Parçalanmış bir düş’ ün verdiği
hezimet idi tanrısal bir içgüdü ile gözümü sakındığım mevsimin yarasında
saklıydı mazide kalan gülüşüm.
Bir rengim yok benim ve içine
kapandığım zindanın soğuk parmaklıkları içerlediğimden de değil hani sadece çaresizliğimin
tavan yaptığı.
Gök kubbeden dökülüyor kuşların kanlı
kanatları artık hangi tünelde sıkıştılarsa geçiş yokmuşçasına göç ettikleri bir
iklimden diğerine ne ki ne de olsa uzayan tırnaklarında acıların, kalıcı bir
kasvetle sarılı yaraları…
Doğrudur bir kuşa öykündüğüm.
Doğrudur kuşlar gibi özgürlüğü
tanımlama gayretim.
İçimdeki karanlık değil mevzu bahis
yarına çıkar mı sahiden garantisi gözüm açık gördüğüm rüyaların.
Ne hüznüm kanatlı ne duygularım
katlı.
Duyumsadığım ne varsa buruşuk aşkın
öğretisi bildiğim özlemle sınandığım da doğru ve kendimden kaçtığım yetmedi
kendimden geçtiğim.
Mevsimin laneti yağıyor üstüme ve
tılsımlı bir dünya özlemi.
Hangi minvalde olduğum tartışılır
çünkü ben uzatmaları oynuyorum içimdeki sarkaç aralıksız çığlık atarken
birileri bana susmamı tembihliyor ben zaten sessizliğime kazık kakmışken hüzne
sadece perdeliyorum gözlerimi.
Kısık bir bakış ve gülüş.
Horon tepen yerliler.
Yabancısı olduğum bir dünya.
Bakaya kaldığım gün ve gece ve
tırmandığım ulu dağ ulvi duyguların uçuştuğu kadar uçmaya özeniyorum ve öznemle
kanatlanıyorum.
Düş pınarlarım kurumuş.
Birikintisi ömrün çamur içinde.
Ama altın da güneş de balçıkla
sıvanmıyor işte ve kollarımı sıvayıp işe girişiyorum.
Çöken karanlık.
Omuzları çökmüş gün ışığı ve değerini
yitiren tanımlamalar:
Hani, hani, bir ömür uğruna
çabaladığım ve ne kaldıysa geriye…
Namus ve ahlak dersleri ve öğretileri
ile geçmişken ömür üstüne üstük aldığım eğitimin yansımasında payıma düşenler.
Ve yaşımın pek bir önem arz ettiği
yasımla dalga geçenler.
Kurulu bebek gibiyim.
Kurmaca değil oysa bana tanınan ömür
ve zaman ve dilediğimi yapma hatta düşünme özgürlüğüm ilk gün elimden alınmış
iken.
Matbu duygular.
Matbu söylemler.
Konuşma hakkım dahi yok iken üstüme
yöneltilen çirkin ve ağır hakaretler.
Gün ağır bir ritimle ilerlerken.
Gecenin de gözü seğirirken…
Ve işte geceyi men ettiğim
sözcüklerim ve rüyalarımdan sızanlar.
Bir düş birikintisi ise yaşamak
gerçeklerin de önem arz etmediği bir o kadar yaraladığı iklimler.
Öznesi yitik cümleler.
Özlemin dibe vurduğu.
Mevsim soytarı, rüzgâr hüzünle
eserken savrulan yapraklar…
Tehir ettiğim ölüm mü yoksa mutluluk
mu yoksa hiç biri mi?
Kimliğimin nüktedan varlığı ve
yalnızlığımın kotası dolmuşken d/okunmak adına hayata varsıl bir çemberde
merkez-kaç kuvveti ile salındığım.
Hükmünü yitiren duygular ve yitimler.
Bitik bir masalın ölü anlatıcı ne de
olsa masal kahramanı olmaktan gına gelmişken o hain kurt masalı ve anlatıcıyı
yiyip bitiren.
Masallar ve gerçekler.
Duygular ve fiiliyata dökülenler.
Sapır sapır dökülen insan izlekleri
ve işte masalın da miadı doldu.
Yeni bir masalda…
Yeni bir günde…
Yeni bir başlangıç addedilen her
sabahın huzur ve serinlik veren nefesinde açmak bir arada bir demet çiçek olup
konmak başucumuzdaki vazolara.
Sönen lamba.
Susan zehirli diller.
Susadığımız sevgiye ve anlayışa.
Yeniden başlamak her defasında
sonlanmayacakmışçasına hayaller vardığımız noktadan ileri gitmenin de tek
çaresi iken elbet sıkı sıkıya bağlı olduğumuz umudun da bitmeyen vardiyasında
asılı iken güzellikler ve de o gaipten gelen coşkunun eşlik ettiği yaşama
sevinci…
Kutsanmış bir yürek.
Ulaşılası en tepe nokta.
Aşkın İlahi varlığında saklı tutmak
hayatı ve kaç cephede savaş verirsek verelim kendimizle barışık olmak ve saklı
tutmak yüreğin en değerli cephanesi iken sevgiyle umutla kat çıkmak sonsuzluğa
kimine göre hayat bir avuç gözyaşından başka bir şey değilken ya da dünyevi
zaafların ve geçici mutluluğun izini değil diğer âlemin çağrısına kulak
kabartmak o halde…
İki cihanda da aziz olunuz, sevgili
dostlar…