1.bölüm:
Hiçbir şeyin açıklaması
yoktu artık onun için: Ne inandıklarının ne güvendiklerinin ne uğruna
çabaladığı uğraşlarının.
Antalya’da ailesi ile
yaşayan sıradan bir kızdı Nermin. Evet, sıradan bir kız. Liseyi ancak
bitirebilmişti o da ite kaka. Esnaftı babası ve imkanları dahilinde
okutmuşlardı onu. Üniversiteye gitmek gibi bir düşüncesi yoktu asla. Evlilik de
yoktu planlarının arasında.
Tek ve en büyük isteği
İstanbul’a gelip, yeni baştan bir hayat kurup, ayaklarının üzerine basmaktı.
Antalya’nın yerlisi idi ailesi. Ve sıkı sıkı bağlıydılar bu şehre. Tüm
akrabaları, tanıdıkları aynı şehirdeydi bu yüzden İstanbul’a yerleşmeyi asla
düşünmüyorlardı. Üstüne üstük Nermin henüz bu konuyu açmamıştı onlara. Evin tek
kızı Nermin. Ailesinin göz bebeği, güzeller güzeli nadide bir çiçekti adeta.
Çok talibi çıkmıştı ve sayısız kere istemeye gelmişlerdi Nermin’i. Güzel
olmasının yanı sıra iyi bir aile terbiyesi almış ve adı asla erkeklerle
anılmayan Nermin. Ki bu onu daha da özel ve erişilmez yapıyordu erkeklerin
gözünde. Güzelliğini asla koz olarak kullanmazdı, yapısında yoktu. Allah
vergisi bir güzellikti onunki: Uzun saçları ışıl ışıl parlardı güneşin altında.
Sülün gibi, ceylan gözlü ve yaşından büyük gösteren, asil bir duruşu vardı
üstelik.
Bir dediğini iki
etmezdi ailesi. Yememişler yedirmişler ve imkânları dâhilinde onu bu yaşa
getirmişlerdi.
Fazla arkadaşı yoktu
Nermin’in zira kıskanırlardı onun bu duru güzelliğini. Ne zamane kızları gibi
her çiçekten bal alırdı ne de oynardı diğerleri gibi. Hep olması gerektiği gibi
olmuştu. Hep içten, hep neşeli, hep mütevazi. Güzelliğinin o da farkındaydı ama
asla kullanmazdı güzelliğini zaten tatlı dili yeterdi kolayca iletişim
kurmasına.
Özel bir kızdı Nermin
ve yavaş yavaş boğulmaya başlamıştı etrafındakilerden.
Ve gün geldi ailesini
aldı karşısına, tek tek izah etti kafasında ne varsa.
Özellikle babası
inanamamıştı duyduklarına. Nasıl izin verirdi biricik kızının tek başına
İstanbul’a gidip yerleşmesine. Annesi gözyaşlarına boğuldu ve inanamadı
duyduklarına. Allem etti kalem etti Nermin ve ikna etti onları.
O kadar mutluydu ki
Nermin.
Babasının içi içini
yiyordu diğer yandan. Kız başına ne yapardı oralarda ama yine de kıramamıştı
kızını.
-Hanım, diye seslendi
annesine Nermin’in.
-Yok, bey biz yanlış
yapıyoruz. Biz de mi gitsek ve hep beraber yaşasak orada,
Deyip çıktı işin
içinden kadın.
-Sonuna kadar
güveniyorum kızıma. O kendini korur, hanım, hiç endişe etme.
Ve sabaha kadar
tartışıp durdu karı koca.
Son sözü söyledi en
sonunda Nermin’in babası:
-Ben kızıma
güveniyorum. Küçük bir ev tutarız ve ara sıra gider kalırız da. Bir şans
vermeliyiz ona sadece bir şans. Yeter ki mutlu olsun. Ve biz de onunla beraber
tadacağız mutluluğu.
2. bölüm:
Nermin İstanbul’da yepyeni
bir düzen kurmuştu sonunda. Uzun uğraşlar sonucu özel bir şirkette yönetici
asistanı olarak işe de başlamıştı üstelik. Yavaş yavaş bir çevre edinmişti,
ediniyordu da. İşinde başarılı ve hırslı idi. Hayatı ev ve iş arası mekik
dokuyarak geçiyordu. İstanbul’a çocukluğundan beri ara ara gelir ve gezebildiği
kadar da gezerdi. Özellikle Anadolu yakasını çok sevmişti bu şehrin. İş yerine
uzak olsa da Anadolu yakasında oturuyordu. Ufak ve derli toplu bir evde
yaşıyordu. Ailesi iyi kötü tüm eksiklerini karşılamış ve ellerinden geldiği
kadarıyla da destek oluyorlardı biricik kızlarına.
Fakat artık eskisi
kadar sık gelemiyorlardı İstanbul’a zira Nermin’in babası kısmi felç
geçirmişti. Uzun süre hastanede yattıktan sonra ancak çıkabilmişti eve.
Nermin’in annesi adeta küçük bir çocuğa bakar gibi bütün gün kocasıyla
uğraşıyordu. Mecburen dükkânına kilit vurdu hasta adam. Ve eskisi kadar maddi
yardım yapamaz oldular Nermin’e. Öyle ki; Nermin sık sık para yardımı yapmaya
başlamıştı onlara. Gerçi zorlanıyordu ama mecburdu. Üstelik Antalya’ya tekrar
geri dönmek gibi bir niyeti de yoktu genç kızın.
İşinde yükselmek ve
belli bir kariyer yapmak idealleri arasındaydı. Fakat bu sefer de iş yerinde
sorun yaşamaya başladı Nermin. Patronu emekli olmuş ve onun yerine büyük oğlu
gelmişti. Açıkça adamın davranışları rahatsızlık verecek boyuttaydı. Önceki
patronu ile adeta bir baba kız ilişkisi içinde olmalarına rağmen Nermin’in
yaşadıkları taciz boyutuna dayanmaya başlamıştı. Gece geç saatlere kadar uzayan
iş toplantıları, iş yemekleri kabak tadı vermeye başlamıştı. Ve kararttı gözünü
Nermin. Pılısını pırtısını toplayıp, istifasını verdi.
Zor bir süreç idi
yaşadığı, yalnızdı ve üstelik kıyıda köşede beş kuruşu dahi yoktu. Asla
bahsedemezdi bu olanlardan ne annesine ne de babasına. Geri dönmeyi de
istemiyordu, İstanbul’a fazlasıyla alışmıştı üstelik.
Saatlerce çıkar
dolaşırdı o kalabalığın içinde: Sebepsiz, gayesiz, içinden geldiğince. Atlardı
vapura geçerdi diğer yakaya ya da binerdi otobüse, turlardı şehri. Öyle mutlu
olurdu ki açlığının bile farkına varmazdı ta eve gelene dek üstelik. Ve atardı
kendini yorgunluktan yatağa, aç bilaç uykuya dalardı ve rüyalarında ulaşamadığı
hayallerini görürdü: Mutlu, başarılı ve âşık. Onu görürdü rüyasında, çocukluk
aşkını, sıra arkadaşını ve en iyi sırdaşını. Hepsi de aynı kişiydi üstelik:
Yılmaz: Kankası, dert ortağı ama çekip gitmişti haberi bile olmadan Nermin’in.
Hem de yurt dışına. Ve evlenmişti orada. Kim bilir ne yapıyordu Yılmaz? Kim
bilir hangi uzaklıkta ve kimlerle idi? Unutmuş muydu Nermin’i? Bilmiyordu bile
Nermin’in ona olan ilgisini. Öyle ya bunu Nermin bile kendine zor itiraf
etmişti.
Çığlık çığlığa uyandı
Nermin. Gözlerini ovuşturdu, ter içinde kalmıştı gördüğü rüyanın etkisiyle.
Telefonun acı acı çaldığını duydu akabinde. Belli ki telefona uyanmıştı. Kalktı
ve açtı telefonu:
-Alo, evet anne, söyle
ne oldu? Ne diyorsun sen, aman Allahım?
Devam edecek…