Köyümüzün hüzünlü sonbaharı 1960’lı yıllarda
başladı. Sonbahar hüzün mevsimidir. Doğa yaşlanır. Önce doğanın müziğinin gönüllü elemanları
göçmen kuşlar terk eder bahçe ve ormanlarımızı. Uzak diyarlara uçarlar.
Evler ve mahalleler arasındaki bahçeleri
süsleyen meyve ağaçları, ormanlardaki ahlatlar, yaban armutları, ıhlamur ve
cümle diğer yayvan yapraklı ağaçlarının yaprakları; yeşil renginden gökkuşağının
türlü tonlarına evrilir. Sonra toprakla buluşur. Sonbahar gün gün, hafta hafta
yaşanır orman ve bahçelerle bezeli köyümüzde. Ağaçların yapraksız görüntüsü,
döğüş kaybetmiş, teleklerinin çoğu yolunmuş horozların acıklı görüntüsüne
bürünür.
Sonbaharda
yaprak döken ağaçlar ilkbaharda şenlenir yeniden. Çayırlarımız yeşil kürkünü
giyer. Mor, beyaz, sarı, pembe renkli çiçekleriyle meyve ağaçlarımız henüz
16-17 bahar görmüş ahu gözlü köylü kızlar gibi seyredenleri şaşkına çevirir...
50-60
yıllık kısa sayılacak bir zaman içinde köyde yaprak dökümü sürdü. 300 haneye yaklaşan
köyümüzün, 90’lı yılları sonlarında, kış mevsiminde ancak 30-35 evinin
bacasından mavi dumanlar yükseliyor.
Her
sülale göç verdi; ama az ama çok. Aşağı mahalleden Genç, Ayhan, Şeker, Karahan
soyadlı aileler köyden taşındı geride bir ya da iki hane bırakarak.
Yukarı
Mahalleden, Tokdemir, Aydemir, Al, Gülcanlar katıldı gidenler kervanına…
Köyün
orta mahallelerinden, Yazar, Yılmaz, Meydan, Yeşil aileleri de göç kervanına
katılanlardan oldu.
Bir
büyük mahallemiz daha var köyümüzde: Sergiciler. Bu mahalleden, Taşdemir,
çelik, Gündüz, Güneş, Yıldırım, Bulut aileleri ve köyün Kışla ve İspiroğlu
mahallelerinden de gidenler oldu batıya, sürekli batıya…
Kuzenim
hakkı Ağabeylerin, yatak yorgan, evinde ne varsa taşınır eşyalarını büyük bir
kamyona yükleyip, iki ilkokul öğrencisi çocukları ve eşini gözyaşlarıyla yolcu
ettik. Gidenler umuda yolcuk yaparken geride hüzün ve gözyaşı bırakıyorlardı
sadece.
Hazan
mevsiminde göçmen kuşların sıcak diyarlarda kalma süresi 6 ay sürer en çok.
Kışlar uzundur yüksek Yalnız Çam Dağları’nın eteklerinde kurulan köyümüzde.
Kasımda başlayan kar yağışı, aralıklarla sürerdi ilkokul yıllarımda. Mart ayında bardan bardan kar yağdığını
bilirim. Koyunlarımız yeşile çıkması nisanı bulurdu. Şimdilerde, geçen yıllarda
periyodik olarak devam eden mevsimler de şaştı. Son yıllarda eskisi gibi kar da
yağmıyor sürekli.
Ve geç
te olsa göçmen kuşlar nisanda döner köyümüze. Doğa yeniden canlanır. Börtü
böcek, kuş sesleri, esen yellerin çam ormanlarında oluşturduğu seslere karışır.
Köylü doğanın müziğiyle beslenip ruhunu arındıra dursun; köyü öksüz bırakıp göç
edenler; kuşlar gibi, her yeni gelen ilkbaharda
ne de başka mevsimlerde köye dönmediler.
Köy
ruhunu kaybetti adeta. Muhacirlik, göç olgusu en çok okulu vurdu. Beş sınıflı
okulumuzda, 70’li yıllarda 250’nin üzerinde öğrenci devam ediyordu. Ki, büyük
sınıflar bölünmüş 7 sınıfta ders yapılıyordu. Şu anda köyümüzden iki elin
parmaklarından az öğrenci taşımalı eğitim için ilçe okullarına gidiyor. Kalın
taş duvarlarla sağlam binası olan okul şu anda metruk durumda. Bahçesinde kuş
seslerine, çocukların şen şakrak gülüşleri eşlik etmiyor artık.
Başöğretmenimiz
(Okul Müdürü) kendi köyümüzdendi. Köy gençlerinin de katkısıyla köy kütüphanesi
kurmuştu. 7’den 70’e her yaş gurubuna ait kitaplar süslüyordu kütüphanemizi.
Özellikle ortaokul yıllarımda bu kütüphaneden ben de hayli roman okudum. Önceki
yıl camları kırılmış, çerçeveleri eskimiş okulumuzu ziyaret ettim. Gözlerim
yaşardı. Ne kitap vardı ortada ne kütüphane…
Türkiye
Cumhuriyetin her köye okul yapma, öğretmen gönderme projesi vardı. Bu proje
sayesinde en uzak köylerimize okul yaptı devletimiz. Karanlıkların aydınlanması
için öğretmen gönderdi. Öğretmen köyde yanan meşaleydi geçen yıllar içinde.
Bilgi birikimleri, sohbetleri, kılık kıyafetleriyle öğretmenler köylüye, yeni
kuşaklara birer rol modeldi. Şimdi köyümde, genelde ilçemin hiçbir köyünde
öğretmen yok. Ve yurdumun birçok köyüne öğretmen gitmiyor. Çünkü köy okullar
kapandı!
Okul, köyümüzün
kültür yuvasıydı. Ulusal bayramlar kutlanırdı öğretmenlerin eşgüdümüyle.
Piyesler yapılırdı. Öğretmen-muhtar işbirliğiyle köyde gençler için genç
kızlara biçki-dikiş, erkeklere demircilik, marangozluk, duvar işçiliği benzeri
kursların açıldı geçen yıllar içinde…
70’li
yıllarda köyde bir tüketim kooperatifi kuruldu. Beş altı adet köy
bakkallarından daha uygun fiyata don ipliğinden, lamba şişesine, Amerikan
Bezinden çeşitli basmalara kadar her türlü metanın satışı yapılıyordu.
Kooperatifi çalıştıran köyün ünlü demircilerinden olan Zülal Amca da feragat
etti müşteri olmayınca. İmece usulü yapılan kooperatif binası şimdi köy
bakkalına ardiye oldu.
Muhtar
Fehimdar Amca ve Köy İhtiyar Heyeti 70’li yıllarda şimdiki HES benzeri bir
çalışma başlattı. Kanal yapıldı. Dinamo alındı. İşin büyük kısmı çözüldü.
Sadece köylülerimiz iş ve mali güçleriyle katkı sundu bu örnek çalışmaya. Aynı
yıllarda devlet-yurttaş işbirliğiyle büyük masraflarla sulama kanalı yapıldı.
Göçler acıdır. Atalarımız anayurtlarından göçerken
ne büyük acılarla ayrıldılar yıllarca yaşadıkları topraklardan. Evler,
çadırlar, tarım araçlarını bırakmak hiç kolay olmamıştır muhakkak…
Köyümüzden,
geçim derdi, ekmek parası için göç edenler de geriye boş bir okul, çalıştırılamayan
kooperatif, faaliyete geçirilemeyen elektrik projesi, şimdi eski deyişle tam
battal olan sulama kanalı bıraktılar. İstemeyerek elbette.
Değişen
koşullar içinde köyde şu an hayvancılık yapan 36 aile var. Tarım yapılmıyor. 80’li
yılların ortalarında ekim işi bitti. Büyüklerimiz dışarıdan, gaz, tuz ve şeker
alırlardı sadece. Şimdi iki adet köy bakkalımıza ilçeden ekmek geliyor.
Ve
özlemle andığım çocukluk ve gençlik yıllarına coşkuyla tanık olduğum, düğünler,
dini ve ulusal bayramlar, yaylacılık, komşuluk ilişkileri bitti desem yeridir.
Düğünle ilçede yapılıyor. Yaylacılık çok sönük yaşanıyor. Hemen hemen her
ailenin bir yayla evi vardı. Şimdi köyde kalan çok az aile yaylacılık yapıyor. Birçok
yayla evi yıkıldı.
Ümit,
İstanbul’da doğup büyüyen köyümüzden muhacir giden bir delikanlımız. 2000’li yıllarda ağabeyi ile köye dönüp
yaşamını köyde sürdürmeye başladığını duymuştum. Yaz aylarında baba vatanı
köyümüze giderim. Köy yumurtası alma girişimimde tanıdım Ümit’i. Köyde yeniden
ayrı ayrı ev yapmışlar ağabeylisiyle. İstanbul’da okuduğu Sanat Okulu’nda ki
birikimi ve doğuştan getirdiği ruhunda taşıdığı sanat aşkıyla elektrikten,
marangozluğa, ağaç oymacılığından fayans işçiliğine kadar on parmağında on
marifet aranan zanaatçı, sanatçı bir değerimizdi.
Geçmiş
yıllarda köyden göç edenler emekli olunca köye dönüp yeni evler yaptırıyorlar.
Köy yavaş yavaş eski yıllarda ki gibi kalabalıklaşıyor sadece yaz aylarında.
Gençler yaşlıları, yaşlılar gençleri tanımıyor. Köy kültürü yara almış…
Ümit,
ağabeyi ile birlikte köyün aranan zanaatçısı. Sözünün eri. Ülkemizde ustalar
nazlı olur çoğu kez. Randevu verir zamanında gelmezler… Ümit’in, işinin ehli
bir delikanlı olduğunu duydum. Dakik, çabuk, hani; “Ekmeği ekmekçiye ver bir
ekmekte üste ver” demiş atalarımız gerçek ustalar için. Bir ekmek üste
verilecek günümüzde az bulunan örnek bir ustaydı Ümit’imiz. Usta geçinenlerden
ağzı yanan biri olarak söylüyorum bu sözü.
Köy
okulumuzu restore edelim, çok amaçlı kullanalım. Bir sınıfta, artık
kullanılmayan büyüklerimizin kullandığı tarım araçlarını sergileyelim… diye bir
önerim var köylülerime. Bu konuda öyküler yazdım. Bir okul ağlıyor dedim.
Paylaştım öykülerimi. Beğenip ağlayan ilkokul yıllarında okulu şenlendirmiş,
kadın arkadaşlarım oldu. Bir arpa boyu yol alamadık maalesef. Ama şimdilik…
Üzgünüm.
Bu yıl
da baba vatanımda geçti yaz aylarım. Pandemi nedeniyle köye fazla çıkamadım.
Duydum. Ümit kendisinin yaptığı evinin geniş bit odasını müze yapmış. Kış
aylarında ağaç oymacılık sanatının tüm inceliklerini yansıtarak maket, köy
evleri, koyun, keçi heykelleri, kendi yaptığı ve baba yadigârı tarım
aletleriyle süslemiş müzesini. Sosyal medyada arkadaşımdı. Sayfasını inceledim.
Müzesinde de fotoğraflar vardı paylaştığı. Ünlü sanatçıların ellerinden çıkma
eserlere özgü harikaydı ince işçilikle işlediği eserleri.
Kısmet
olursa yaz mevsiminde gideceğim köyüme. İlk işim Ümit’in evini ve müzesini
ziyaret etmek olacak. Fakat gerçekten çok üzgünüm. Bu satırları yazarken
gözlerim doldu yeniden. Ümit’i göremeyeceğim. Derince ’ye 45 gün önce döndüm.
On gün önce bir acı haberi duydum. Ümit’imizi kalp krizi almış aramızdan.
Ümit’te bir köy birlikte ağladık. O dürüstlük, çalışkanlık, üretkenlik
sembolümüzdü… Bu ağıt şiiri, emekli bir öğretmen arkadaşımız yaktı Ümit’in
için…
ÜMİDİMİZ SÖNDÜ
Böyle miydi senin ile ahdimiz?
Ne acelen vardı Ümit kardeşim.
Olacaktı güzel daha müzemiz,
Bırakıp ta gittin Ümit kardeşim.
Gönlümde yaşayan diri gibisin,
Bir varmış bir yokmuş peri gibisin,
Çalışkansın işte seri gibisin,
Zamansız ayrıldın Ümit kardeşim.
Adını veririz köy müzesine,
Kulak verir millet güzel sesine,
Kabrin etrafında melek gezine,
Cenneti göresin Ümit kardeşim.
Dostum oldun özel yerin var bende,
Sana kötü diyen yoktur Kuçen'de, (Köyümüzün eski adı)
Seni hatırlarız, yufka açanda,
Yaktın yürekleri Ümit kardeşim.
Tuncer Yazar