Anlatsam ihaneti yalnızlığı sana gözlerimle anlayabilir misin okuyabilir misin? Ağlarken gözlerimdeki isyanı görebilir misin? Nedir yalnızlık tek başına yaşamak mı? Tek kalmak mı? Kendini dinlemek mi? Muamma! Yalnız kalana sormak gerekir tabi ki sorulabilinir ise!
Erkek kadına dedi ki, saçların da tel tel dökülüyorum kokladığım ve sen
terk ettiğin o günden beri, güneşimdin beni benim üzerime doğan, ama şimdilerde
karanlığım oldun koştuğum uçurumum oldun…
Sustu kadın başını önüne eğdi…
Bende sen gibi yaralıyım sanma ki mutluyum… Pişmanım şimdi… Terk
edildim terk ettiğim gibi… Senin gibi paramparça oldu gönül coğrafyam, ben bunu
hak ettim…
İkisi de sustu… Zaman sustu… Gece sustu… Gündüz sustu…
Bir daha ne zaman konuştular bilinmiyor… Nereye ne zaman nasıl gittiler
bilen gören yok.
Oysa adamın gecesine gündüz, kadının karanlık gündüzüne taze güneşler
doğacaktı…
Belki de burada doğmadı o güneşleri, başka bir coğrafyada doğdu, onlarda
takip ederek gittiler… Kim bilir… Belki de…
Yalnız sokağın başına kadar birkaç damla kan vardı kaldırımda, ondan
sonra ne kan vardı ne de bu iki ayrılık acısını yaşayan iki beden! Gönül bu,
her coğrafyasında bin bir umutları taşıyan ve çizen çizdiren... Şehrin tüm hasta
haneleri arandı, her musalla taşına bakıldı yoklardı, suskunlukları ile sanki
susmuş yok olmuşlardı… Belki de yeniden sessizce gönül coğrafyalarında, ayrı
şehirlerde tekrar aşklarını yaşamaya devam etmişlerdi. Herkes bu duygu içinde,
bu hislerin etrafında fikir birliği etmişçesine düşünüyor ve gülümsüyordu. O
günden sonra bu sokağın adı “Suskunlar” sokağı olarak kaldı…
Bilinmezdi bazen gönül kelimeleri yeniden yazar ve şekil verirdi gönülde…
Ve ayrı hissettirirdi bilinen kelimelerin hislerini duygularını…
Mehmet Aluç