Ülkemiz
genel bütçesi her yıl açık verir. Maliyemiz bütçe açıklarını dış borçla
kapatmaya çalışır. Borçların anapara ve faizlerini ödeme sarmalından azat olmamız
olanaklı olmaz bir türlü. Bu yazı ve yazacağım başka yazılarla bu kısır döngüyü
neden-sonuç ilişkisi bağlamında irdelemek amacım… Önce futbol dünyamızdaki durum nedir?
Takımlarımız
işin kolayına kaçıp her yıl yabancı futbolcu transfer ederler. Süper Ligimizin
dört büyüklerinin sadece yabancı futbolcu transferi şöyle gelişmiş: Genelde
1966-67 futbol sezonunda başlanmış yabancı futbolcu transferi. Galatasaray
günümüze kadar 169, Fenerbahçe 166, Beşiktaş 155 yabancı futbolcu transfer
etmiş. Trabzonspor transfere1970-71 sezonunda başlamış ve 136 yabancı futbolcu
transferi yapmış.
İşin
en can yakıcı yönü; her yıl onlarca transfer edilen yabancı futbolculara ve
diğer branşlardaki sporculara ödenen milyonlarca, hesabı yetesiye bilinmeyen
dövizin harcanmasıdır! Sonuç: Kalıcı başarılar yakalanamamış. Fakat bu güzide
kulüplerimiz maalesef borç batağında debeleniyor. Örnek faaliyet gösteren bir
kulübümüz var ülkemizde; %100 yerli ve milli: İşte Altınordu Futbol Kulübü!
Altınordu
Futbol Kulübü ülkemizde yalnızca ülke çocuklarımızla faaliyetlerini yürüttüğü
gerçeğini her Türk yurttaşının bilmesi gerekir dersem zülfüyâra dokunmuş
sayılmam. Bu örnek kulübümüz “Oyun İlkelerini” şöyle belirliyor:
“ Bu
toprakların çocuklarından ‘gerçek profesyonel futbolcular yetiştirmek’
misyonumuzun gereğidir.’ A takımda yabancı futbolcu oynatmıyoruz ve Altınordu
Arması’nın %100’ü bize emanet olduğu sürece oynatmayacağız.”
Futbolsever
her yurttaşın bir takım, renk tutkusu vardır. Galatasaray adının kulağa hoş
gelen tınısını sevdim ta ortaokul yıllarında. Yurdun uzak bir ilçesinde
futbolun F’sinden habersizdim. İstanbul’dan gelen bir ağabeyin getirdiği Metin
Oktay, Turgay Şeren fotoğraflı spor gazetesinde futbolumuzun bu iki büyük
değerinin adlarını gördüm. Futbol tutkum bu isimlere olan ilgimle filizlendi.
Galatasaray
futbol takımının maçlarını yıllarca radyodan, daha sonra televizyondan takip
ettim. Galibiyetlerinde sevindim, özellikle yabancı takımlara karşı
yenilgilerindeyse “tanımsız kederlere” kapıldığım oldu. Son yıllarda ilgim
azaldı sarı-kırmızı renklere. Başarılarında; hele de sahaya 11 yabancıyla
çıkıklarında buruk bir sevinç bile duymuyorum.
84
milyonluk büyük bir ülkede yerli 11 futbolcu yetiştirip sahaya süremiyorsa
tuttuğum takım ve güzel yurdumun diğer takımlarının ülke sporuna yön veren
ilgililerinin kara kara düşünmeleri gerek. Denebilir ki, ne zararı var yabancı
futbolcu transfer etmenin. Çok zararı var çok, giderilemeyecek kadar.
Önce
Ulusal Takımımıza olan zararını irdeleyelim. Ulusal Takıma seçilen
oyuncularımızın büyük çoğunluğunu gurbetçi yurttaşlarımızın yabancı ülkeler
yetişmiş çocukları oluşturuluyor. Gurbetçi gençlerimiz olmazsa uluslararası
arenada az da olsa başarı şansımızın olacağı kuşkulu!
UEFA
Avrupa Uluslar Ligi’nde Ulusal Takımımız C ligine düştü. Lüksemburg, Litvanya
ve Faroe Adaları ulusal takımlarıyla mücadele edecek. Umarın bu ligde yüz
kızartıcı sonuçlar almayız. Gerçi futbol artık spor olarak kabul görmüyor.
Futbol artık sanayi kolu oldu, getirisi ve götürüsü olan. Ülkemizde bu sanayi kolu
hep zararda…
Hükümetlerimizin
dış alımı ile dış satımının yıllara göre nasıl geliştiğini aşağıdaki tablodan
gözlemleyelim. 1923’ten 2019’a dek sadece 1930’lu ve 1940’lı yıllarda toplam 12
yıl dış satımımız dış alımımızdan fazla vermiş. Hükümetlerimiz uzun yıllar
sürekli açık veren al-sat dengesini denkleştirme çabası içinde oldu.
Maalesef
her yıl üretim sattıklarımızdan çok alım yapıyoruz. Borçlanıyoruz. Az miktarda
elde edilen dövizler çoğu kez gerektiği gibi kullanılmıyor. Altınordu Spor
Kulübü gibi yerli kaynaklara yönelecek yerde yabancı sporcu transfer ediyoruz.
Atalarımız ne güzel söylemiş: “Toplama suyla değirmen dönmez, el s…le gerdeğe
girilmez.”
Maalesef tabloyu paylaşmak olanaklı olmadı.
Devam edecek