'Diyarı-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm,
Dolaştım mülk-i İslam'ı bütün viraneler gördüm.'
Müslüman olmayan ülkeleri gezdim, şehirler gösterişli yapılar gördüm.
İslam ülkelerini dolaştım, hep harabeler gördüm. Ziya Paşa...
(1825-1880) Yılları arasında yaşamış paşamız. Batı ile Müslüman ülkeleri
karşılaştırıp bizler için bu hazin betimlemeyi yapıyor. Şimdiki kent
yapılanmamız batı ölçütlerinde mi? Bir bakalım...
Çok uzun süre değil daha kırk, elli yıl öncesine kadar köylerde yaşıyorduk
çoğunluk olarak. Okurduk, okul kitaplarımızda, halkımızın yüzde yirmisi, otuzu
şehirlerde gerisi köylerimizde yaşar diye. Köylü toplumuyduk. Köylerde,
mezralarda yaşardık. Doğa ile içi içe koyun koyuna, kışları köylerde, yazları
serin yaylalarda geçerdi günler, aylar. Çocukken alabildiğinde geniş okul
bahçelerinde, kırlarda, yeşil söğütlerle sıralı dere kenarlarında oynardık
özgürce.
Sonra ne oldu? Ne olduysa oldu... Kendimizi, anne-babamızı, nine ve
dedelerimizi bir anda yazın tozlu, kışın çamurlu caddelere dizilmiş konutlarda
bulduk. Bu yeni konutlarımız güzel kentlerin kenar semtlerine kurulmuş
gecekondulardı. İç göçler, hızlı sanayileşme, kentlerde daha gönençli yaşama
arzusu derken kentlere taşındık çok kısa sürede...
Köylerimizde artan iş gücü ve kentlerin çekiciliğine eklemlenince büyük sanayi
kentlerinin çevrelerinde şimdilerde varoş diye adlandırılan yerleşim alanları
kuruldu. Nasıl kurudu? Plansız, programsız... Nereye kuruldu varoşlar
İstanbul'a, Bursa'ya, Sakarya ve Kocaeli'ne, Adana... gibi güzel kentlerin
çevrelerine. Çünkü hemen hemen tüm sanayimiz bu illerimizde kurulmuştu.
Bilime, akla uygun olmayan yeni yapılaşma olgusu hala da yaşanıyor ülkemizde.
Varoşları kuş bakışı gözlemlediğimizde sanki Anadolu'da tarlalara darı ekimi
yapılmış. Böylesi sıklıkta evler, apartmanlar inşa edilmiş hala da ediliyor.
Dar sokak ve caddeler. Yeşil alansız, parksız, ağaçsız mahalleler...
Çağdaş, bilimsel kent planlamacılığa uygun olmayacak yapılaşmalar aldı başını
gitti güzel ülkemizde. Üstelik bitek tarım alanlarına, verimli ovalara kuruldu
yeni yerleşim alanları. Okullara ve sportif etkinliklere, parklara yeterli
alanlar bırakılmadan beyaz keçiden yağ çıkarırcasına en küçük bir boşluklardan
arsalar oluşturuldu ve bu arsalara kat kat evler ağartmanlar kuruldu. Kaç kez
şuurlandırma yapıldı, yok olmadı yeniden yapıldı büyülü şuurlandırma
çalışmaları... Amaç belli, rant elde etmek. Ortaya ne çıktı günümüzde, dar
cadde ve sokaklar. Araçlarla işgal edilmiş kentler. Artık tam problem
oluşturmuş trafik sıkışıklığı, insan kalabalığı... Tam bizlere göre, Ziya
Paşa'nın dediği gibi İslam ülkelerine has yapılaşma...
Batı ülkelerin kentlerini gözlemliyoruz. Yeşil öldürülmemiş. Kentlerin içinde
adeta ormanlar saklı. Yemyeşil geniş parklar. Yürüyüş yolları. Parkların içinde
suni göller. Göl kenarlarında çeşitli ağaçlar. Göllerde yüzen ördekler, kazlar,
kuğular. Bin Bir Gece Masallarında anlatılan büyülü manzaraları aratmayacak
ölçüde güzel batının parklarının ve kentlerinin güzelliği...
Sanayi ülkelerin tüm alanlarına çalışanlar nüfus yoğunluğu oluşturmayacak
biçimde dağıtılmış. Geniş yollar yapılmış. Taşımacılık çeşitlendirilmiş. Sadece
bizdeki gibi otobüs, otomobil, kamyon ağırlıklı yapılmıyor taşımacılık işleri.
Demir yolu, deniz yolu vasıtalarına uygun planlanmış yük ve yolcu taşımacılığı.
Kentlerde yoğun çalışma sonucu insanların dinlenme gereksiniminin önemi idrak
edilmiş. Şu gerçek yadsınamaz; verimli çalışmanın, yeterli artı değer üretmenin
ön koşulu insanların tinsel ve bedensel sağlıklarının yerinde olması bir
kaçınılmaz zorunluluk. Sağlıklı olmak içinde temiz hava üreten yeşilliklerin
kentlerde yeterli olmasına bağlı. Bu realiteyi yaşanan deneyimleriyle iyice
kavrayan uygar toplumlar kentleri kurarken belirli çevrelerin çıkarını değil
toplumun çıkarını ön planda tutmuşlar.
Almanya'da belediyelerin şöyle bir uygulamalarını gözlemleme şansım oldu.
Kentlerin çevresinde belirli alanlar parselleniyor. Bu yerlerin alt yapısını
tamamlanıp küçük küçük koloniler oluşturuluyor. Bu topraklar halka çok düşük
bir ücretle kiralanıyor. Vatandaşlar kiraladıkları küçücük alanlarda önce güzel
bir kulübe inşa ediyor. Geri kalan toprak parçası belleniyor, öncelikle çiçek
dikiliyor bu yerlere. Hepsi birer kartpostal güzelliğinde pırıl pırıl yerleşim
alanları oluşturuluyor. Öncelikte bu yerlere bakım ön koşul. Yoksa belediye
kiraladığı toprağı bakımsız bırakan vatandaşını kara listeye alıyor. Belirli
süre o kişi bir daha bahçe diyeceğimiz o güzellikten mahrum kalıyor. Bu tip
yeşillikler içindeki kır evi benzeri yerlerde insanlar hafta sonlarını
geçiriyorlar. Toprağa dokunuyorlar. Kuş seslerini dinliyorlar. Doğa ile içi içe
olup yorgunluklarını atıyorlar...
Kuruluşunu ay ay, yıl yıl gözlemlediğim bir yerleşim alanının oluşumunun
öyküsünü altayım biraz. Bu yerleşim alanı gecekondu önleme bölgesi olarak yapı
kooperatiflerine tahsis edilmiş bir geniş toprak parçası. Otuz yıl içinde bu
alan şimdi Yenikent adıyla, Kocaeli ili, Derince ilçesinin koskoca bir beldesi
oluverdi. Dört ilkokulu, üç adet lisesi ve üç adette camisi olan bir orta
büyüklükte orta Anadolu kenti görünümünde şimdi. İzmit Körfezi'nin deniz
kıyıları alabildiğine yerleşime açıldı, hızlı bir biçimde. Kıyılardan biraz
kuzeyde sıradağlar benzeri yükseltiler uzanır doğudan batıya doğru. Bu
yükseltilere yer yer çam ağaçları dikilmiş ormancıklar oluşturulmuş. Havanın
güzel olduğunda bu çamlıklara çıkar kitap okur aşağılardaki yerleşim
alanlarını, körfezin sularını, karşı kıyıda Gölcük'ü seyrederim. Yenikent'e
bakarım. Yakın yakın kurulan apartmanlar birer beton yığını. Apartmanlar
arasında bir minicik yeşil alan yok. Yenikent'imizin tam ortasından doğu batı
yönüne uzanan bir yüksek gerilim hattı var. İşte bu gerilim hattının altı
boylamasına yeşil alan olarak bırakılmış durumdadır. Sanayi bölgelerinde
yeniden oluşan kentlerin plansız- programsız hızlı bir şekilde kuruluşlarını
betimlerken şu parti, bu partinin uygulamalarını değil ülkemdeki bu işlerden
sorumlu tümümüzün yanlışını belirtmek istiyorum. Haliyle öncelikle kendimizin
seçimle başımıza getirdiğimiz siyasilerimizin sorumluluğu kat kat fazla.
Kısa bir süre İstanbul'un varoşlarında bir okulda öğretmenlik yaptım. Derince
'deki kentleşme durumu İstanbul'daki varoş yerleşmelerine göre adeta Cennet'ten
bir mahal. Okulu yirmi dakikalık bir yol yürüyerek gidiyordum. Gidiş dönüş bir
gün içerisinde giydiğim gömlek yakaları adeta madende çalışıp galeriden çıkmış
işçi giysisi örneği kirleniyordu. Cadde ve sokaklar alabildiğine kasisli.
Yağmurlu havalarda çamurlu, güneşli havalarda tozlu yollar. Trafik keşmekeş.
Değil yeşil alan bulmak, dar sokaklarda başını yukarı kaldırsan gökyüzünü
göremezsin. Yakın yakın evler, dış sıvaları yapılmamış apartmanlar. Acele acele
koşuşturan insanlar...
Hele yaşadığımız yirmi birinci yüz yıl zaman diliminde trafik tamamen durma
noktasında bir zamanlar taşı toprağı altın diye adlandırılan güzelim
İstanbul'da. Yeşil Bursa, Bursa'nın şeftali bahçeleri ancak şiirlerde kalmış...
Bitek Sakarya Ovası silinmiş ovalar coğrafyasından. Kirazlarıyla ünlü
Yarımca'nın kiraz bahçelerinin hatırlayanlar artık birer nine ve dede olmuş
torunlarına mazinin güzel manzaralarını anlatıyorlar.
Doğamızı acımasızca kullanma, kent yapılanmasında bilimi ve aklı devre dışı
bırakma sonucu Bangladeş uslu kentler yaratıldı ülkemizde. Böylesi kentlerde
yaşayan bizlerin huzur içinde olmamız, iş yerlerimizde verimli çalışmamız
mucizelere bağlı. Rahat rahat okuluna gidemeyen öğrenciler, hafta sonunda
doğayla baş başa kalıp dinlenemeyen insanlar ne ölçüde mutlu yaşayabilirler.
Çare ne peki? Çare nitelikli eğitimle yeni kuşakları donanımlı yetiştirmek.
Halk olarak okumak-okutmak, aydınlanmak, çevremizi aydınlatmak. Okuduğunu
anlamaya çalışmak. Yurttaşlık bilincimizi geliştirmek. Ortak sorunlarımızı el
birliği içinde konuşarak çözebilme olgunluğuna ermek. Soru soran, sorgulayan
hak ve sorumluluğunun bilincinde olan yurttaşlar olabilme yolunda çaba
harcamak. Kişisel çıkarları değil toplum çıkarlarını düşünür hale gelebilmek.
Yalansız, riyasız, köşe dönmeci tavırlardan kaçınmak. En nihayet doğayla
birlikte mutlu yaşamasını beceren toplumlar gibi çalışmalarımızda bilimi
kendimize rehber edinmek. Bu yolları tutar ve bu yolda çaba harcarsak en
azından yeni kurulacak yerleşim yerlerinde doğayı öldürmeden güzel kentler
kurabiliriz. Böylece bizden sonra gelecek kuşaklara yeşil alanları yeterli
yaşanabilir kentler bırakmış oluruz...
İbrahim Yılmaz