Mart
ayını yarıladık sayılır. Baharın müjdecisi cemreler tamamlandı. Yavaş da olsa
havaların ısınacağını beklerken mart yaptı yapacağını “… Kazma kürek yaktırır!”
eylemini güzel yurdumuzun yedi iklim dört bucağında şanına yakışır biçimde
yaşatıyor. Yurdun her tarafı beyazlara büründü. Ege Ve Akdeniz bölgeleri
illerimize bile karlar yağdı. Bitlis’e düşen kar kalınlığı 7-8 metreyi bulduğu
haberi şaşkınlık yarattı. Kar temizliktir, berekettir lakin biraz fazla oldu.
Yaşadığım Derince ’de ağaçların üstünde 16 Mart günü hâlâ erimemiş karlarını
görünce anavatanıma çocukluk günlerimin Rumi Mart günlerine gittim…
Babamın
nüfus cüzdanında doğum tarihi 1334’tü. Cep defteri gibi bir nüfus cüzdanı vardı.
O defterde doğum tarihi Rumi takvime göre yazılmıştı. Miladi takvime göre 1919
doğumluydu babam. Doğumunun Rumi takvime göre yazıldığına göre ayları da Rumi
takvime göre saymasını anımsıyorum. Köyümüzde ilkokul 1930 yılında açılmış ve
üçüncü sınıfa kadarmış ilk yıllarda eğitim-öğretim süresi. Haliyle babam okulu
bitirmiş. Çok güzel bitişik eğik yazı yazardı. Dört işlemi sağlamalarıyla
birlikte eksiksiz yapardı.
Biz
dönelim aylara: Rumi takvime göre ayları bir anımsayalım: “Zemheri, Gücük, Mart, Abrul, Mayıs,
Kiraz, Ocak, Ağustos, İlk Güz, Orta Güz, Son Güz ve Karakış.” Bu ayların tüm
özelliklerini bilirdi babam. Hava olaylarının ayların hangi günlerinde nasıl oluşacağını
radyolarda okunan meteoroloji tahminlerinden daha iyi tahmin ederdi. Nasıl
etmesin! Atadan dededen elde edinilen yıllarca yaşanmışlıkları içeriyordu gözlemleri.
Dağ köyü diye nitelenen köyler içinde
addedilir köyümüz. Yüksek dağların hemen eteklerinde kurulmuş, Karadeniz
iklimi, doğu Anadolu karasal iklime daha yakın seyreder köyümüzün iklimi. Bizde
iki mevsim hüküm sürerdi çocuklu ve ilk gençlik yıllarında. Kışlar 6 ay, geriye
kalan 6 ay da doğanın karlardan azat olduğu ilkbahar, yaz ve de sonbaharı
kapsayan süre. Şimdilerde mevsimler şaştı. Eski karlar yağmıyor her yıl
yetesiye.
Haziran ayında bile köye 10 cm kar
yağdığı dün gibi hafızamda. Annem çapa yapmak için mısır tarlasına gitmişti
hava düzelince. Az sonra yanına gittim annemin. Yağan kar çapası gelen
mısırları üşütmüş yerle yeksan etmişti. O yıl mısır tarlasında yeşeren çimenler
çayır biçme ayında çayır olarak biçildi.
Mart ayında yurdun her bölgesinde kar
yağıyor. Miladi mart 14’ü Rumi takvime göre martın aybaşı birine denk gelir. Mart ayı babamın hiç sevmediği bir aydı.
Martta Kocakarı Fırtınası, Çaylak Fırtınası, Abrul (babam abril diye söylerdi)
Kırlangıç Fırtınası gibi fırtınaları yaşardık.
Köyümüzde ancak abrul ayının sonlarında
karlar erir çayırlar yeşermeye yüz tutardı. Abrul başlarında karların erimesi
çok nadirdi. Böyle baharlar babamın özlediği baharlar olurdu. Ne kadar erken
bahar gelirse koyun sürüsünün otlaklara çıkması o kadar erken olur. Mart sonlarında
merekte (samanlık) ot suyunu çekerdi çoğu kez. Koyunlar babamın deyişiyle döl
döker, kuzular. Üstüne üstlük ot da iyice azalırsa savaş yıllarında şehirlerde
ekmeğin karneye bağlandığı gibi koyunların hakkı olan ot yetesiye verilmezdi.
Oysa kuzuların sadece anne sütüyle beslendiği doğumlarının ilk aylarında
koyunların olabildiğince bolca ot yemeleri gerekir.
Babamın koyunculuk sevdası onulmaz bir
sevdaydı. Uzun kış gecelerinde amcalarımla birlikte yaşadığı yıllarda merekte
otun bol olduğu yıllardaki besledikleri koyunlarla ilgili anılarını anlatırken
gözleri ışıldardı. Kavalına üflemeye başlardı. İleriki yıllarda kaval
sanatçılarını çok dinledim. Babam gibi kaval üfleme ustalara çok az denk
geldim.
Biz dönelim yine Rumi marta ve babamın
ilkbaharın yüzünü göstermediği günlere. Merekte ot bitmiş. Babamın yüzünden
düşen bin parça. Her kış en az bir kişinin Ardahan’a giderken aşmak zorunda
olduğu ve donarak öldüğü Sahara Dağı’ndan köyümüze doğru soğuk rüzgârlar
esişini sürekli süzdürürdü. Zemheri geri dönerdi adeta. Kavalın esamisi
okunmazdı. Merekte otu olan komşulara müracaat edilir, gelecek yazda geri
ödenmek koşuluyla ödünç ot almak zorunda kalırdık.
Yetesiye karınları doymayan koyunların
melemeleri, bazı kuzuların ölmesi ailece hepimizi üzüntüye gark gederdi. Martın
azizliklerini anlatan annemin şu kıssasını anlatmadan olmaz. Sözlerine şöyle
başlardı: “ Eskiden bir kocakarı yaşarmış köylerin birinde. Onun da koyunları
varmış. Bir sene bahar geç gelmiş. Merekte otu bitmiş. Komda(ahır) koyunlar
melemeye başlamışlar açlıktan. Kocakarı kedisini bağlayıp kömün içinde iç
kısmının bir yüzüne asmış. Kedi azat olmak için tırmalanırken koyunlar kediyi
seyrederek açlıklarını unutup melemelerini keserlermiş.”
Mayıs başlarında artık günlerin de
uzamasıyla yetim gömleği güneş yüzünü yetesiye gösterirdi. Çayırlarımız yeşerir;
koyunlar nazlı nazlı yayılırken kuzular coşkuyla zıplayıp atlayarak baharın
zevkini çıkarırdı. Karlar dağların doruklarına çekilir rüzgâr serin serin
eserdi. Babamın neşesi yerine gelir, gözlerinin içi gülerdi. Evin bir tarafında
saklı kavalına hatırlardı.
Uzun acımasız kışlar, geç gelen baharlar
yazgımızın bir parçasıydı. Biz çocuklar yaşananlardan gocunmazdık. Her çocuğun
bir kızağı vardı. Kar nedeniyle okulda derslere ara verildiğini vaki değildi.
Kar yağarken okul bahçesinde oyunlar oynadığımızı, kardan adam yapmak için
karları yuvarladığımızı hala anımsarım.
Son Güzde başlayan kar yağışının Martta,
Aprulda çokça yağması; mereklerde otlar
azalsa bile yaz mevsiminin bereketli geçeceğine dair gerçekçi bir görüş
söylenirdi köyümüzde. Ve gelenek göreneklerde bozulma yaşanmadığı köyümüzde
mutluyduk. Düğünlerde, bayramlarda yaşanan içten coşkuyu anımsadıkça buruk bir
hoşluk sarar ruhumu. Doğduğumuz
yerde değil doyduğumuz yerlerde yaşamak zorunda olmamızın garip hüznünü okumak,
yazma eyleminin güzelliğiyle az da olsa giderme çabasıyla içinde olmak çocukluk
ve ilk gençlik yıllarım kadar coşkulu olmasa bile yine de güzel. Umar ve
dilerim mart ortalarında nadir görülen bu şiddette kar yağışı; ülkemizde
özellikle çiftçilerimizin bol ürün hasat edecekleri bereketli bir yaz mevsimini
yaşayacaklarının müjdecisi olur.
İbrahim
YILMAZ