Kahverengi
yüksek topukları ritmik bir ses yayan ayakkabılar, otobüse adımını attığı anda dikkat
çekti. Ayakkabıları; güneş görmemiş ince bacaklar, krem rengi, diz üstü bir
etek, birkaç düğmesi açıkta kalan yeşil gömleğin ardında kuğu gibi bir boyun ve
ince, güzel bir yüz izledi.
İçerisi
her zamanki gibi çok kalabalıktı. O da biliyordu artık, bu durumda oturacak bir
koltuk bulması imkansızdı. Bunu bilerek adımını atmıştı zaten. Hiçbir umudu
yoktu. Yine de bir göz gezdirdi. Ama en
azından otobüsün dikkatsiz ilerleyişinde düşmemek adına;
”Bu kalabalıkta nasıl düşecekse!”
Emniyetli
bir yer aradı, ne de olsa alışkanlık edinmişti bu arayışını. Otobüsün sağ
tarafı daha sakin görüldü gözüne. Hemen bir hamle yapıp , köşeyi kapacaktı ki; kucağında
bebek taşıyan genç bir kadın sert bir dirsek darbesiyle itti kendisini. Canı
yanınca öfkelendi. Yine de sessiz kalmayı tercih etti. Bulunduğun yerin tam
ortasında, her gelen geçenin birbirine çarptığı bazen de kasten sürtündüğü bir
noktada buldu kendini o itiş kakışta. İneceği yere kadar sabretmekten başka
çaresi yoktu. Yanı başında duran yaşlı kadının göz teması kurmaya çalıştığını
fark etti birden.
“Ah
yavrum! Sen nerelisin? Sorusundan girip “Ay! Romatizmalarım!” Dert yanmasından
çıkmayı planladığı açıkça görülüyordu.
Hep
otobüs kullanarak işe gittiği için bir hayli tecrübe sahibiydi. Artık baktı mı
olayın seyrini tahmin edebilir duruma gelmişti. O nedenden bakmadı yaşlı
kadının gözlerine hiç. Bakışlarını mecburen diğer tarafa çevirdiğinde, iki
kılıksız herifin, gözlerini hiç ayırmadan bacaklarına diktiklerini gördü. İşte
buyurun! Öfkelenmesi için her şey tamdı. Bir de buna bir elin kalçasıyla temas
kurmaya çalıştığı eklenince; kolundaki büyükçe çantayla kalçasını korumaya
aldı. Sinirden patlamak üzereydi, bunalmıştı. Her gün olan şeylerdi bunlar.
Sessiz kalmayı bu defa da başardı. Ne yapsa faydasızdı.
Kıskaç altında ezilip zor nefes alıp verirken,
gözlerinin ağırlığını taşımaktan sıkıldı. Onları ince, biçimli, narin
parmaklarıyla köşelerinden kavrayıp; kalabalığa fırlatmak istedi. O sayede etrafını
kolaçan etmekten kurtulup, yitip gidecekti yeşil gözleri. Böylece olup
bitenleri, adilikleri, fırsat düşkünü tacizcileri göremeyecek ve;
“Göz
görmeyince, gönül katlanacaktı! “ şüphesiz!
İrkildi birden. Aşağıda bir elin müdahalesiyle
can çekişen eteğini kurtarmak adına indirdi bakışlarını;
-Abla
alacan mı bir tane mendil? Al abla ne olur?
-Yok
istemez!
Deyip.
Bir hamlede çocuğun elinden kurtardı eteğini.
Sırtından
soğuk terler boşaldı. Her durakta daha da sıklaşan saflar nefes almasını
zorlaştırıyor, iç içe yapışık haldeki dakikaların ve yolculuğun parçası
olmaktan artık utanıyordu. O ara yine bir elin kalçalarında dolaştığını ve
belini sardığını hissettiğinde olan olmuştu. O zamana kadar hiç farkına
varmadığı esmer bir adamın yumruk ve kafa darbeleriyle elin sahibi yere
serilmiş, ağzı ve burnundan kanlar fışkırıyordu. Nasıl oldu hiç anlamadı. O
kalabalık nasıl da açılmış ve boş bir alan oluşmuştu. Adamın küfürleri üzerine
şoför durdu ve o kirli ellerin sahibi aşağıya atıldı.
-Çok
teşekkür ederim. Beni bir pisliğin tacizinden kurtardınız.
Adam
ter içinde zor nefes alarak;
-Rica
ederim. Dayanamadım. Bu nedir böyle? Bıktık kardeşim bu sapıklar yüzünden
kadınlar yanımızdan geçemez oldu!
Köşede,
cam kenarına yaslanan bir kadın;
-Sorma
kardeşim. Biz alıştık artık böyle adiliklere. Yapacak bir şeyimiz de yok. İşe
yetişmek zorundayız. Dolu da olsa biniyoruz. Artık bütün duygularımız köreldi
bizlerin. Taciz etse ne olur etmese ne olur? Hissetmiyoruz bile!
-Toplumumuz
iyice bozuldu. Ahlak mahlak kalmadı!
-Böylelerini
yaşatmayacaksın!
Her
kafadan bir ses çıkmaya başlamıştı. Fakat çok geçmeden de itiş kakış eski
seyrini aldı.
Can
sıkıcı anların bir an olsun dışına çıkmak adına; solunda ayakta duran kadın ve
adamı izlemeye başladı. Adam oldukça kaba saba, vücut olarak da bir ayıyı
çağrıştırıyordu. Yüz olarak ise herkesi! Bu yüzü defalarca gördüğüne yemin
edebilirdi. Hemen her gün gördüklerinin aynısıydı. Sadece sağ alt yanağının
üzerinde leke gibi duran beni onu diğer yüzlerden ayırıyordu. Karşısında duran,
otobüsün her sarsıntısında, sıska bedenini adamın öne çıkmış iri göbeğine
yaslayan kadın adamın karısıydı muhtemelen. Ne mutlu ne de mutsuz görünüyorlardı.
Yalnızca günü tüketmekle meşgul yüzler, vücutlar…
Elleriyle
zor kurtardı meraklı bakışlarını üzerlerinden. Kurtuluşunu kutlamak adına sanrı
görmeye başlayan bakışları, oyunlar oynuyor, aklı sıra kadını eğliyordu. Ancak
dakikalarca sürüp giden bu durum sanrı değil gerçeğin ta kendisiydi.
Tam
karşısında boş bir yer vardı. Ve bu kalabalıkta hiç kimse o boşluğu fark
etmiyordu. Nihayet oturabilecekti. Telaşını belli etmeden, soğuk kanlı
davranmalıydı kimseye kaptırmamak için. Ya şimdi o tarafa doğru hamle yapar da
herkesin o koltuğu görmesine sebep olursa? Ne yapmalıydı ki? Biraz daha
beklerse köşedeki şişko kadın kapabilirdi tahtını. Ne kadar da kıymetliydi o
boş koltuk herkes için. Düşün selinde yitip giderken, bir ses çıkardı onu
boğulmaktan.
-Oturmak
istiyorsan geç otur.
-Nasıl?
Başını çevirince o yaşlı teyzenin konuştuğunu fark etti. Artık gözlerine bakmaya karar verdi. Kadın bir şekilde muhabbet kurmaya çalışıyordu ve nihayet başarılı olmuştu işte.
-Deminden
beri beynini yedin. Baksana duman çıkmaya başladı başından! Bu kadar düşünme
evladım. Bak bana! Her hastalıktan mustaribim.
İşte
başlamıştı. Yaşlı teyze, kadını tuzağına çekip, düşürmüştü nihayet.
Tam
o sırada boş koltuğu kendisinden başka bir kadının da fark ettiğini gördü.
-Bir
saniye! Çekilir misiniz? Bir dakika… Durun!
İte
kaka boş koltuğa ulaştı.
-Ne
oluyor? Ne itip duruyorsun? İnsan var burada!
-Hanımefendi!
Çekilin lütfen.
-Neden
çekileyim. Bu boş yere ilk ben fark ettim.
Kadın, meydan okuyan ellerini beline koydu. Ağzı
sinirden gerildi, ateş çıkan gözlerle bakmaya başladı. Karşısında saldırmaya
hazır bir kaplan vardı. Uğraşmak istemedi. Tekrardan köşesine çekilip sessiz
kaldı.
Farkına varmadan, otobüs ineceği durağı geçmişti. Bir sonraki durakta indi telaşla. Henüz günün ilk saatleri olmasına rağmen bütün enerjisi bedeninden uçup gitti. O kadar yolu söylenerek gerisin geri yürümeye başladı.