Doz aşımı bir yalnızlık buyurdu
Zerdüşt ve sözcükler iken kefeni kalıbından taşan adamın da endamından ayrı
kalamadığı kadar sökün eden nice vaveyla.
Uyumsuzdu aşk.
Uyruğu filan da yoktu hani:
Falan filan safhalarını geçtiği kadar
kalem, şairin dinginliğe özlemi ile teğet geçti yine ölüme.
Ön sözü filan da yok iken akşamın ve
karanlık ve gece mahcup çekinceleri ile de damgasını vuracaktı bu sefer sabaha.
Kırık kornişlerin düşü bir tül perde
inceliğinde iken sevebilmenin nidaları…
Ve çürük düşlerin külünden yeniden
doğan şairin evhamları hız kesmedi neye meyyal ise zaman neden ibaret ise gece
ve dipçiği yalnızlığın ve işte kulakları sağır edecekmişçesine öten sirenler.
Kaç parmak aralık varsa hayattan
uzanan o yol ölüme!
Haşa, yüce Rabbim mademki Sensin sadece
Sen, koruyan esirgeyen…
Bir imla hatası olma ihtimalini bile
Es geçerken kader…
Ve işte imha edilebilme olasılığı yok
iken de sür-git yanlışların.
Sözcükler cümleten emanet şaire.
Şair emanet Rabbine ve aşkın ve
hüznün dinmeyen vardiyası.
Gökte kazılı üş beş ölgün gülüş ve
Yıldız mizaçlı şair:
Rengi solgun gün ışığı karanlık iken
bastıran kazılası bir imza gibi hüzün, şairin mezar taşının dahi nutkunun
tutulduğu ve mademki tembihli şair, babadan…
Kanaviçeler d/okuyan kalem.
Okunaklı olmasa bile el yazısı.
Yetmedi razı kaderine ve işte
yazgısına ses edemediği kadar şairin alt yazı geçti aralıksız ve de gözü açık
gördüğü rüyaları.
Tasfiye edemediği o kordan hece:
Közünden sökün eden ölümcül kelebek
yoksa kozasından mı demeliydi mademki şair idi ipekböceğinin kaftanını üzerine
geçirmiş ve ne varsa muradı acının da hüznün de dik alası!
Döşünde hüzün.
Düşünde ömrün.
Dövüştüğü imgelerden ördüğü hüzün
yeleği ve üşümenin esintisinde rüzgârın çıkardığı davetiye ölüme:
Zemheride boy veren nakkaresi adeta
nakarat hayat hem dün hem bu gün hem de yarın.
Yâdında saklı tesellisi ve iz düşümü
göğün oysaki karanlık henüz şehre çökmedi her ne kadar çökse de şair yere
uçuşan kanatlarına koyamadığı kadar o son noktayı ve üç noktalı hecelerden
örülesi kaderin cafcaflı rüzgârı.
Şimdilerden uzak.
Yarınlarsa kimine göre tuzak.
Dünden seken o kordan acı ve kopası
düğmelerin kendilerine bir ilik arayışı öyle ki iliklerine kadar yanarken canı
şairin.
Canından da çok sevdi mi Cananını.
Canhıraş bir hece mademki tek hecede
saklı:
Elbet sadece anne sadece ana sadece
anaç bir sevgi ruhundan cımbızla çekip çıkardığı yakarışları ulu Rabbine.
Göğün kaç kat ise serildiği ve
yerkürenin katmanları:
Yok mu ki içinde yanan çekirdeği bir
avazda söküp de alamadı yerinden ve gözlerini alamadığı kadar belirsizliğin
eşiğinde konulası bir nokta kopası kıyamet de olmaması adına ve çekinceleri ile
devrana posta koyan posta güvercinlerinin ağzında şairin annesine yazdığı son
mektup.
Okumasa da.
Görmese de.
İliklerine kadar hissetmez mi anne
yüreği?
Hele ki şairin de gözbebeği iken ve
mevsimlerin her birinin adı da anne:
Öykündüğü sadece dünü.
Öldürdüğü güdüleri ve devre dışı
bıraktığı nefsi.
Son nefesine kadar da şairin verdiği
mücadele sırf annesi yaşasın diye…
Yaşanası bir acı olmamalı asla bu gün
ve yarın ve diğer günler hele ki anneler gününde şairin başucunda değil iken
annesi.
Güfteleri de besteleri de en başta
tüm duaları annesi için ettiği son nefesine kadar da sadık iken Rabbine ve tek
dileği yeter ki annesiz geçmesin şairin kalan ömrü…
Tüm annelerimizin Anneler Günü kutlu
olsun.