Ölümü mimleyen bir yakarışın dış sesiyim: mazlum gölgelerin yaratıcısı ve aymazlığında sitemlerin, bir düş zincirine bir yeni halka daha ekliyorum. Aklımın mavisinde yaslı satırlar var bir o kadar boş boğazlığın rehaveti ile içime çöreklenen pişmanlık.

 

Anlat, diyen birileri var.

 

Anlatmıyorum lakin.

 

Anlatmam istenmiyor da kimi zaman ve ben bir koşu gidip gelip aklımın koridorlarında sahici sislerle örüyorum kelimeleri: bilgi dağarcığımda nice kıyım ve öfkelenmediğim zamanların satır aralığı ve işte bir kuş daha düşüp ölüyor gözlerimin önünde.

 

Ritim belirsiz. Notalar zıvanadan çıkmış.

 

Aşk mağduru insanlar izafiyet teorisini tartışıyor ve Mehter Marşıyla dalıyorum sahneye.

 

Azımsanmayacak bir hakkaniyetsiz ölçüp b/içiyor ruhumu ve akışkan ruhlar durağında esefle not alıyorum.

 

Amfinin en mutlu öğrencisiyim ve çıkmazlara henüz düşmediğim yıllar ve meyveler de asla hormonlu değil.

 

Kilo kaybından ölen düşlerim yok ve ben de ölmüyorum sadece fazla havuç yemekten sararıyor gözlerim ve insan b/akışlarında tedirginlik hissediyorum.

 

Uçurum denen mekânın henüz teşrif etmediği ve babam ölüyor ama ölmezden önce hayallerime rest çekiyor mevsim.

 

Ölmeyeceğini umuyorum.

 

Öleceğim ise bir kehanet.

 

Ölümsüzlüğe şerh düşen martılar henüz şehri istila etmemiş ve bu kadar da kalabalık değil şehir ve mevsim tok gözlü bense tüm aç gözlülüğümle bilgileri emiyor ve içine çeken süngeri çok seviyorum bir izdiham bellediğim hayatın akışında gidiyorum sadece gidiyorum.

 

Künyemdeki isim yüreksiz bir serenatla aşkı filan da içermiyor hani ve aşkın kayıp kimliği aklıma dahi düşmüyor.

 

Tek hatırladığım inanılmaz üşüdüğüm ve yaz ortasında kat katlarımı giyip bir de ceketin düğmelerini ilikliyorum önden.

 

Hep öndeyim.

 

Öncüyüm.

 

Bilmiyorum da acıların beni öncü yaptığını ve yapacağını asla da inanmıyorum kuyruklu yalanlara çünkü konuştuğum kimse yok belki de aymazlığında gösterişli acıların ben kendimle konuşmayı da reddediyorum.

 

Doğurgan olan ne ki?

 

Hastane koridorlarına düşüp de yolum ve babamı son kez görüyorum.

 

Bir azamet ise farkındalık yüklendiğim elbet mevsimi fazlaca kibirli lakin benim için her gün kışa dair bir serzeniş elbette eklem yerleri henüz acımıyor şiirlerimin ve ahenkli olan tek şey akıp giden zamanın tereddütsüz yirmi dört saate denk düştüğü.

 

Derken katlanıyor zaman.

 

Babam defnediliyor ve gün ç/ağlıyor derken kırk sekiz saate çıkıyor günün rakımı.

 

Bir uyruksa acıtan.

 

Bir kuyruksa b/asılan.

 

Türeyen sessizlik hem de havsalaya sığmayan ve keşfedilmemiş o içsel yolculuk.

 

Damarlarımdaki kan çekiliyor ve kuruyorum. Sulanması gereken bir bahçe var lakin çiçeklerin ölmesi umurumda değil ve bir çiçek olduğumu da kimse haykırmıyor yüzüme.

 

Değişken mizacımın tırnaklarını geçirdiği sisli şehir ve şehir olmayı unutan nice şiir.

 

Coşkudan eser yok havada: havadan eser yok ruhumda: ruhumdan eser yok katlandığım dünyada.

 

Bir dünya da eksik aslında artık kaç dünya olmuşsam ve burcumun şaşırttığı bir eksendeyim.

 

İki görüyorum hayatı.

 

İkiliyorum da günü.

 

İkizler burcunun bir müridiyim madem ve ruhuma saplanan yıldız parçacıkları.

 

Hamt etmenin verdiği huzur lakin detayların henüz nüksetmediği.

 

Mutluluğa çelme takan kim ise ve kim ise yolumda duran: elbette hiç kimse ne de olsa üniversite diplomam pırıl pırıl parlıyor babamın son resminin yanında adeta ona sesleniyor.

 

Mezuniyet törenimde yalnızım. Babamsa bir morgun müdavimi olmuş.

 

Bir yerleşke ise hayat henüz altını açmadığım bir kazan ve soğuk suyla yıkanıyor bedenler ve ruhları azat ediliyor.

 

Emeğin gücüne vakıf mıyım peki?

 

Ya, eriyen hücrelerim.

 

Ve ben hala havuç kemiriyorum tıpkı bir tavşan gibi ve nasıl da korkak aslında farkına varamadığım bir dünyanın sahiplenmediği yaralı bir faniyim ve henüz kaderle diyalog geliştiremediğim.

 

Kederin harf atladığı.

 

Kaderin kedere takılı kalmış bakışı.

 

Ve perdeyi ardına kadar açıyorum bir asır sonra ne de olsa sözcüklerin yeşermesi için güneşe ihtiyacı var ve benim de yaşlarımı biriktirmek adına boş bir kaba lakin ağlamıyorum artık ve sürgün edildiğim hayatın kıyısından baka kalıyorum asılı resme.

 

Beyaz yüzünde cinnetin ve daveti cennet bahçesinin.

 

Alarmı kuruyorum çünkü umutla tanışıklığım yeni olsa da biliyorum ki mazi hep baki kalacak lakin fırfırlı eteklerinde ömrün sadece dokunuyorum ama sadece yüreğime ve insanların yüreğine dokunmayı ne çok sevdiğimi fark ediyorum artık: en azından önümde uzanan hayata bir bir sunmak adına düş bahçemi ve sevebildiğim kadar da sevindirmekse insanları en azından kimselere yeni hayal kırıklığı yaşatmamak adına elbet uğrayacağım hayal kırıklıklarına direncimle sahip çıkabilmek de sadece benim elimde iken.

 

 


( Ve Gittin Baba. başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 25.01.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu