EMEVİLER DÖNEMİ

 

Çalışmamızı vakıf, toplum ve şehir şeklinde kurguladığımız için başlangıcından itibaren İslam devletlerini kısaca incelememiz gerekecek.

O halde ilk olarak Emevilerden başlamamız gerekir kanaatindeyim. Çünkü Emeviler saltanat şeklinde kurulmuş ve devam etmiş ilk islam devletidir aynı zamanda. İlk hanedan devleti olması sebebiyle Emevilerin uygulamaları her zaman tartışıldı.

Kaynakları incelediğimizde Emevi döneminin vakıf tartışmalarıyla geçtiğini görmekteyiz. Vakıf kurumunun Sahabe döneminden sonraki tabiin kuşağında, bir manada Emeviler döneminde (661-750) vakıf konu­sunda nelerin yaşandığına dair tarihi kaynaklar çok azdır. Tabiin alimlerinin vakıf tartışmaları yapmış olmaları, vakıf kurumunun İslam toplumunun gündemine girdiğini göstermektedir. Osmanlı dönemine kadar kurulan vakıfları incelediğimizde vakfiyelere kayıtlı gayrimenkullerin (bağ, bahçe, arazi vb.) temlik edilmesi ve gelirleriyle finanse edildiğini görüyoruz. Vakıf hukukundaki en önemli unsur vakfedilen mülkün mirastan çıkması ve yeniden şahıs mülküne dönememesidir. Mirasçılar ebeveynlerinin vakfettiği mülkte hak iddia edemezler. En fazla- vakfiyeye yazılmışsa- mütevelli vb. görevlerle ücret karşılığı çalışabilirler veya yardım alabilirler. Bu durum İslam dininin miras hukukuna aykırı olarak yorumlanabilir.

Bu yüzden Kufe Kadısı Şureyh “Allah’ın miras hisselerini belirledikten sonra habs yoktur” yorumuyla (Asr-ı saadette vakıf kelimesi habs kelimesine karşılık olarak kullanılıyordu.)  vakfa karşı çıkmış, vakıf türü uygulamalarına cevaz ver­memiş, hatta tescil etmemiştir. Hanefî kadıların daha etkili olduğu Irak bölgesinde vakıflar gelişecek hukuki bir zemin bulmada zorlanırken, Mısır’da aynı dönemlerde vakıf uygulamaları daha çok gelişmiş ve yaygınlaşmıştır.

Emeviler devrinde Mısır ve Şam bölgesinde tabiin neslinin Ashâb-ı Kirâm’ı takip ederek yaptıkları vakıflarda da bir artış ve yaygınlık dikkat çekmektedir. Yukarıda belirttiğimiz üzere, miras hukukunun farklı yorumları sebebiyle tartışmalar yaşanmıştır. Ömer b. Abdülaziz zamanında, evladiyelik vakıflarda (zürrî vakıf) kız çocuklarının mirasçıları tarafından fayda­landırılmaması sebebiyle Ömer b. Abdülaziz, kendinden sonraki bilmediği, tanımadığı kimselere vakıf nasıl caiz olur diye sorulduğunda, “ Ömer, Osman, Ali akar ve topraklarını evlatlarına ve çocuklarının çocukları üzerine hapsettiler, menfaatini sadaka yaptılar” diyerek karşı çıkmıştır.

Emeviler döneminde Malikî kadıların “zürrî vakıflara” ruhsat vermelerine bağlı olarak Mısır’da vakıfların yaygınlaştığına dair önemli ipuçları vardır. Makrizi, Abdulmelik b. Mervan zamanında (685- 705) Mısır kadısının Luk Vadisi’nde “ Kureyşlilerin bostanı (Day’atu ben-i Kureyş)” adıyla bilinen ve Medine sakinlerine vak­fettiği büyük bir çiftlik bulunuyordu. Ka­dı’nın tayin ettiği mühtesip her yıl bu çiftliğin gelirlerini, çiftliğin bakım işlerine ve kaynakların tamirine harcadıktan sonra kalan gelirleri Medine’ye taşırdı.

Yezid b. Abdulmelik’in (720-724) özel şahısların eline geçen savâfî (doğrudan devlet başkanının tasarrufunda bulunan sahipsiz toprak ve işletmeler) tekrar Beytü’l-Mâl’e döndürme girişimlerine karşı, elinde savâfi arâzisi bulunduran kimselerin, bu arâzileri devlete kaptırmamak ve ellerindeki “savâfî” topraklara süreklilik kazandırmak için vasiyet yo­luyla hibede bulunma yoluna gitmişlerdi. Hişam b. Abdulmelik zamanında (724-744) Kufe ekolüne mensup Tevbe b. Nemr (733-737), Mısır’a kadı tayin edildikten sonra buradaki varislerinin elindeki vakıflara (ahbas) “bu mallar fakirler ve miskinler içindir, varislerin ve gaspçılardan korumak lazım” diyerek el koydu.

Daha Tevbe b. Nemr’in kadılığı döneminde bu türden elkonulan vakıflar büyük bir divân haline gelmişti. İlk defa Emeviler döneminde Mısır’da, vakıf malları Kadı’ların yönetimine verilmeye başlandı. Kindi’nin belirttiğine göre, Abbâsiler döneminde “yetim malları ve vakıflar Halife Man­sur zamanından beri Beytü’l-Mâl’e bağlıydı. Harun er-Reşid zamanına kadar da böyle devam etti. Vakıf mallarının kurumsal bir yapıya kavuşarak eminler tarafından yönetilmesi, Kadı tarafından kontrolü daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiştir. Hanefi geleneğinden gelen Iraklı fıkıhçılardan Hassâf, kendi döneminde, hicrî üçüncü as­rın sonlarında artık vakıfların yönetimi ve hukukî anlaşmazlıklarda takip edilen hususlar hakkında detaylı bilgiler vermektedir ki bu durum vakfın Irak bölgesinde de yaygınlaştığı ve kurumsallaştığının göstergesi olarak değerlendirilebilir (Vakıflar Dergisi 57 - Haziran 2022)

Mısır’daki vakıf konusundaki tartışmalar Abbâsiler zamanında da devam etti. Ancak Emeviler dev­rindeki esas tartışma konuları vakıf mülklerinin kamu denetiminden bağımsız özel kişilerce yönetimi ve bu süreçte yaşanan görevi kötüye kullanma hallerine yol açtığından, vakıfların idaresi kadıların gözetimi altına konulma ihtiyacını ve mecburiyetini doğurmuştur.

Bu yüzden ilk defa Hişam b. Abdulmelk zama­nında Mısır kadısı Tevbe b. Nemr’in çabalarıyla Mısır’da ilk vakıf divanı kurulmuştur. Hatta divanın bir bölümü, kazançtan pay almak koşuluyla vakıfların denetimini üstlenmiştir. Bu divanın kuruluş gerekçesi­ni Nemr şöyle izah etmektedir: “Sadakaların mercii ancak fakirler ve miskinler iken ben bugün bunu gö­remiyorum. Miras bırakılmaktan ve çiftliğe dönüşmelerinden bu habsleri korumak için onlara el koymayı düşünüyorum” .

Özelde Emeviler dönemi genelde ise İslam toplumlarında malların müsadere edilmesi girişimlerine karşı bir koruma olarak vakfın geliştiğine dair batılı aratırmacılar ara­sında yaygın bir kanaat vardır. Bu yaklaşımın temel sebebi oryantalizm kaynaklı “doğu despotizmi” anlayışıdır.    

Ancak vakfın gelişiminde müsadere uygulamalarının etkisini bütünüyle görmezden gelemeyiz. Nitekim Emeviler ve Abbasiler devrinde vakıf, servetlerini ebedî olarak mirasçıları­nın elinde kalmasını sağlamak ve devletlerin müsaderelerinden koruma saikiyle geliştiğine dair misaller göstermek mümkündür. Buna ilaveten bölgede Roma döneminden kalma yaygın bir vakıf geleneğinin de bulunması, bu müessesenin gelişmesine imkan vermiştir.

Tarihi verilere göre Erken İslami dönemden itibaren vakıf kurumu hukukun bir dalı olarak değerlendirilmiş, yazılı belgeler ve kurulan “divan” larla bir tür koruma altına alınmıştır. Mısır’da kurulan ilk vakıf divanı Başkent Şam başta olmak üzere Basra ve diğer şehirler de mevcuttu. 

Ancak bu rivayetlerde bir noktayı gözden kaçırmamak lazım. O da Emeviler döneminde vakfın gelişiminin Mısır ve Şam bölgesinde yaygınlaşmış olması ve ilk divanların burada görülmeleri, bu coğrafyanın Bizans bakiyesi olması sebebiyle, Bizans döneminden kalan vakıf örneklerinin İslamî dönemde de gelişerek devam ettiğini akla getirmektedir.

Kufeli hukukçular belki de cahiliye dönemine olan bu benzerlikler yüzünden karşı çıktılar. Cahiliye döneminde putlar için vakıf benzeri uygulamaları Hz. Peygamber (sav) kaldırdı. Onun yerini alan ümmetin ortak malı (fey) hima (Mâverdî ve Ebû Ya‘lâ’ya göre himâ, “Mevât arazinin, hayvanların otlak yeri olarak sürekli mubah kalmasını sağlamak için ihya yoluyla mülk edinilmesini yasaklamaktır”) arazileri ise zekat hayvanları ve fakirler için tahsis edilerek sosyal ve idarî bir mahiyet kazandı. Bu durum daha sonra kurumsallaşan vakıf uygulamalarının ilk örneklerini oluşturmaktadır.

Siyasi ve sosyal hayatta bunlar olurken ilk iki asır boyunca vakf konusu etrafında gerek âlimler, gerekse mezhepler arasında hararetli tartışmalar yapılmıştır.

Kadı Şureyh olarak meşhur olan Ebû Ümeyye el-Kādî Şüreyh b. el-Hâris b. Kays el-Kindî el-Kûfî (ö.699) Irak hukukçularının vakf konusundaki olumsuz bakışına tarihsel bir temel de bularak, “câhiliyyede putlar adına yapılan vakıfları satılamaz (mu­harramat) kılıyorlardı ve yasaklıyorlardı. Allah onu helal kıldı ve Hz. Muhammed onu serbest bırakmak­la gönderdi...” yorumunu yapmıştır. Devamında “Hz. Muhammed (a.s) habsları satıyordu” rivayetinde bulunmaktadır. Kadı Şureyh, Ebu Hanife ve bunların yetiştirdiği Kufe fıkıh ekolü, cahiliye dönemi uygulamalarının bir devamı olduğu ve İslam miras hukukunu ihlal ettiği gerekçesiyle habsı kesin olarak yasaklamışlardı. Nitekim İmam Şâfii cahiliyye devrinde develerin putlar adına hapsedildiğini, ev veya arazinin iyilik adına hapsedildiğini bilmediğini aktararak Kufe ekolüne karşı habsı savunmaya çalışır. 

İslami dönemdeki vakıflarla cahiliyye dönemindeki vakıfların farkı sadece mülkiyet şeklin­de değil esas gaye olarak da farklıydı. Cahiliyyede doğrudan putlara yaklaşmak vakfın amacını oluştururken, İslam’da sosyal bir muhteva ve önceliğe sahiptir. Bu duruma göre kaynak­larda İslam öncesi vakıflar ile İslamî dönem vakıfları tefrik edilirken “sadece Allah rızası için vakıf yapıldı.” ifadesine yer verildiği görülmektedir.

Ebû Hanife ve ekseri fukahanın görüşü vakfın arazi olması yöndedir. Nitekim Muhammed b. Harun vakıf ile ilgili kitabında “bir şeyin vakfedildiği sorulduğunda, gelir vakfedilmez, sadece toprak ve onun bitirdikleri vakfedilir. Çünkü gelir onun üzerindedir” sözü bu anlayışı özetler. 

Herhangi bir arazinin amme malı olabilmesi için daha önce menfaatinin ammenin tümüne veya bir kısmına tahsis edilerek, mülkiyetinin devlet ve özel mülki­yet sınırlarından çıkarılması gerektiğinden, bu duruma göre mülkiyetin devlet tasarruflarına ve özel şahısların mülkiyetine kapalı olması, vakıf arazilerini amme arazileri içine sokar. Burada tasarrufu ve menfaatinin bir kısmı vakıfın kendi nesebinden gelenlere tahsis edilen “zürrî vakıflar” ile tamamen amme menfeatine tahsis edilen “hayrî vakıflar” olarak nitelenen fakat kendisinden dolaylı olarak istifade edilen vakıfların her ikisinin de duru­mu intifa yönüyle kamusal çerçeve içinde ele alınmalıdır. (Günay, 1996: 64- 65).Vakıflar Dergisi 57 - Haziran 2022 15

Emevîler devri, İslâmiyet’in yayıldığı, İslâm sanatlarının kuruluş halinde bulunduğu devirdir. İlk İslâm döneminde vücut bulmuş pek çok sanat-vakıf eseri hakkındaki bilgileri, bu devirden kalma eserlerden alabiliyoruz. 

 

Köprüler. Müslümanların kurdukları şehirlerin bir kısmı nehir kenarlarında yer almaktaydı. Zamanla nüfusları artan bu şehirler, nehirlerin karşı kıyıları istikametinde genişlemek zorunda kalmıştır. Vâsıt şehrini Dicle nehrinin batı kıyısına kuran Haccâc, nehrin doğu kıyısında kalan eski şehir Keşker’le irtibatı, yaptırdığı bir köprü vasıtasıyla sağlamaktaydı. Hz. Osman’ın halifeliğinde, Suriye valisi Muâviye b. Ebû Süfyân, Menbic mıntıkası üzerinde yaz seferleri için Bizans arazilerine doğru harekete geçen orduların nehri rahat geçmelerini temin maksadıyla bir köprü yaptırmıştı. Yine bu maksatla 743 yılında kurulmuş bir başka köprü de Adana’dan Massîsa’ya doğru giden bir yol üzerinde bulunan köprüdür. Velid Köprüsü diye anılan bu köprü, Velid b. Yezîd (743-744) tarafından yaptırılmıştır.

 

Kanallar. Eskiden beri insanlar tarımsal alanlarını sulamak, mal, eşya ve yolcu taşımak ya da şehirlerine içme suyu temin etmek için kanallar açmışlardır. Kanallarla şehirlere getirilen sular, bentler, havuzlar veya sarnıçlar inşa etmek suretiyle buralarda toplanmıştır. Şehirlere çok uzak yerlerden su getirmek maksadıyla su yolları tesis edilmiş ve bu su yolları, inşa edilen su kemerleri sayesinde derin vadilerden geçirilmek suretiyle şehirlere ulaştırılmıştır.

Emevîler kendi dönemlerinde, hazır buldukları Romalılar’dan kalma sistemi tamamlamaya yönelik faaliyetler içerisinde olmuşlardır. Yezîd b. Maviye (680-684) ’nin halifeliğinde bir nehir kazdırılmak suretiyle yüksek bölgelerdeki arazilere su ulaştırılmıştır.  Nehr-i Yezîd diye anılan su kanalları nedeniyle, Halife Yezîd b. Muaviye’ye “Mühendis” lakabı verilmiştir. Yezîd b. Muaviye’den sonra gelen halifeler de suyu, şehrin her köşesine dağıtma çabası içerisine girmişler ve evlere, saraylara ve camilere kadar su ulaştırılmıştır. Basra ve Kûfe şehirlerinin oluşturulması sonrasında da şehrin hem içme suyu ihtiyacının karşılanması hem de şehrin çevresinde bulunan arazilere su temin etmek için birçok kanal kazdırılmıştır. Bu kanalların bir kısmı devlet idarecileri tarafından kazdırılmış ise de şahısların da kanal kazdırdıkları bilinmektedir.

 

Şehirler. Müslümanların fethinden önce Bizanslı idarecilerin oturduğu Dımeşk şehri, buranın Müslümanlar tarafından fethinden sonra, önce eyalet merkezi; Muaviye b. Ebû Süfyân'ın halife olmasından itibaren de Emevî Devleti’nin başşehri oldu. Bu dönemde devletin en büyük şehri olan Dımeşk, mükemmel ve muhteşem yapılarıyla ünlüydü.

Aynı zamanda nehirlerinin ve su kaynaklarının bolluğu ile de diğer şehirlerden ayrılıyordu. Emevîlerin Dımeşk'te bıraktığı ölümsüz eserlerden birisi de su kanallarıdır. Şehrin su şebekesi o derece mükemmel idi ki, her evin önünde özel çeşmesi vardı. Bu mükemmellik, Emevîlerin şehrin her tarafına su ulaştırabilmek için yaptırmış oldukları yedi ana kanal ile evlere içme suyu götürebilmek için yapılan kanal ve köprüler sayesinde mümkün olmuştur.

Emevîler zamanında kurulan önemli bir şehir Kayrevan’dır. Bu şehri Muaviye b. Ebû Süfyan’ın halifeliğinde Ifrîkiyye valisi Ukbe b. Nâfi’ kurmuştur. Ukbe b. Nâfi’, şehrin sınırlarını tespit edip beraberindekilere evler yapabilmeleri için ikta yolu ile arsalar tahsis etti ve valilik konağı ile birlikte kendisinden çok zaman sonra bile anılacak olan camiini inşa ettirdi.

Emevîler döneminde kurulan önemli şehirlerden birisi Vâsıt’tır. Şehir, Abdülmelik b. Mervân’ın Irâk valisi Haccac b. Yûsuf es-Sakafî tarafından kurulmuştur. Haccac, Vâsıt’a cami (Cuma mescidi), saray, yani Hadrâ-ı Vâsıt da denilen Kubbetü’l-Hadrâ’yı yaptırdı.

 

Dinî Mimârî. İslâm sanatı, en yüksek noktasına dînî mimarî sahasında ulaşmıştır. Cami veya mescid, İslâm’ın Medine devrinden itibaren Müslümanların ibâdet ve eğitim mahalli olmasının yanı sıra, İslâm’a özgü bir yapı sanatının ortaya çıkıp gelişmesine ve hatta İslâm medeniyetinin oluşmasına vesile teşkil etmiştir. Halife I. Velid, Şam'daki Aziz Johannes Katedralini cami halinde yeniden inşa ettirmişti.

Minare de cami mîmârîsine Emevîler tarafından katılmıştır. Bu sebeple Suriye, minarenin doğduğu bölge olarak kabul edilir. Mısır'daki Amr Camii’ne minare, Muaviye'nin buradaki valisi tarafından dikilmiştir. Muaviye'nin valisi Ziyad, Basra Camii’ne minare yaptırmıştır. Halife I. Velid, Hicaz'da pek çok minare yaptırmış, onun valisi Ömer b. Abdülaziz de Medine mescidine yeni tarzda bir minare inşa ettirmiştir. Suriye'de dört köşeli olarak ortaya çıkan ve eyaletlere yayılan minare tarzını daha sonraki dönemlerde çeşitli tarzlarda yapılan minareler takip etmiştir.

Emevî Devleti’nin bir simgesi haline gelen ve I. Velid zamanında yaptırılan Şam Ümeyye camiine geçmeden evvel, bundan önce Abdülmelik zamanında Kudüs'te yaptırılan Kubbetü’s-Sahra ve el-Mescidü'1-Aksâ hakkında biraz bilgi verelim.

Abdülmelik tarafından Kudüs'te 685 yılında başlanan ve 69l'de tamamlanan Kubbetü’s-Sahra, İslâm sanatının ilk anıtsal yapısıdır. Abdülmelik Kubbetü’s-Sahra’yı, içinde Hıristiyan inancına göre Hz. İsa'nın geçici kabrinin bulunduğu mukaddes kiliseyi gölgede bırakmak ve Kudüs'ü önemli bir ziyaret mahalli haline getirmek maksadıyla inşa ettirmiştir. Kubbetüs Sahra dünyanın ender yapılarından biridir ve ayakta duran en eski İslâmî eser olarak kabul edilir.

Yine Abdülmelik zamanında Kudüs'te yaptırılan Mescid-i Aksâ’ya gelince, geniş anlamda "el-Mescidü'-Aksâ" tabiri ile, İslâm kaynaklarında, Abdülmelik’ten Kanunî Sultan Süleyman'a kadar gelip geçen halifeler tarafından Kudüs'te inşa edilmiş Kubbetü’s-Sahra, cami, mezar türbe, tekke, zaviye, sebil gibi dinî maksatlarla yapılmış yapıları içine alan yaklaşık yüz elli dönümlük bir arazi üzerine serpilmiş "binalar külliyesi" anlaşılır.

Emevî devletinin ve Şam'ın simgesi haline gelmiş olan Şam Ümeyye Camii'ne gelince, bu camiin bulunduğu yerde milattan önce I. Asırda Romalılar tarafından "Jüpiter mabedi" olarak yapılmış bir bina bulunuyordu. Halife I. Velid kiliseyi tamamen yıktırıp yerine hem Medine Camii’nin planına ve ham de mihveri değiştirilen kilisenin planına ve sahınların düzenine uygun düşen Ümeyye Camii’ni yaptırmıştır. Kuzeydeki minare I. Velid tarafından yaptırılmış; Suriye, Kuzey Afrika ve İspanya'da inşâ olunan minareler için bir örnek teşkil etmiştir. Kalabalık bir cemaati içine alabilecek olan bu şehir camileri, her zaman için bir ibadet yeri olmalarının yanında umûmî meclis salonu, siyasî işlerin ve eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü birer mekân olarak da kullanılmıştır. Prof. Dr. İbrahim Sarıçam ANKARA ÜNİVERSİTESİ UZAKTAN EĞİTİM YAYINLARI İslam Tarihi I 2012 EMEVÎLER’DE KÜLTÜR VE MEDENİYET

( Emeviler Dönemi başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 27.10.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu