3.
Yapım, bakım ve restorasyon hizmetleri.
Fethedilen şehirlerde tüm
hizmetler izin öncelikle eski, kullanılmayan binalar ve ibadethaneler
onarımları yapılarak hizmete alınırdı. Pek çok tarihi vakıf binalarında kullanılmayan
ibadethane vb. başka binalardan getirilen mermer ve sağlam taşlar
bulunmaktadır.
4.Dini
hizmetler.
Cami ve mescitler diğer
görevlerinin dışında asli görevleri olan dini hizmetleri yürütmek için kurulmuş
binalardır. Minbersiz mescidler vakit namazları için minberli camiler ise hem
vakit hem de Cuma namazları için yapılmıştır. Dini hizmetlerin başka bir boyutu
tasavvufi eğitim ise tekke ve dergahlarda yürütülürdü. Tekke ve dergahlar aynı
zamanda imaret- gibi çalışırlar ve fakirlere yardm, yolculara misafirhanelik
yaparlardı.
5.
Sağlık hizmetleri. (Ayrı bir başlak altında incelenecektir.)
İslam
şehirlerinde sağlık hizmetleri teşhis ve tedavi bütünleşik olarak verilirdi ve
herkes için ücretsizdi. Vakıf hastahanelerinde her din ve ırktan insan tedavi
ediliyor, gerektiğinde ücretsiz ilaç veriliyor, doktor temin ediliyordu. Diğer
eğitim hizmetleri gibi Tıp eğitimi de ücretsizdi.
6.
Hayri ve sosyal yardım hizmetleri.
İslam şehirlerinde
fakirlere yardım amaçlı pek çok hizmet ücretsiz olarak yapılırdı.
İmaret-zaviyelerde herkese ücretsiz yemek verilir, misafirhaneler de,
tekke-dergahlar da yolcu ve misafirlerin ihtiyaçları-iki öğün yemek, ekmek,
konaklama ve atlarına arpa-ücretsiz karşılanırdı. Yabancıları ve yolcuları
misafir etmek bakımından, tekke ve zaviyelerin de mühim hizmetler gördükleri
unutulmamalıdır. Bugün için olduğu kadar geçmişte de, yolcunun her türlü
şartlarda huzur ve güvenliğinin sağlayarak bir yerden başka bir yere ulaşmasını
sağlamak, devletler için önemliydi. Bu bakımdan Selçuklularda olduğu gibi
Osmanlılarda da, yolcuların istirahatini ve güvenliğini sağlayacak tarzda bir ulaşım
sistemine sahip olmaya büyük özen gösterilmiştir.
Külliyeler de nekahat
dönemindeki hastalar için misafirhaneler vardı. Sel, yangın, deprem, hastalık,
fakirlik, borçluluk gibi zaruretlerin giderilmesi, acizlerin doyurulup
giydirilmesi, tedavi ettirilmesi, iş kurmak isteyenlere sermaye bulunması,
borçtan mahkûm olmuşların borcunun ödenmesi, yolcuların sıkıntılarının
giderilmesi vb. gibi insanlara yardım etmek için “Avarız Vakıfları”
kurulmuştur. Avarız vakıfları, toplumsal bütünlüğün ve yardımlaşmanın Osmanlı
toplundaki sosyal hizmetlerin güzel örneklerinden birini teşkil eder.
Vakıfların altın çağını yaşadığı
Osmanlı döneminde öksüz kızlara çeyiz verilmesi, borçlu olduğundan dolayı
hapiste bulunanların borçlarının ödenmesi, köy ahalisinin yaşlılarına elbise
verilmesi, kale ve istihkâmlara veya donanmaya yardım edilmesi, askerin
donanımı, deniz feneri inşası, yetimlere, dul kadınlara ve muhtaçlara yardım
edilmesi, çocukların baharda açık havada gezdirilmesi, okul çocuklarına gıda,
elbise, okul araç-gereçleri temin edilmesi, fakirlerin ve kimsesizlerin
cenazelerinin kaldırılması, bayramlarda fakir ve kimsesizlerin sevindirilmesi,
açık hava mektepleri, kuşlara pirinç ve hayvanlara gıda ve su verilmesi gibi
toplumun ihtiyaç duyacağı her tür hizmet vakıflar kanalıyla yürütülüyordu.
Şehirlerde, fakirlerin parasız yıkandıkları hamamlar mevcuttu. Sebillerde buzlu
su, hatta şerbet dağıtılırdı. Yol, kaldırım ve köprü yapımını vakıflar
sağlıyordu. Bazı hayır sahipleri kurdukları vakıflarla "kandilciler"
tutuyor, yine vakıf geliri ile kandil ve yağ alarak sokakları
aydınlatıyorlardı. Sokakların temizlenmesi ve umumî helâlar için vakıflar
kurulmuştu.
7.
Güvenlik hizmetleri.
Bekçi ücretleri ve çarşı,
İşhanı temizlik ve çöp toplama işleri vakıflar tarafından yapılıyordu. Esnaf
loncaları gece bekçilerinin ücretlerini orta sandıklarından karşılarlardı.
8.
Ulaşım hizmetleri.
İslam şehirlerinde yol
yapımı, bakımı ve köprü yapım, onarım ve bakımlarını vakıflar yürütürdü. Köprü
bakımı için vergi muafiyeti verilen köyler bulunuyordu. Yollarda kurulan
kervansaraylarda yolcuları ve tüccarların konaklama, yemek ve güvenlikleri
vakıflar tarafından ücretsiz karşılanıyordu. Mesela bir Selçuklu hanının
vakfiyesinde, hana gelen her sınıf ve dinden yolculara yiyecek, ayakkabı ve
hayvan yeminin verilmesi şart kılınmıştı. Gazi Evrenos Bey’in imaretinde her misafire
iki öğün yemek, iki ekmek ve atlarına bir torba yem ücretsizdi.
9.
Temizlik hizmetleri.
Günümüzde medeni olmanın en temel göstergelerinden
birisi de temizlik ve hijyendir. Bu konuda da algımızı doğru yönlendirmek adına
ilginç alıntıları bilginize sunacağım.
Vakıf bölümündeki hamam sayıların dikkat etmenizi
rica ederek Derin Tarih dergisinin 2015 Ağustos sayısında The Dirty On Clean
kitabının yazarı Katherine Ashenburg’la yapılan bir röportajdan bahsetmek
istiyorum. Yapılan röportajdan: Fransa’nın meşhur Versay sarayında insan
dışkılarının merdiven altlarında toplandığını, saray beyefendilerinin merdiven
boşlukları ve avlulara işediklerini, Kral 16.Lui’nin merdiven altlarındaki
dışkıların haftada bir kez temizlenmesi için emir yayınladığını öğreniyoruz.
Röportajda Bayan Ashenburg,16. Luis’in hayatı boyunca iki veya üç kez banyo
yaptığını belirtiyor. Sözlerine ilaveten Hristiyanlığın İslam ve Hinduizmin
aksine temizliğe vurgu yapmayan dünya çapındaki yegane din olduğunu, Kilisenin
vücut temizliğini önemsemediği gibi yıkanmayan insanların kutsanarak
övüldüklerini, Avrupa’lı ve Amerikaların 19 yüzyılın ikinci yarısında kalıp
sabun yapmayı öğrenene kadar sadece su ile yıkandıklarını sözlerine
ekliyor.”…Müslümanlar Hıristiyanları göre çok daha temizdi ve bunu sağlayan
İslam dininin temel öğretileriydi. Ne yazık ki Müslümanların hamam ve
temizlenme geleneği İspanya’da yerleşemedi. Bunu sebeplerinden biri,
İspanyolların Müslümanlardan pek hoşlanmaması ve onları taklit etmek
istememesiydi. Endülüs Emevi devletinin yıkılmasından sonra İspanya’daki
Müslüman hamamlarının tamamı ya yıkıldı veya kaderine terk edildi.”
Röportajda İspanya Kraliçesi İsabella’nın Ostand
kuşatması sona erene kadar içliğini değiştirmeyeceğine yemin ettiği ve 3 yıl 3
ay 13 gün süren kuşatma sırasında kahverengiye dönen içliği ile durduğu, bu
jesti sayesinde Milli Kahraman’a dönüştüğü nakledilmiş.
Konya Postası gazetesinden Abdullah UÇAR Kokuşan
Asırlar isimli dizi yazı serisinde Avrupa’nın temizlik alışkanlıklarıyla ilgili
ayrıntılı bilgiler vermektedir. Uçar’ın naklettiği bilgiler Bn. Ashenburg’un
ifadeleriyle hemen hemen aynı. Abdullah Uçar’ın yazdığına göre Hıristiyan
Azizelerden Elisabeth bu zevkten (yıkanma zevkinden) öylesine
kaçınıyordu ki, kokmaya başlamış, etrafındakiler bu kokuya dayanamaz hâle
gelince, onu yıkanmaya zorlamışlardı. Fakat başarıya ulaşamadılar. Çünkü kadın
suya değer değmez fırlayıp kaçtı ve işlediği günahtan dolayı tövbe etmeye başladı.”Makx
Kemmerıch,“Tarihteki Garip Vak’alar”,Terc. Behcet Necati, s.
Abdullah Uçar
Avrupa’lıların temizlik alışkanlıklarına dair ilginç bilgiler paylaşmış.
Mesela:” Paris’te 14. Lui zamanında hiç kimse sokakta giderken tepesine pis bir
şeyin dökülmeyeceğinden emin değildi. Ancak geniş caddeler biraz emniyette idi.
Her an bir pencere açılarak söylenen (Gare L'eau) seslenişinden sonra, bir
lâzımlık veya leğen muhteviyatı aktarırlardı. Şehrin hiçbir sokağında bundan ve
korkunç bir kokudan kurtulmak mümkün değildi. Umumi abdesthaneler olmadığı için
sokak köşeleri, duvar dipleri, sarayların ve kiliselerin civarı bu hizmeti
görürlerdi. Sarayların, kiliselerin ve müzelerin avlularında, salonlarında ve
kapı arkalarında güpegündüz bu nevi ihtiyaçlar görülürdü. Kimse de bir şey
demezdi. Yalnız 3. Henri biraz temizmiş ve 1587 senesi Ağustos’unda bir tebliğ
ile her sabah kendisi kalkmadan önce bahçede ve salonlardaki bütün pisliklerin
temizlenmesini emretmişti. Buna rağmen ispanya ve Fransa kral sarayları çok şiddetli
ve fena bir koku yayar, bunu ıtriyat (parfüm) kokuları bile bastıramazdı. Bunun
için 17. asırda birisi lazımlığı keşfetmiş, bu icat saraylara kabul edilerek
kokunun biraz önü alınmıştır.” Makx Kemmerıch, a. g. e. s. 8-10 1780 de halkın
protestosu üzerine polis lâzımlıkların pencerelerden sokağa dökülmesini! yasaklamıştır.
Fransız Enstitüsü Azalarından Funck Srentand’ın;“La Sosiete ou Moyen Age” adlı
eserinden, İ. Hâmi Dânişmend şu bilgileri nakleder: “...Çatal 13. asırda ortaya
çıkıncaya kadar Avrupa'da yemekler elle yenir, yemeğin bitiminde kadınlar
ellerini yıkayınca bazı kişiler onların el suyunu içerlerdi. Bunu bilhassa âşık
olan erkekler yaparlardı. Sevdikleri kadın elini yıkayınca onun el suyunu, ona
yaranmak için içerlerdi. Bu hâl gittikçe görgü kaidesi ve nezaket icabı hâline
geldi.” İsmail Hâmi
Dânişmend,“Tarihi Hakikatler”,Tercüman Gazetesi Yay. 1979
Meşhur
J. J. Ruso saatlerce lâzımlıkta otururdu. Orlean dükü etrafında hizmetkârları,
lâzımlığa kurulmuş, Noailles dükünü o vaziyette kabul etmişti. O zamanın sağlık
durumu hakkında Wolter, Doktor Paulot'e yazdığı bir mektupta şu açıklamada
bulunur: “Sizin Paris'teki o Hotel Dieu Hastanesi sirayet (bulaşıcı hastalık)
yatağıdır. Üst üste yatırılan hastalar birbirlerine ölüm saçarlar. Daracık sokaklarınızda
mezbahalarınız var. Yaz oldu mu, yayılan leş kokuları, bütün bir mahalleyi
zehirlemeye kâfidir. Kiliselerinize gömülen ölülerin kokuları sağları bile
öldürür. İnnecont mezarlığı ise bizi Hotanto zencilerinden daha aşağı düşüren
bir vahşet delilidir.” 7-
Makx Kemmerıch, a.g.e. s. 15. http://www.konyapostasi.com.tr/yazarlar/abdullah-ucar/kokusan-asirlar-2/96074
Burada okuyucunun aklına ister istemez şu soru
gelecektir. Osmanlı toplumunda çevre temizliği gibi halk sağlığı sorunlar yok
muydu? Akademisyen Hasan Hüseyin Özgür’ün Osmanlı’nın 5.cildine yazdığı
makaleden alıntılarla bu soruya cevap verelim.
Temizlik ve çöplerin bertarafı
Osmanlı ve Selçuklularda-genelde-19.yüz yıla kadar ciddi bir sorun olarak
ortaya çıkmamıştır. Özellikle lonca, mahalle ve vakıf sisteminin iyi işlediği
dönemlerde ancak Kahire, İstanbul gibi az sayıda büyük kentlerde ve dönem dönem
ortaya çıkan temizlik hizmetleri sorunundan bahsetmek mümkündür. Temizlik ve
çöplerin bertarafı konusundaki hizmetlerin Osmanlı’da birkaç büyük kent dışında
özellikle Tanzimat’a kadar ciddi bir kamu örgütlenmesini gerektirecek seviyede
olmadığı düşünülmektedir. Temizlik hizmetlerinin salgın hastalıklar, nüfus
yoğunluğu veya azınlık mahallelerinde halkın iş birliği yapmada göreli
zayıflığı durumları hariç bir kamu hizmeti olmadığı, mahalle ve sokak
seviyesinde veya özel kişiler aracılığıyla çözülmesi gerektiği esas olarak
kabul edilmekteydi.
”Osmanlı Devletinde Tanzimat
dönemine kadar, günümüzde belediyelere ait çoğu görevler Kadı’nın uhdesinde
bulunmuştur. Bu görevlerin bazısını kadı bizzat veya yardımcıları aracılığıyla
yerine getirmiş; bir kısmı ise Vakıflar gibi müesseselerce ifa edilmiş, kadı
tarafından denetlenmiştir” (Şentop,1996:284)” Osmanlı şehirlerinde mahalleli, mahallenin
yönetiminden, temizliğinden, çöpün toplanması ve yok edilmesinden, yeni
yapıların ve çevre ile ilişkileri ile ilgili nihai kararları vermekten
sorumludurlar” (Cansever,1995:159)…Osmanlı Devleti’nin kurulmasından Tanzimat’a kadar
olan dönemde belediye hizmetleri, başlıca kadılar, muhtesipler, mimar ağaları,
Vakıflar ve esnaf kuruluşları tarafından yürütülmekte; bütün belediye işlerinin
bir merkezden yönetilmesi amacıyla müstakil bir organ oluşturulmamıştı.
…İlk belediyenin İstanbul’un
azınlıkların ve yabancıların yoğun olarak bulunduğu Galata ve Beyoğlu
semtlerinde kurulması bir tesadüf değildi. Osmanlı Devleti’nde çevre temizliği,
daha çok dinsel buyrukların yönlendirdiği kalıpları içeren normlarla
kurallaştırılmaya çalışılmıştır. Halkın çevre temizliğine dikkat etmesini
sağlayacak Subaşılar görevlendirilmiştir. Bunlar bulundukları yerleşim yerine
göre adlandırılıyordu.(il, kent subaşısı gibi)Kadılara bağlı olarak çalışan
Subaşıları bulundukları yerde, günümüzde zabıta memurunun yaptığı görevi
yapıyordu. Ancak bu memurlar kendi başına buyruk davranmayıp çevre temizliği
konusunda, yasal dayanaklara göre davranmak zorundaydılar.
Çöplük Subaşısı denen görevli
için 1539’da hazırlanıp yürürlüğe konmuş Çevre Temizliği Nizamnamesi vardır.
Kanuni Süleyman döneminde Edirne Çöplük Subaşısına verilmek üzere hazırlanan
Yasakname 13 maddelik kısa bir yasadır” (Akıncı,1996:146)Örnek olması açısından
12. maddede şöyle denmektedir. ”Hatta uygun biçimde etrafı gözeterek leş vs.
pislikten temizlensin. At ve benzeri gibi hayvan leşlerini herkesin rahatsız
olduğu yerlere konmasını yasaklasın. Bu yasağa uymakta gecikene, atmış olduğu
leşin başı kesilip boynuna takılarak şehirde teşhir edilsin”)
Mahallelerde
temizlik ve çevre temizliği gibi ortak işler için avarız sandıkları kurulmuştu.
Ankara’da sadece mahallelerindeki avarız sandığı için vakıf kuran hanımlar
vardı.
10.
Ekonomik hizmetler.
Vakıfların şehirlere
sağladığı en büyük katkı elbette ki ekonomikti. Büyüt şehirlerin tamamında
vakıf İşhanları bulunurdu. Bunlardan bazıları özel ticari faaliyetlere
ayrılmıştı. İşhanlarının gelirleri vakıf hizmetlerinde kullanılmaktaydı. Yine
Osmanlı döneminde kurulan ve yaygınlaşan Para vakıfları, tüccar ve esnaf loncalardaki
sandıklar faizsiz kredi sistemi işlevleriyle büyük bir boşluğu doldurmuşlardır.
11.
Şehircilik hizmetleri.
1856 yılında ilk belediye
teşkilatı kuruluncaya kadar şehirlerde su, ulaşım, aydınlatma, temizlik, asayiş
gibi belediye hizmetlerinin hep vakıflar tarafından gerçekleştirildiği görülür.
Örneğin su kanalları, su kemerleri, çeşmeler, sebiller, kuyular, hamamlar
tamamen vakıf kuruluşlardı. Dolayısıyla vakıflar, beledi hizmetlerin yerine
getirilmesinde de önemli bir müessese olarak karşımıza çıkmaktadır.
İlerleyen bölümlerde
yukarıda sayılan hizmetleri ayrıntılı olarak anlatacağımızı belirterek Ömer
Lütfi Barkan’ın tespitlerini eklememiz bir görev ve mecburiyettir. Osmanlı
toplumunda; cami, tekke, zaviye, kalenderhane, türbe, kabristan, namazgâh,
medrese, mektep, kütüphane, imaret, kervansaray, tabhane, misafir evi, dur evi,
gölgelik, sığınak, hastahane, tıp medresesi, ayakta tedavi yeri (dispanser),
hamam, kuyu, suyolları, çeşme, aşevi, kaldırım, köprü, muvakkithane gibi
vakıfların yanı sıra, İslam dünyasında Barkan’ın belirttiği üzere şehir
içindeki mahalleler, vakıf bir külliyenin, (vakıf camilerin, hamam, çeşme ve
benzeri yapıların) etrafında kurulmuştur. Bu şekilde yapılan yüzlerce eser
sayesinde, Türk-İslâm şehri karakterinin en iyi örnekleri oluşturulmuştur. Ö.Lütfi Barkan vakıfların şehirleşmede ki
rolünü şöyle anlatmaktadır.
“Umumiyetle bir cami
etrafında toplanmış olan medrese, yemek pişirilen ve dağıtılan yer, misafir
yurdu (tabhane), hastahane ( timarhane, darüşşifa), hamam ve kervansaray ..
gibi din, kültür veya ictimai yardım müesseseleri ile bu müesseselerin
kalabalık memur ve hizmetlileri için yapılacak ikametgahlarla su yolu,
kanalizasyon .. gibi medeni (beledi) tesisler ve nihayet bu suretle meydana
gelen tesislere devamlı bir gelir'
sağlamak maksadıyla (her biri bir sınıf ve sanat ve ticaret erbabına
tahsis edilmek üzere) inşa edilmiş olan han ve çarşılar, fırın, değirmen, mum
imalathanesi, boyahane, salhane, başhane, bayram ve pazar yerleri, cendere..
gibi bir inhisar ve imtiyaz mevzuu
olan tesis ve mahaller, çok defa yeni kurulacak olan şehrin veya eski
bir şehrin imar ve iskan arzu edilen yeni bir semtinin çekirdeğini teşkil
etmekte idi.” Prof. Ömer Lütfi Barkan Osmanlı İmparatorluğunda İmaret Sitelerinin Kuruluş ve
İşleyiş Tarzına Ait Çalışmalar İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası Yıl 1963, Cilt 23, Sayı 1-2, DergiPark
Osmanlı İmparatorluğu
devrinde gelişen vakıfların toplum içindeki yeri ve önemine şu şekilde işaret
edilmektedir. Bir kişi vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf
mallarından yer ve içer, vakıf kitaplarından okur, bir vakıf mektebinde hocalık
yapar, maaşını vakıf idaresinden alır ve öldüğü zaman vakıf bir tabuta konulup,
vakıf bir mezarlığa gömülürdü
İslam
toplumunda vakıflar denetime tabi ve tamamen özerk bir yapıya sahiptiler.
Devlet idarecileri vakıf hizmetlerine, idaresine karışmamış, vakıf gelirlerini
engellemek veya azaltmak gibi bir uygulamada bulunmamışlardır. Bunun belki de
tek istisnası Fatih Sultan Mehmed’in bazı vakıfları kamulaştırmasıdır. Hatta Aşıkpaşazade bunun sorumlusu olarak Nişancı
Karamani Mehmet Paşa’yı bilir ve paşaya karşı hayli öfkelidir:(Nişancı Paşa'nın
eserleri: Nesli belli değildir. Allah'ın kullarının malına, kanına ve ırzına el
uzatmıştı. Nerede uygunsuz işler varsa onun icadıdır. Osmanlı memleketinde
İslam hukukuna uygun vakıfları ve mülklerin hepsinin şartlarını bozdu.
Gelirlerini padişahın hazinesine getirdi. Sorana da "Bunlar mensuhtur
(hükmü kalkmıştır.)" dedi. Bazısını da tımar olarak verdi. Ben
kendisine "Şer' -i Muhammedi ile
olan vakıflar ve mülkler nasıl mensuh olur (hükmü ortadan kalkar) Hazret-i Muhammed, peygamberlerin sonuncusu
dur. Ondan sonra bir peygamber daha gelmemiştir ki onun şeriatını mensuh
etsin." dedim. Bana cevaben "Sana ait olan neyini aldılar ki böyle
konuşuyorsun." dedi.)
Ahmet Akgündüz’e göre ise bu iptal tüm vakıf
mülklerine şamil değildir. Tek nüshası Bursa Şer'iye Sicillerinde bulunan ve
885/1480 tarihinde yazılmış bulunan Fâtih'e ait bir ferman, söz konusu sorunun gündeme
gelmesine sebep olmuştur. Maalesef bu fermanın hukukî tahlili, başlangıçta
hatalı yapıldığı için bütün efkâr-ı âmmede de aynı yanlış kanâat devam etmekte
ve "Fütuhat için çok askere ihtiyâcı olan Fâtih'in birçok vakıfları
"mensûh" sayarak tımara çevirdiği ve bunların, oğlu Bâyezid Veli
devrinde tekrar vakfa verildiği" ısrarla belirtilmektedir. Hâdiseler
doğrudur, ancak te'vil ve fermandaki açık izaha rağmen vakıf kelimesinin bütün
vakıflara teşmîl edilmesi yanlıştır. Bilindiği gibi, İslâm hukukunda vakfın bir
şartı da, vakfedilen malın mülk olmasıdır. Devlete ait bir mal veya menfaatin
vakfedilmesi sahih değildir… İslâm hukukçuları da, gayr-ı sahih vakıf, irsadî
vakıf veya tahsisat kabilinden vakıf dedikleri bu çeşit vakfın, gerçek anlamda
bir vakıf olmadığını ve bir kamu tahsisinin adı olarak devamında da sakınca
bulunmadığını kabul etmişlerdir. Ancak bu çeşit vakıfların da en önemli şartı,
tahsis edilen cihetin Beytülmal’dan istihkakı bulunan bir hayır ciheti
olmasıdır…1382 yılında Sultân Berkuk'un huzurunda toplanan İslâm hukukçuları
da, bu tür tahsisatın iptal edilebileceğini kabul etmişlerse de, iptaline
cesaret edememişlerdir. İşte Fâtih Sultân Mehmed'in de iptal etmek istediği ve
ettiği, sahih vakıflar değil, belki gayr-ı sahih yani tahsisat kabilinden
vakıfların da sahih olmayan tahsis kısmıdır. Osmanlı Kanunnâmeleri adlı eserde
neşrettiğimiz Kanun metni de bunu isbat etmektedir… yerlerin vakfından kasıt,
buralardan elde edilen vergi gelirlerinin vakfı yani gayr-ı sahih yahut
tahsisat kabilinden vakıfdır. Zaten mülk bir arazinin değil, ancak mîrî
arazinin tımara çevrilebileceği de unutulmamalıdır… Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı.)
Fatih Sultan Mehmet’in
kendi vakfiyesinde yer alan beyitte Osmanlı şehir kültüründe vakıf sisteminin
önemini şu şekilde dile getirir.
“Hüner bir şehir bünyâd itmekdür.( Hüner
bir şehir kurmaktır.)
Reâyâ kalbin âbâd itmekdür".( Halkın
gönlünde ebedileş[tir]mektir.)
İlhan
Şahin. Tarih ve Medeniyet Mayıs 1994)
Osman Nuri Topbaş,
Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları ttps://www. islamveihsan.
com/savas-ile-ilgili-ayetler.html
.(Sadi
KUCUR, Sivil Toplum açısından Selçuklu Türkiye’sinde vakıflar Vakıflar
G.M.Yay.124,Vakf ve Sivil Toplum
Yusuf
Halaçoğlu, Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı)
(Klasik
Osmanlı Sosyal İktisadi Sistemi ve vakıflar, Mehmet Genç, Vakıflar dergisi
42-Aralık 2014) Derin Tarih dergisinin
2015
Ağustos
İsmail Hâmi
Dânişmend,“Tarihi Hakikatler”,Tercüman Gazetesi Yay. 1979
Makx Kemmerıch, a.g.e. s. 15. http://www.konyapostasi.com.tr/yazarlar/abdullah-ucar/kokusan-asirlar-2/96074
Prof.
Ömer Lütfi Barkan Osmanlı
İmparatorluğunda İmaret Sitelerinin Kuruluş ve İşleyiş Tarzına Ait Çalışmalar
İstanbul
Üniversitesi
İktisat Fakültesi Mecmuası Yıl 1963, Cilt 23, Sayı 1-2, DergiPark
Ahmet
Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı.)
Osmanlı Dönemi Vakıflarının Tarihsel ve Ekonomik
Boyutları Murat Çizakça Bahçeşehir
Üniversitesi
Ayla Ödekan Türkiye Tarihi II)
Alpay Bizbirlik,Osmanlı c 5)