Kurtla
kuzu öyküsünü bilmeyen yoktur. Kurt, saldırdığı bir koyun sürüsünden hayli
hayvanı telef eder. Sürüden birçok hayvanı yaralar, kanlarını içer. Semiz bir
koyunu olduğu gibi midesine indirir. Karnını iyice doyurduktan sonra kırlara
açılır. Şaşkın bir kuzu ne yaptığından habersiz kurdun peşine takılır. Kurt
hazretlerinin hoşuna gider kuzunun dünyadan habersiz zavallı durumu. Kuzuyu
tatlı sözlerle avutur. Issız kırlarda kendisine arkadaş edinir.
Birlikte
yürürler, ormanlardan geçerler. Dinlenirler. Çiçekleri seyreder, rüzgârın
sesini dinlerler. Zaman geçer. Güneş batmak üzere son ışıklarını yansıtırken
bizim ikili bir derenin kenarına yaklaşır. Kuzu derenin aşağı tarafında, kurt
suyun çıkış, kaynak tarafından dereyi geçmek üzereler. Hayli zaman geçmiş
kurdun karnı acıkmıştır. Kuzuya çıkışır, sivri dişlerini göstererek:
“Suyu
niçin bulandırdın? Böyle arkadaşlık mı olur? Şimdi su içecektim…” Kuzu başına
gelecek acı sondan habersiz;
“Ben derenin alt tarafındayım. Oysa su
yukarıdan bulanır.” Demeye kalmadan kurt kuzuyu bir hamlede yutuverir.
Kurtla kuzunun kıssası
böyle. Güçlü olan güçsüzü ezmek, öldürmek istediği zaman; akla uygun olmasına
gerek yok, bir basit neden uydurur ve bildiğini okur.
Günümüzdeki sömürücü güçler, tıpkı kurdun
kuzuyu yemesi örneği tutarsız gerekçeler uydurup ülkeleri istedikleri gibi
işgal ediyorlar. Ülkelerin zenginlik kaynaklarına el koyuyorlar.
Suçsuz, günahsız binlerce
çocukların, kadınların ölümlerine neden oluyorlar. Sivil kayıplar yaşanıyor.
Kültür değerleri, tarihi eserler yok ediliyor. Geride harabe kentler, sefil,
yenilmiş, onurları çiğnenmiş insanlar kalıyor.
Bu vahşi ve hayâsız
uygulamalara dur diyen çıkmıyor. Antik çağlarından beri tarihin bu insanlık
dışı akışına dur diyecek olumlu bir çare bulanamadı. Uzun soluklu barış ve huzur
ortamına kavuşmak umutları yeşeremeden hep soldu.
Ezen, sömüren kim? Doğada,
güçlü olan güçsüzü yenip, kendisine yem ediyor. İnsanlık dünyası da böyle
maalesef!
Günümüzde başta ABD olmak
üzere dünyanın güçlü devletleri, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Çin…
Emperyalist amaçları doğrultusunda gelişmesini tamamlayamamış, güçsüz geri
kalmış ülkeleri istedikleri gibi sömürüyorlar… Bazen direkt işgal ediliyor
ülkeler, bazen kendilerine sadık idarecileri etkileri altındaki devletlere
idareci seçtiriyorlar. Bu idareciler aracılığıyla emellerini
gerçekleştiriyorlar.
Daha özel ve güncel
olaylarla durumu netleştirelim. Çok gerilere gitmeye gerek yok. ABD, uzun
yıllara yayılacak yaptığı plan çerçevesinde önce Irak’ı işgal etti. Bahane
hazır. Irak kimyasal silahlara sahip olmuş! Bu silahları her an kullanabilir!
Daha sonra kendileri açıkladılar. Irak’ın kimyasalları yokmuş!
Aynı senaryo Libya’da
uygulandı. Suriye’de uygulanıyor. Muktedirler önce öldürücü silahları,
kimyasalları kendi ülkelerinde imal edip Ortadoğu İslâm Dünyasına pazarlıyorlar
legal ya da illegal yollarla. Sonra, vay bu silahlara sen niçin sahip oldun. Ve
istedikleri anda öldürücü silahlarıyla acımasızca bir işgal, sömürü planları
olan Büyük Orta Doğu Projelerini gün gün uygulamaya koyuyorlar.
Kan ve gözyaşına bakmadan. Ne amansız acılar
yaşanıyor. İnsanlar ölüyor. Aileler parçalanıyor… Bunun yanında güçlü ülkelerin
halkları refah içinde yaşarken, işgale uğrayan İslam Âleminin ezilenleri acı ve
gözyaşları içinde feryat ediyorlar.
Şimdi şapkamızı önümüze
koyup düşünelim azıcık. Yüce yaratıcımız adildir. Bazı halklara ezme,
bazılarına ezilme görevi vermemiştir bu dünya yaşantısı için. Allah herkese
akıl vermiştir. Ve aklınızı kullanınız diye de kutsal kitabımızda emir
buyurmuştur.
İşte günümüzde gelişmiş,
yer karasında her alanda söz sahibi olan ülkeler ne yapıyorlar? Güçlerini
nereden alıyorlar? Bu soruların cevabı çok basit. Güçlü olmak için akıl ve
bilimi kendilerine rehber kabul ediyorlar. Bilimin aydınlık yolundan şaşmadan
yürüyorlar.
Bilim insanlarının çalışmalarına olanaklar
sağlamışlar öncelikle. Ülke içinde kısır çekişmelere zaman ayırmıyorlar. Ülkelerinde
sarsılmayan bir düzen kurmuşlar. Koydukları ilkelere, kanunlara uymayı
yaşamlarının olmazsa olmazları arasında kabul ediyorlar.
Okullarında her gün
ilerleyen, gelişen çağa uygun eğitim-öğretim sistemi oluşturmuşlar. Bilgiye,
deneyime, liyakate gerekli önen vermişler. Donanımlı elemanlar yetiştirip
onlardan azami verim almışlar. Alıyorlar. Dünyanın en zeki beyinlerini
ülkelerine getirip onlara çalışma, bilim üretme olanakları sağlıyorlar.
Büyük çoğunluğu demokrasi
ile yönetiliyor. Kanun hâkimiyeti olabildiğince sağlanıyor. Yurttaşları
ülkelerini, ülkelerinin sistemlerini seviyorlar. Çünkü herkes kabiliyeti ve
çalışkanlığı ölçüsünde hak ettiği yere gelebiliyor. Sıradan bir yurttaş ile
yönetici kadro arasında sosyal ve ekonomik statü bağlamında az gelişmiş ülkelerdeki
gibi büyük uçurumlar olmuyor.
Kısaca şöyle diyebiliriz.
Adamlar kumarı kurallarına göre oynuyorlar. Çalışıp, üretiyorlar. Ürettikleri
mamul ürünleri pazarlayıp zenginleşiyorlar. Güç kazanıyorlar. Güçlü kurdun
güçsüz kuzuyu midesine indirmesi örneği güçsüz devletleri istedikleri gibi
sömürüyorlar.
Peki, bizler, İslâm
memleketleri ne yapıyoruz. Bir kere yüz yıllardan beri mezhep bataklığından bir
türlü çıkamadık. Ey mübarekler, peygamberimiz Hz. Muhammed zamanında mezhepler
mi vardı? Hangi Müslüman ülke kendi
uçağını, denizaltı gemisini, uzaya gönderdiği uydusunu yapıyor? Suudi Arapların
mı dünyanın en önde gelen üniversiteleri yoksa batılıların mı?
İslam ülkelerinde durumlarından
çok memnun olanlar var elbette! Krallar, prensler, idari kadroda olanlar. Bir
kere bir biçimde iktidar olmuşlar. Sanki bulundukları makamlara gelmeleri Allah
buyruğu. İktidarlarını başkalarına seçim yoluyla, demokrasi yoluyla değiştirmek
ne mümkün!
Elbet iktidar sahipleri
yönettikleri insanların aydınlanması için değil onların geri kalmaları, düşünce
üretmemeleri üzerine eğitim sistemlerini tasarlıyorlar. Yeni sistemlerle insan
yetiştirecek okullar açtırmıyorlar. Yaptıkları birincil uygulama güçlü ülkelere
dayanmak, kendi saltanatlarını sürdürme çabası içinde olmak.
Sözün özü, bizler,
Müslüman halklar birlik beraberlik içinde olamadıkça batılılarca ezilmeye
horlanmaya mahkûmuz. Önce kişisel hırslarımızdan sıyrılacağız. Toplum
çıkarlarını kişisel çıkarlarımızın üstünde tutacağız. Bilimin son verilerini
kullanmayı hedefleyen okullar açacağız. Çok çalışıp tüketici değil üreten
toplum olacağız. Bilgi üreten, buluşlar yapan bilim insanları yetiştireceğiz.
Ülkelerimizdeki doğal
kaynakları kendimiz işleteceğiz. Bu işleri başarmak zor değildir. Güçlü olmak,
özgür ve bağımsız yaşamak gibi insan onuruna en yakışan hasletlere kavuşmak
yolunda sağlam irade gösterirsek başaramayacağımız hiçbir güçlük olmayacaktır.