Bir yansımanın iç sesiydi ve ebediyetin vaveyla yüklü özlemi.

Şiirler sır tutmazdı ama şairler, evet.

Yadsıyamadığım tümcelerde bir veryansın ve iki dudağımın kilidi idi sükunet.

Aşkı harcadılar önce ve tapındı namert gölgeler iblise. Hayra alamet değildi seyri döngünün ve kimi kutsandı kimi de öldü sefilce.

Ayak izinden tanıdım ben hasreti: önce koyu çok koyu bir gölge ve t/aşkın ayak izleri. Ne mubahtı ne de kayrası imlerin tefekkür yüzlü gökyüzünde gözlerimin süzüldüğü o pencere aralığı.

Kıt kanaat geçinirdik biz baba-kız ve aşkın vesveseleri ile uğraşmadan içimize ve hidayete dönük yüzümüzle ömrün tarhında kanıksanası bir hüzün.

Diyetler ödemiştik.

Dibini de görmüştük ömrün ve de sefaletin.

Sağır Sultan duydu ve çağırdı bizi dizinin dibine ve bir anne şefkati ile okşadı saçlarımı; çöküktü omuzları babamın ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerinde mevsimin kalıntıları.

Çerçöp topluyordu ne de olsa ayakkabı kutusunda rahmetin bizler hicvetmiştik hayatı kah yasla kah saklı tutulası kozla.

Gök evrildi mi?

Ne alaka!

Yudumlayan sevgiyi mademki yüce Yaratan bizler de aldık şapkamızı önümüze ve düştük yola.

Şehirler aştık kimi zaman.

Şiirlerle andık maziyi dünün çeperinde kanayan beyitler ve içimizde saklı ilham.

Göğün penceresinde kah duman kah karanlık ne de olsa tutulmuştuk hasrete kavuşmaktı amaç ebediyete.

Anaç yüreğinde anamın kazan kaldıran dünlere sektik.

Kaderle devindik ve namert gölgelerden de kaçtık köşe bucak. Serpilen ne bir gündü ne de dünün hikmeti ermişti güne ve devasa lanetini yok saydık iblisin ve her şerde bir hayır vardı madem…

Hakkın rahmetine kavuştu babam anamdan sonra ve ben bir başına.

Şiir gözlü kızım, diyen babamın içindeki hezeyan solmuştu nihayetinde ve huzura dönüktü sarı benizli teni kollarımda ölü nimet andığım İlahi Aşk ve rahmet.

Havsalam almıyordu lakin gün artık bana aitti ve onlardan kalan sayısız hatırat ve ezkaza mutlu olayım gidip de yatacaktır kayıp mezarlarının ayak ucuna.

İçimde bir fasıla.

Dışımda kambersiz düğün.

Göğün ümmeti idi aşk ve her öğün içime çektiğim yorgun düğüm ki karabasanlarla hemhal; hem yalnızlığa hem acıya tutsak, kavuşulası ne kalmıştı ki?

Bir hezeyan idi madem babamın mirası ben sevecen yüreğimde saklı tutacak mıydım bakalım saklı sırları ve niyazı?

Sözcükler büküldü; süzülen yüzümde akışkan cehalet ve sağımda solumda ufkun hediyesi Anka kuşu.

Zımba gibiydi bedenim ve fellik fellik aramaya başladım kendimi.

Bir manivela ki yoksunluğun ayak izi.

Bin bir sure iki ruhumu yıkadığım sadece ve sadece Hakkın nimeti.

Yoksul bedenler.

İfrata kaçan nefsiyle övünen şer düşkünü beynamaz gölgeler…

Yol uzundu ve adımlarım çok kısa; devran dönüyordu da gözlerimi alamıyordum alasından göğün.

Bir kehanet idi dillenen ve duydum ki; komşu ülkenin kralı oğluna bir eş arar.

Sağır Sultan fısıldadı kulağıma oysaki ne gam bende! Ne de olsa fıtratın gizemi ile içli dışlı mana âleminde.

Kıran kırana iken insanlık işim olmazdı savaşla nifakla. Sevdayla da işim olmazdı ne de olsa İlahi Aşkın peşindeydim lakin gün yüzü ile görmek de istedim yalnızlığın prensini.

Sözcükleri olmayan ülkeye doğru yola çıktım.

Az gittim uz gidemedim.

Gökten düşen elmalarla yetinmeyenlere inat ben su içtim ot yedim.

Aşkı da hatmettim.

Gölgemle destursuz bir savaşa girip de cebelleştim nefsimle. Ser verdi gölgem sırlarını da verdi ne de olsa bilinçaltımda saklıydı her faraza düş kırıntısı.

Gönül koyduğum kimse yoktu sadece yalnızlığın duvarlarını aşan o ışık ve ç/ağrı.

Kem küm ettim yine de vardım kapısına kralın. Arzı endam ettim de çağıran mı olmadı? Ve daldım içeri.

Bir düş şehrine gelin gidecektim madem…rüyamda görmüştüm: gör de inanma.

Başım dik; gözlerim ışıl ışıl ve eteklerini öptüm kralın ve gözümü alamadım sarayından. Gözünü alamadı prens benden ve gördüm ki; Sağır Sultan da teşrif etmiş.

Hal hatır sordu. Eğdim başımı öne ne de olsa gözyaşlarımı görmemeli idiler ve babamın hayaleti geldi yerleşti dizimin dibine derken…

‘’Kızım, güzel ve bahtsız kızım. Sanır mısın ki ananla içimiz rahat yatarız kabrimizde? Sen orada bir başına bizler kifayetsiz iki cansız beden lakin bil ki ruhumuzla, yüreğimizle yanındayız senin sen görmesen de. Ve demem o ki; sen de yuvanı bil ve sarayı da evin. Her ne hikmetse illa ki gün yüzü göreceğin doğuyor içimize. Sen de doğ yeniden ve doğur ümitler. Asılı kaldığın evrende bil ki yalnız değilsin: hem anan hem baban daha da ötesinde Yaratan seninle ve kısmetin ayağına geldi belki de sen kısmetinin ayağına gittin. Her ne olursa olsun sen bizim biricik kızımızsın.’’

Dürttü birileri omzumdan demek ki babamdı rüyalarıma misafir olan ve irkildim ansızın. Elim ermez gücüm yetmez…demem o ki; sırtımı döndüm ve tam gidecekken…

‘’Sen, sefil kız. Bu kadar kibirli olmanı gerektirecek ne yaptı ki dünya sana? Hem kibirli hem sevgi dolu yüreğin yoksa uykunda sayıklamazdın yüksek sesle.’’

Sahi ne sayıklamıştı ki?

Cennetin kapısından mı dönmüştü yoksa cehenneme yolculuk muydu mademki firar edecekti kendinden?

Sözcükler boğazına tıkandı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Hicapla sustu kral.

Esefle kınadı kendini.

Ve gözlerini silmesi için eline bir bez parçası tutuşturdu kızın usulca.

Her şey flu idi artık. Her şey renksiz ve kokusuz.

Dermanı ne ola ki bunca acının?

Neydi de derdi evrenin kızla?

El verecek miydi artık kader yeniden mutlu olmasına?

Bir açtı ki gözlerini yeniden ve öylesine renklerle kuşatılmış olduğunu gördü ki…

Sahi, gizem miydi gerçeğin kendisi yoksa gerçek miydi düşlerinde gördüğüne sahip olup olmadığına emin olamadığı.

Ne güzel kokuyordu etrafı ve de müziğin akışına bıraktı hem kendini hem renkleri ve gözlerini açtı ki ne görsün?

Derin çok derin bir uçurum ve yanı başında küçücük bir kulübe ve etrafında dans eden melekler. Her birinin ayrı ayrı renkte uçuşan kıyafetleri ve kanatları.nihayetinde anlamıştı ki; çektiği bunca acıdan sonra Yaratan onu yanına çağırmıştı ve sadece gülümsedi sadece çağrıldığını bilip de koştuğu bu rahmeti bol iklimde ölümlü bir fani olup da acı çekmediği için gülümsedi ve şükretti lakin bu, çok kısa sürdü çünkü zamanı dolmuştu.

‘’Yeteri kadar uyudun sefil kız.’’

‘’İyi de ben uyanmak istemiyorum ki.’’

‘’Sen de bir meleksin bizler gibi ama süren doldu. Şimdi git ve dünyada yarım kalan işlerini tamamla ve dualarını da eksik etme anandan babandan.’’

‘’Onları çok özledim.’’

‘’Ama seni özleyen başkaları var.’’

‘’Kim onlar?’’

‘’Ondan geriye doğru say ve aç gözlerini. Anlayacaksın o zaman.’’

‘’Bu kadar geç döneceğini tahmin etmemiştim ama beklediğime değdi.’’

‘’Nereye gitmiştim ki?’’

‘’O zaman aç kollarını da al bebeğimizi kucağına. O zaman anlayacaksın cennetten gelen bu kokunun ve güzelliğin rahmetini. Çok korkuttun bizleri, güzel prensesim.’’

‘’Ben zaten cennetteydim.’’

‘’Hala da cennetsin ve ebediyen orada kalacaksın çünkü sen bunu hak ediyorsun.’’

‘’Hayır, hayır. Ben zaten cennetteydim ve şimdi…’’

‘’Sadece derin çok derin bir uykudaydın cennet kokulu prensesim ve sensin benim cennetim. Biz de senin cennetin. Sakın bir daha bırakıp da gitme bizi.’’

 


( Cennet...(masal) başlıklı yazı GÜLÜM-ŞİİRİN TEK H/ECESİ İKEN AŞK... tarafından 9.07.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu