Nedir ayakta tutan
bizi… Kendimiz, ailemiz ve sevdiklerimiz mi; ya da uğruna savaştığımız ilkeler,
düzene olan isyanımız, ideolojik ön görülerimiz, hırslarımız mı…
Hayallerimiz hala var
mı, yaşımız kaç olursa olsun; yoksa umutsuzluk mu ket vuran, genç yaşımıza
rağmen…
Belki de amaçsız bir
biçimde karışmışızdır kalabalığa; fark etmeden, farkındalık düzeyimizi yitirmiş
olarak sadece bir gölgeyizdir hükmedilmişken…
Tipik bir tablo
çizersek insana dair: Muazzam bir eğitim, birkaç yabancı dil ve müthiş bir
kariyer. Akabinde de güzel ya da yakışıklı bir eş ve sayısız çocuk… Yoksa
sırasını mı değiştirsek: Önce izdivaç ve çocuk. Hatta belki de: Sadece ve
sadece eğitim, tozlu sıralarda bir başına.
Ya da şöyle mi
olmalıydı sıralama: Erken yaşta hayata atılıp, ömür boyu ekmeğini taştan
çıkarıp, hayat mücadelesi vermek…
Farkındalık düzeyi,
algıda seçicilik, aile yapısı, yaşanan coğrafya, hatta benimsenen siyasi görüş
bile etkin olmakta bu sıralamayı yaparken. Unuttuğumuz diğer değerler ne olacak
peki… Ya bedensel ve psikolojik faktörler söz konusu ise: Doğuştan gelen ya da
süreç zarfında yaşanan sağlık sorunları, bazı kayıplar öyle ki yetersizlik diye
addedilen ama normal sıfatı ardına gizlenen büyük bir kesimi cebinden çıkaran
kayıplar…
Belki çocuklukta
geçirilen bir rahatsızlık, bir kaza ya da beklenmedik bir doğal afet neticesi,
elde olmadan yaşanan talihsizlikler. Belki de, sebepsiz, istem dışı yaşanan
ruhsal sorunlar…
İnsanları kolayca
yargılamak, sorunları basite indirgeyip, görmezden gelip yaşananları hükme
varmak ne kadar kolay oysa.
Sözün kısası; sayısız,
beklenmedik sürprizlerle dolu kapalı bir kutu hayat. Hatta matruşkaya bile
benzetebiliriz yaşamı: Görünürde aynı ama boyutları farklı, sayısız, girift, iç
içe geçmiş bir etkileşim süreci, yaşadığımız her an, her olay ve tanıdığımız
her insan.
Öncelikler, kişilik
yapıları, hatta fiziksel özellikler, ruhsal gelişim süreçleri ve daha nice
etmen yaşamı şekillendiren ve yönlendiren.
Ulusların yaşadığı
kaoslar, savaşlar, devrimler, benimsenen politikalar toplu halde toplum
yapısını etkileyebilirken buna bireysel farklılıkları da ekledik mi seyreyleyin
gidişatı.
Diğer yandan; ülkelerin
coğrafi konumları, etkileşimde bulundukları ülkeler, deprem bölgesinde dahi
bulunuyor olabilmeleri makro faktörler. Teoloji, ahlak kavramlarının önemi de
göz ardı edilmemeli akabinde.
Olayı yine insana
indirgersek; beklentiler nasıl ortak ya da aynı olabilir ki, herkesi aynı
kefeye koymak gibi bir yanlışlık yaparsak. İkiz kardeşlerin bile seçimleri,
savruldukları yön farklı olabilirken; beklentimizi hangi akla hizmetle aynı
doğrultuda tutabiliriz.
En başta da
belirtildiği üzere; insanı ayakta tutan, biçimlendiren faktörler etkileşime
girdiğinde hayat denen olgu şekillenmekte.
Ve geldik ‘’kader’’
mefhumuna…
Bu demek değil ki;
hiçbir şeye yeltenmeden, tabir-i caizse, tembel bir yaşantı sürdürüp her şeyi
kadere yükleyeceğiz.
Hayatın en güzel yanı
ne aslında, biliyor musunuz: Sürprizlerle dolu olması. Bakış açımızı
şekillendirirken; takındığımız tavrı da kötümserlikten iyimserliğe doğru
çektiğimiz sürece, göreceğiz ki; bizi bekleyen, düşündüğümüzden bile daha
olumlu ve mutluluk verici mucizelerin gerçekleşecek olması.
Kendimi de dahil
ederek, söylemek isterim ki;her ne kadar ,inanılmaz, yıkıcı, yıpratıcı, üzücü
olaylar yaşayıp, kötülere ve kötülüklere maruz kalsak da, en azından inancımız,
olumlu beklentilerimiz bizi her defasında yeniden ayağa kaldıracaktır.
Hayatın kendisi zaten
başlı başına bir mucize: Nasıl ki Yaradan bizi yoktan var ediyorsa,
unutmamalıyız ki; her zaman için O’nun vardır bir bildiği, aklımızın eremediği
nice olayın vuku bulduğu şu eşsiz evrende.
Ve eşsiz düşünür yüce
Hz. Mevlana’nın bir deyişinde olduğu gibi:
‘’Âlem O’nunla kaimdir
ve O’nsuz olan hiçbir şey yoktur. O’nun rızası, rahmeti, bereketi ve tecellisi
olmayan hiçbir şeyin değeri yoktur.’’