanın kaçışın mümkün olmaması. Sonunu bilerek bir anda kestiremeden o yola freni patlayan otomobil gibi yalpalayarak kaçınılmaz olan kazaya uğramak gibidir. Akıl büyük bir nimettir kullanmasını bilen için, benim içinse hoyratça sonunu düşünmeden kullandığım, sonunda acılara gark olduğum bir düşünce ve bedenimin bir parçası. Derin olan ve sonunda sızıntılarla ve acılarla, kendi mezarını kazan mezarcı gibi mezarını kazan ve mezara girip içine sığmayan bir düşüncesizin en önde gideniyim dersem az söylemiş olurum. Acı ve neşe, yan yana gezen ikiz kardeş gibidir ama biri gelince gidene kadar insanın anasından emdiği sütü ağzından burnundan getirmeden gitmeyen ikiz kardeş. Büyük mutluluklar acının sonunda gelir derler ama bu kelime aklını kullananlar için geçerlidir. Oysa ben defalarca aynı hatayı yapan ve aynı acıları defalarca düşen akıldan yoksun bir insanım. Kimileri ise acı en kalın kemiği bile yumuşatır derler de inanmayın kemik iyice sertleşerek sırtında kırılan odundan dayak yemiş gibi acılarla la kıvrım, kıvrım kıvrandıran bir yaşam şeklidir."Vergilius-Açlıktan öleni bir sandık altın diriltemez" sözü tam oturdu desem az söylemiş olurum. Saygınlığı yerle bir eden, dik olan başı öne eğdiren; gönül yapıcı bir dost bulana kadar düşünmen ve en önemlisi de gönül kırıcı bir şekilde bir dost ve çare bulamadan yoksullukla ve yoklukla baş başa kalmaktır. Ne kadar gayretli ve istekli olsanız da sıkıntınızı karşınızdakine açmaya kalkıştığınızda, onu dost ve arkadaş bildiğinizde öyle olmadığını anlamanın tokat'ını yiyerek geri dönmek en kötüsüdür. Elinizde olmadan bu duruma düşmek çileli olan yola çıkmayı kimse istemez ama mutlak olan başa gelince söylenecek söz bitiyor ve acı gerçek tüm çıplaklığı ile hayatına giriyor ve tek başına acılarla baş başa kalıyorsunuz. Şu en iyi dostum bu en iyi arkadaşım şunlar en iyi akrabam sorusunun cevabını bulamamış olmanın hüznü içinde boynu bükük gerisin geriye dönerek acılarla, hayatına devam ediyorsunuz. Bu durum başa gelince herkes bir anda âlim kesiliyor sanki hayatta her şeyi kendileri ,biliyor ve böylesi bir duruma kendileri hiç gelmeyecekmiş gibi ukala bir konuşma içine girmeleri en çirkin ve mide bulandıran tarafı. Elindeki beyaz bayrağın, biranda simsiyah olmasının doğumu içinde müjde, bir acınız daha oldu nidası ile sap gibi ortada kalmaktır. En az mutluluk veren tarafı da bu sıkıntılar sonunda acıya karşı bedeninizin çelik gibi olmasının tesellisidir ,veya avuntusu ile azda olsa hayatınıza devam ederek gidiyorsunuz. Sakin akan derenin önüne set çekerek akan suyun etrafa akarak boşa gitmesi bu durumu açıklayan tek açıklamadır. Buda bir tecrübe etrafındakileri tanımak için, bir benzeri olmayan bir hayat okulu; en zengin dostun ve arkadaşın bu durum karşısında halini anlatınca senin ona acıyasın geliyor ve anlıyorsun ki o senden daha zavallı ve yoksul. Söylediğine söyleyeceğine bin pişman olmaktır.

Sabahın güneşi ufukta yeni doğuyordu, hafiften rüzgâr esiyordu. Yolda yalnız giden garip yolcu gibi sendeleyerek yürüyordu. Düşüncelerle dolu zihni ve anlaşılmaz ve tuhaf bir eda ile bir anda durdu. Aklında gezen anlaşılmaz hileler ve ince oyunlar şaşılacak ve hayret edecek bir kıvraklıkla dolaşıyordu. İnsanı acizliğe ve insanlık yokluğuna, büyük felaketlere sürükleyerek çıkaracak düşüncelere olmanın ezikliği ile ilerde duran taşın üstüne oturdu. Etrafına bakında sessizlik hâkimdi, birkaç kişi işe gitmek için uykunun mahmurluğunda yola çıkmıştı. Amaçlarını ve gayelerini, bilmenin huzuru içinde uygunluk ve düzene sokmuş oldukları yaşamlarının, mutluluğu içinde işlerine gidiyorlardı. Beyhude ve boş olan bu düşüncelerden kurtulmak için doğruldu etrafına bakındı kendisinden başka hiç kimse kendisi gibi ,elem ve sıkıntıda olmadığının farkına vardı. İlerde kendi kendine vücut bulmayan başka bir gezegende gelmiş olan sıkıntının ezikliği, belli olan bir kadın hüzünlü olarak ağaca yaslanmış hıçkırıklarla ağlıyordu. Bu hıçkırıklar, tüm bedenini kaplamış cehennemde, yanan bir kadının anlayışı içinde aşırılıktan uzak, büyük bir sıkıntı ve eleme bürünmüş bir şekilde bedenini kaplamış hıçkırıklarla ağlıyordu. Usulca yanına yaklaştı, omzuna dokundu. Kadın irkilerek döndü, gözlerinde akan yaşlarla gizli sırlar, arayan bir bedevinin yüz simasına bürünmüşlük karamsarlığı ile göz göze geldi. Kapalı bir gözle görünen bütün yönleriyle çıkmaza giden yolcunun ,hazırlığında olduğu alnındaki derin çizgilerde belli idi.

-Neden böylesine acılar içinde ağlıyorsunuz? Şöyle bir kenara oturun! Çok bitkin görünüyorsunuz.

Genç kadın istemeyerek te olsa, isteksizce ilerde ki bankın bankına oturdu. Mahzundu, ürkekti ispat gerekmeyecek şekilde bu her halinde belli idi. Kıymet değer görmeyen bedeni, çok bedel ödemenin ağırlığında ezilmiş olduğu aşikârdı. Yutkunarak ve hıçkırıklarına boğulmanın iç çekmesinin zorluğu içinde

-Ay.. Aylar. Aylardır. Bu sefil halimle dolaşıyorum aç ve sefil. Hiç kimse ,arkasını dönerek benim yüzüme bakmadı ama siz ilgilendiniz. Bana değer verdiniz.

-Lütfen rica ederim bir şey yapmış değilim. Sizi mahzun ve ağlamak lı görünce dayanamadım.

-Bölünmüş, parça ,parça acılarla dolu halimi siz fark ettiniz. Siz çok iyisiniz.

Kendisi de aynı durumda olduğunu söyleyemedi. Utandı. Elini cebine attı bir simit parası vardı. Karşı büfede bir simit alarak geldi. Genç kadına uzattı.

-Buyurun yiyin.

Genç kadının pek müteessir olmuş ve ağlamaktan kan kırmızısı gözleri, bir anda mutluluk ışıltısı içinde yutkunarak simide baktı. Aldı kokladı, hayranlıkla ve özenle bir ısırık aldı müthiş ,tat almış bir eda ile yemeye başladı. Simidi yiyişine hayranlıkla izledi. Belli ki çoktan beri açtı. Pek müteessir oldu.

-Yanlış anlamazsanız ilerde tek başıma yaşadığım eve gidelim, çok yorgunsunuz biraz uzanarak dinlenin. Daha sonra konuşuruz.

Kadın hiç tereddüt etmeden

-Sizin gibi böylesine anlayışlı birisinin niyetinde neden yanlış anlayayım? Aslında buna çok ihtiyacım var!

Ev dağınıktı ama selamet yurduna kavuşmanın sevinci gözlerinde gören, cemal kendisi de aynı duygulara boğulmanın sevinci ile evin kapısını açtı içeriye girdiler. Hemen, dağınık duran kanepenin üstündeki yırtık elbiseyi alarak etrafı toplamanın telaşı içinde iken kadın kanepeye zorlukla çöktü. Uzandı. Rahatlamanın mutluluğu içinde hemen uykuya daldı. Ev sefillik kokuyordu. Aylardır pencereyi ve perdesini açmamıştı, sessizce perdeyi ve pencereyi açtı. Dağınık odayı topladı, mutfağa geçti. Lavaboda iki üç tabak kurumuş yemek artığı ile haftalardır duruyordu. Çöp kovasının kapağını açarak tabakları içine attı. Yatak odası azgınlıktan bozguna uğramış, azgınlar ordusu gibi darmadağınık duruyordu. Bu fesat dağınıklığı toplayarak, içeride yatan kadının yanına giderek elindeki eski battaniyeyi usulca üzerine örttü. Kadın esen yelde esen rüzgâr ın soğukluğunu hissettiren, üşümenin ürkekliği ile sımsıkı sarıldı. Buzdolabına yöneldi. İçi boştu. Bir tabakta bir parça peynir kurumaya yüz tutmuş şekilde duruyordu. Günlerdir parça, parça bir parça ekmek ve su ile yutkunarak yediği peyniri aldı. Dışarıda eskici avaz, avaz bağırarak geçiyordu. Buzdolabının üstünce aylardır örümcek bağlayan fırını kaparak dışarıya çıktı. Sıkı bir pazarlıkla sattı. Aldığı parayı büyük bir mutlulukla cebine koydu. Aylardır cebine beş kuruş para girmemişti. Cebinin bir anda ısındığını fark etmenin sarhoşlu içinde bakkala uçarcasına gitti. Bir parça peynir, biraz zeytin iki ekmek iki paket yağ ve üç adet makarna alarak aylardır azap darbesine maruz kaldığını hissettiği ama şimdi selamet yurdu olarak görünen evinin kapısında neşe içinde girdi. Kadın hala mutlu bir şekilde kanepede yatıyordu. Mutfağa yöneldi elindeki poşeti, aylardır poşet yüzü görmeyen masaya bıraktı. Aldıklarını buzdolabına büyük bir özenle yerleştirdi. İhtiyacını karşılamanın huzurunu, fesadı ortadan kaldırmanın sevincini hissetmenin güzelliği içinde kalbi küt, küt çarpıyordu. Kalbine doğan bu karışık haller içinde düşünceli olarak salona girdi. Yalnızlık, bir kenara çekilmiş tenha evi yeni bir başlangıca başlarken tek kalmamanın güzelliği içinde parlıyordu sanki. Kötülük, fenalık ve alçaklıkla ekilmiş ve yeşeren kötü düşünceler yok olmuştu zihninde. Bildik, ama yaşayarak elde çıkan ve tekrara kazanılan bu duygu ile salona girdi. Kadın uyanmıştı. Kendisini görünce kadın kendisine çeki düzen vererek doğruldu. Saf ve berrak temiz bir toprağa işlenmiş ve ekilmiş bir tohumun patlayarak bahar şenliğinde, yeşererek meyve olmasının mutluluğuna bezenmiş tarlanın, güzelliğine bürünmüş, bir mutluluğu içinde, yanakları al mor olmuş ve gözlerindeki ışıltının parıltısı içinde ölümdeki ürperti, yaşama sevinci gibi bu iki zıtlığın arasında bir ömür geçirmenin yorgunluğu yok olmuştu. Hayat bazen zorluklarla, elemlerle düğümlenmiş ve derin sukutla gizlenmiş mutluluk ve hüzünle kaplanmış olarak karşımıza çıkıyordu. Hayat yolculuğunda ateşli bir girdap gibi görünen ve saran ümitsizlik fırtınası, bir anda ümit güneşi doğduran fırtınasına dönüşebiliyordu. Yalnızlığın ürkütücü ağırlığını taşımanın ezikliğini, zayıf omzunda atmanın ferahlığı ve derin hıçkırıklarla sessiz feryat eden gözler, hassas gönüllerde gelen duyuşlarla sakinleşebilir di. Bir anda sonsuz sürecekmiş gibi görünen yalnızlığı; bir sabun köpüğünden farksız bu yalnızlığı bir anda sönerek son bulmuştu. Yaşam ve hayat sessiz kelimesiz dertlerle bezenmiş bazen duygulu bazen hassas bazen de sıkıntılarla akıbet dolu olarak hakikati saklar. Bu sukuta ve anlama müthiş manalar gömülmüş olarak karşımıza çıkması yolların böylesine kıvrımlı olması mecburi çıkışlı yolu ,mutlaka her an fena olayların hiç bitmeyeceği endişesi içinde, bu ince gerçek hakikatini ile önümüze seriyordu hayat ve yaşam. Biraz önce dalları kurumuş ağaçları, şimdi meyveyle dolmanın ağırlığında kendisine ikram eden ağaçlara dönmüştü. Yemek yapmak için çiğ duran sebzeler nasıl ki ocakta pişerek lezzet alıyorsa hayatta böyle bazen sıkıntılarla beraber yaşayarak tahammül ve olgunlukla gönül güzelliği ile bizi pişirerek, yaşatarak değerini anlamamızı sağlıyordu.

-Çok güzel uyumuşum! Aylardır böylesine uyumamış ve rahat olmamıştım.

Genç kadının sesi ile mutfakta çıktı yanına geldi.

-Nasıl yorgunluğunuz geçti mi?

-Evet, size minnettarım! Günlerdir kışa benzeyen kuru ayaz geçen günlerime, sizin bu anlamlı ilgi ve alakanız sevgi dolu gönlünüzle, bir anda değişiklik ve ferahlık geldi. Köhneleşmiş zıtlıklarla bezenmiş hayatıma, engin sevginle tazeliş sundunuz. Sizin gibi olgun sevgi ve gönül kervanına katılmış insan, dünyada kalmamış ,derken ve bu düşünce  ve sıkıntılar içinde olmamın hüznü ile hıçkıra, hıçkıra ağlarken beni, buldunuz ve şimdi ise bir damla ilgi ve sevginizle, muzdarip olan yalnızlığıma ve umutsuzluk girdabı içinde boğulan hayatıma ve karanlık yoluma ışık saçan bu davranışınla hayatıma güzellik, yumuşaklıkla zarafet kattınız. Oysa ben aylardır derdimi kime söyledi isem horlandım, değeri olmayan bir paçavra gibi sürüklediler. Nefislerine esir düşenlerin elinde kaçarak haftalarca ıssız dağlarda aç susuz kaldım.

Ne diyeceğiniz bilemedi. Kendisi de aynı kendisi gibi yalnızlıktan mahzun olduğunu doğuran ve anne olmanın şerefi ile cennetin ayaklarının altına serilecek olan genç hanımın; doğum sancısının acısının ağırlığında feryat etmenin, doğan çocuğunda zindanda kurtulmanın sevinci ile doğmanın kurtuluşuna eren iki taraflı zıtlıklarla dolu dünyasını anlatmamaya karar verdi. Birine zahmet birine rahmet olan yaşantısını anlatarak üzmenin manası yok diyerek ten.

-Bence abartıyorsunuz.. Birazcık ince ve hassas olmamı bu kadar büyütmeyin.

-Abartmıyorum sizi diğer insanlardan ayıran ince ve hassas düşüncenizdir. Bir köpeğin bile önüne atılan kemiği, inceleyip koklamadan değerini anlamadan nasıl yemiyorsa, beni de inceleyip anlamadan değersiz olan bir paçavra gibi şeytani heveslerini köreltmek için kullanmaya kalktılar. Bir köpeğin hassasiyetinde mahrum olanlar davranışları ile sizinki arasındaki değeri ölçecek kadar akıllıyım dır. Kusura bakmayın evinize elim dolu güzelliklerle gelemedim ama dost ve sevginizi kazanmanın bahtiyarlığına erişmiş olmanın hazinesi ile huzur kaynağına kavuşmuş olarak sizi bulmanın arzusuna kavuştum. Şimdi siz oturun ben mutfağa geçeyim zira çok acıktım.

-Ben hazırlardım.

-Hayır, lütfen bana bırakın. Huzur içinde bir yemek yapmayalı çok oldu beni bundan mahrum etmeyin. Bu arada adım Hatice. Sizin adınız nedir?

-Cemal

-İzninizle mutfağa geçiyorum

Çok acıkmış olduğu her halinde belli oluyordu. Şimşek hızı ile mutfağa geçti. İhtiyaçlarını karşılayan nimetleri masada görünce gönülden büyük bir şevkle raftaki tencereyi alarak su ile doldurup ocağa koydu. Büyük bir samimiyetle özenle makarnanın poşetini açarak kaynamakta olan tenceredeki suyun içine boşalttı. Cemal, insanda canlılığın ifadesi olan bu samimiyeti uzaktan seyrederken, aylardır içindeki sıkıntıyı ve yoklukla ve tek başına yaşadığı ızdırap dolu hayatını Hatice nin iki damla gözyaşı na kıyamadığı gönül temizliği ile temizlemiş olmanın zevki ile uykuya daldı. Acemiliği ve bilgisizliği ve sonunu düşünmeden yapılan harcamalar nedeni ile sonucunu düşünmeden borca girmek helakine neden olmadan sonuçlaşmıştı. Bir anda gözünün incelikle görmüş olduğu bu sızıntı görmüş olmanın ve ona yakınlık göstererek özünü değiştirmişti. Hatice büyük bir zevkle yemeği tavada hazır hale getirmenin telaşı içinde tuzu ararken, cemale tuzun yerin sormak için salona geçerken cemalin hafiften şekerleme yaptığını görünce tebessümle mutfağa geri döndü.

---

-Haftalardır bu kadar leziz bir makarna yemedim

Dedi cemal

-Afiyet olsun

-Neden bana böylesine hayranlıkla bakıyorsunuz?

-İnsan pürüzsüz ayan görünce bakmadan geçer mi? Ben de kendime bakıyorum bu ayna karşısında.

-Bana neden tek başınıza olduğunuzu ve başınıza neler geldiğini anlatmayacak mısınız?

-Nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Köyde yaşıyordum. Hayat dolu idim ve mutlulukla evlendim. Bir süre sonra eşim vefat etti. Hayatta dul kaldım. Bizim köyün âdeti dir kadın dul kalan olursa ölenin erkek kardeşi varsa onunla nikâhlarlar ki namuslarına helallik gelmesin. Bende bu saçma âdeti hiç hoş karşılamadım ve kaçtım köyde. Peşimdeki leri zar zor atlattım, günlerce dağlarda aç ve sefil kaldım..

Hatice bunları anlatırken olayı yeniden yaşamanın ürpertisi ve dehşetini yaşıyordu. Bunu fark eden cemal

-Anladım, gerisine gerek kalmadı. Bu vicdan yarasına maruz kalmana inan ki üzüldüm. İnsanda hırsının sınırı olmazsa böylesine hüsranla bitecek olaylara sebebiyet verir. Zalimce olan bu adetler, kör kuyu gibidir. Ruhu ve insanlığı doğru yoldan ayırır.İsterseniz burada kalabilirsiniz.Ben kendime ayrı bir yer bulabilirim.

-Beni üzüyorsunuz.Sizden bana zarar gelmeyeceğini bildiğim için yanınızdayım.Çok teşekkür ederim bana gönlünüzü açtınız ,hayatıma ışık oldunuz. Tabiî ki burada sizinle kalmayı çok isterim.

-Anlaşıldı o zaman hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

( Hissiyat başlıklı yazı kul mehmet tarafından 21.03.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu