Bir eylem hazırlığındayım yine
aslında dibe vurmuş bir gölgeyi yüzeye çıkarma istemi.
Ansızın başlayıp ansızın bitirmeliyim
ve ansızın sıvışıp gitmeliyim: ha öyle böyle de değil, basbayağı derli toplu
bir eylem planı.
İçliğimi giymedim bu gün oysaki annem
köye gitmeden evvel nasıl da tembihledi bana. Sonra şurubumu da içmedim zaten
çok tatsız hem panik atak geçirdiğim filan da yok gerçi doktor ilaçları dayayıp
duruyor ama. Her şey dün başladı.
Tam nikah tarihi almaya gittik
nişanlımla demez mi:
‘’Ah, Sabri, ah!’’
‘’Ne oldu canım?’’
‘’İçimde tarifsiz bir sıkıntı var.
Bildiğin gibi değil.’’
‘’Yapma, aşkım panik atak geçiren
benim ara sıra. Sana ne oluyor?’’
‘’Yok, öyle bir şey değil. Ben çok
özledim çok hem de.’’
Gözlerimi kısmış pür dikkat
dinliyordum Ebru’yu. Kimi özlemiş olabilirdi ki? Elbette beni ne de olsa bir
haftadır yeni işe alındığım o bankanın benden istediği evrakların peşindeyim.
‘’Çok mu özledin?’’
‘’Hem de nasıl. Var mısın bu günü
kendimize tatil ilan edelim hem akşama hazırlık yapmam lazım.’’
Olsa olsa düğün hazırlığı yoksa yoksa
başka bir şey mi?
‘’Nasıl istersen sevgilim. Şu beyaz
eşyaların ilk taksitini yatırdım madem istersen gidip koltuk takımı bakalım.’’
‘’Yok, kalsın bu gün. Şey… ben liseden arkadaşlarla buluşacağım hani şu…’’
‘’Çamlıca’daki tesislerden mi
bahsediyorsun yoksa?’’
‘’Hah, ağzımdan aldın. Zaten çok
bunaldım alışveriş, düğün hazırlığı derken…’’
Ne vardı ki bunda? Belli ki kızcağız
çok bunalmıştı. İyi de arkadaşlarıyla daha yeni buluşmamış mıydı? Olabilir.
Sonuçta kaç yıllık sınıf arkadaşları. Eskiyi yâd ederler hem rahatlar kızcağız…
dedim demesine de içime kurt düşmüştü.
‘’Tamam, nasıl istersen. Şey…’’
‘’Sağ ol sevgilim. Sen ne
diyecektin?’’
‘’Müstakbel eşin olarak ben de…’’
‘’Ne yani, sen bana güvenmiyor
musun?’’ der demez ağlamaya başlayınca anladım yaptığım aptallığı.
‘’Demedim farz et. Elbette
güveniyorum.’’
Sonuç itibariyle nikâh tarihi almayı
ikinci kez ertelemiştik. Olsun. Sonuçta sonsuza kadar beraber olacaktık.
Hem içime kurt düşmesine filan da
gerek yoktu. Sonuçta koskoca kolej mezunu kız gerçi çalışmıyor etmiyor ama…
Aman ya, ne olmuş ki çalışmıyorsa…
ben çalışır gül gibi bakarım karıma.
Sıkıntımı hafiflettiğimi sanıp doğruca
savcılığa yöneldim elbette öncesinde Ebru’yu evine bırakıp gerçi direkt kuaföre
geçecekti ama.
Bayağı yorulmuştuk hoş asıl yorulan
bendim. Ne de olsa borca harca giren, yeni bir iş arifesinde üstelik nikâh
hazırlıkları ile uğraşıp bir yandan da annemle uğraşırken… Annem, dedim, değil
mi? Ah, anacım benim: ne vardı ki bu kadar üstüme düşecek? Ne yani illa ki
köyden bir kızla mı evlenecektim?
Sonuçta iki dil bilen, İstanbullu bir
ailenin zarif kızıydı Ebru hem hiç sevgilisi olmamış üstelik dürüst, akıllı.
Anneme diretmiştim sonunda kabul da
etmişti yine de çok rahat değildi içi.
Havalar iyi gidiyordu madem şu cüce
Şubat’ta annemi köye yolcu ettim. Bir iki hafta dinlenir, akrabalarını ve
komşuları ile hasret giderir rahatlayıp gelirdi.
On gün içinde iş başı yapacaktım hem
belli mi olur; bir sürpriz yapar üç beş günlüğüne ben de kaçardım köye.
Biraz kafam karışıktı yine de üstünde
durmamaya karar vermedim. Kim bilir benim vefasız lise arkadaşlarım nerelere
kaybolmuştu? Genelde kız ağırlıklı bir sınıftı ve işin kötüsü çoğunun da
evlendiği gelmişti kulağıma. Hal böyle olunca yeni soyadını bilmediğim kim ise
ulaşamıyordum.
***
Cuma mesai bitimine kadar tüm
evraklarımı hazırlamış ve teslim etmiştim insan kaynaklarına. İki güzel
başlangıcın birisi neredeyse hallolmuştu. Ah bir de; şu nikâh tarihini
alsaydık.
Cumartesi sabahı çıksam yola ve üç
gün köyde anamla kalsam yeterdi bana lakin çok özleyecektim Ebru’yu gerçi
epeydir görüşememiştik-epeydir dediğim de şu okul toplantısının olduğu günden
beri.
Niye aramıyordu ve niye telefonlarıma
cevap vermiyordu. Belli ki benim de yoğunluğumu biliyor ve rahatsız etmek
istemiyordu iyi de olur mu böyle şey? Sonuçta yeni nişanlı bir çifttik. Yoksa
hasta mıydı? Suç bendeydi. Tüm sakinliğimle onun aramasını bekliyordum ama içim
de içimi yiyordu hani.
Tam iş plazasından çıktım ki annem
çaldırdı telefonu. Ah, canım annem nasıl da tütmüştü gözümde hatta Ebru’dan
bile fazla… yok, yok, olur mu öyle şey? Ebru başkaydı canım. O, benim ilk ve
tek aşkımdı ve ben de onun… Yoksa yoksa…
‘’Oğul, pek tatsız geliyor sesin.
Hayrola? Ne oldu sizin şu nikâh tarihi? Ay, ne olur çok erken vakit olmasın.
Bak bir sürü iş güç var. Hadi, söyle nasıl bakalım gelin hanım?’’
Varsa yoksa gelin hanım. Eh, be anne,
bir kızım diyemedin…
‘’Ne dedin oğul? Ses gidip geliyor?
He, de bakalım.’’
‘’Ana, şey… Yarın köye gelsem
diyorum.’’
Nasıl da sevinmişti garip anam
sesinde coşkuyu duyumsamak mümkün müydü?
‘’Gel, hele, gel. Ah, herkes nasıl
özledi seni. şey… Ya, gelin hanım? Demez mi bir şey?’’
Şaşırmıştım anam böyle deyince oysaki
kaç gündür sesi bile çıkmamıştı Ebru’nun.
‘’Yok, demez anne. Hatta o dedi bana,
gidip de ananı gör diye. Zaten o da çok yoruldu. Otursun dinlensin evinde.’’
Hem fikirdik annemle yoksa ben mi
öyle düşünüyordum?
Yine de içimi bozmadım ve eve
dönerken on tane kırmızı gül alıp bir güzel de süslettim çiçekçiye. En sevdiği
çiçekti Ebru’nun. Nasıl da mutlu olacaktı beni gördüğünde. Hem müstakbel
kayınpederimin de elini öper hayır duasını alırdım.
***
Aklımda yoktu artık hiçbir şey.
Sadece cebimdeki avans ve sağ elimdeki yüzüğü alıp cebime tıkıp bir de üstüne
ettiğim ağız dolusu küfür.
İçime doğmuştu da inanmamıştım iç
sesime. Eh, ne de olsa aptala malum olur.
Bir gitmiştim ki evlerine kapı duvar.
Yan komşu açmıştı aşağı kapıyı. Çok merak ettiğim yetmezmiş gibi bir de
merdivende ayağım takılıp düşüp bileğimi incitmiştim.
Allah razı olsun. Komşu kadın beni
içeri almış ayağıma buz getirmişti sonra da açtı ağzını yumdu gözünü. Ben daha
fazla dinlemek istemiyordum yine alamadım kendimi hem kadın da makineli tüfek
gibi anlatıyordu.
Neymiş efendim? Çok şeymiş efendim.
Efendim, ben kaçıncı kurbanmışım? Yok kolej mezunu yok muteber bir aile…
devamını dinlemedim. Topallaya topallaya çıktım apartmandan.
Anneme de bir şey anlatamazdım. Kesin
kadının yüreğine inerdi. İyi de ben ne halt yiyecektim? Çok sevmiştim ben ya…
aşıktım ona!
Ah, aptal ben. Sen sorup
soruşturmadan dereyi görmeden cumburlop atla suya.
Ayağım acıyordu. Aslında acile
gitmeliydim ama kalbim daha da çok acıyordu.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Âşık
olmuştum ve aldatılmıştım üstelik annemi karşıma almış onu kahretmiştim. Kadın
az dememişti bana hani:
‘’Oğul, belli olmaz büyük şehrin
kızları. Bırak okumuş mokumuş. Gel sana köyden helal süt emmiş…’’
Susturmuştum anamı her seferinde.
Resmen aldatılmıştım ve her nasılsa
panik ataklarım da gelmez olmuştu Ebru’yu tanıdığımdan beri iyi de ben terk
edilmiştim an itibariyle ve her nasılsa henüz bir atak geçirmiyordum. Belli ki
aşktı ilacı tüm hastalıkların ya aşkın ve aldatılmışlığın ilacı neydi?
Sersem sepelek dolaşırken ansızın
verdim kararımı. İyisi mi kendimi öldüreyim ben. Tabii ya: herkes mutlu olur.
Olmadı ama! Neden mi?
Ben bankanın genel müdürlüğünde
imzamı atmıştım o iş sözleşmesinin altına. Ya, ben geberdikten sonra onca
tazminatı garip anam mı ödeyecekti?
Hem oğlunun intiharına yan hem de tüm
malına haciz gelsin.
Tam kendimi denize bırakacaktım ki
irkildim ansızın aklıma gelen bu düşünceyle.
Aslında acele hareket ediyordum ve
annem de iş yerim de bu durumdan haberdar değildi.
Yeniden irkildim ama bu sefer
arkamdan gelen sesle:
‘’Kim var orada? Göremiyorum. Kim
var? Ses ver.’’
‘’Ah, be teyze şu bir doksanlık
boyumla nasıl göremezsin beni? Hoş, ben de seni göremiyorum. Neredesin?’’
Ufacık bir kadın peyda oldu
gölgelerin arasından yoksa gölge olan da kadın mıydı?
Nur yüzlü bir ihtiyar ve yüzünde
kocaman bir gülümseme…
‘’Eh, şimdi gördün mü beni? Bak tam
da karşındayım.’’
‘’Yüreğini gördüm evlat ve sesini de
duydum ya… körüm ben.’’
Nasıl da utanmış ve mahcup olmuştum.
‘’Bilemedim teyzem.’’
‘’Sen gecenin bu saatinde ne
yapıyorsun bakim? Yok mu evin barkın?’’
‘’Aynı soruyu ben sana sorsam teyzem…’’
‘’Sokakta yaşıyorum ben kaç yıldır.
Aslında çok mutluydum ve evim de vardı ama…’’
‘’Sonra ne oldu teyzem?’’
‘’Oğlum bir iş kazası geçirdi ve iş
göremez raporu aldı. Anlayacağın vücudunu kullanamaz hale geldi sonra da…’’
Güleç yüzünü karalar basmıştı birden
kadının. Devamını merak ediyordum hatta tahmin ediyordum da gıkım çıkmaz oldu
birdenbire hele ki burada bulunuş amacımı düşününce.
‘’Sustun, evladım. Susma, susma.
Meydanda her şey. Oğlum dayanamaz oldu ne de olsa eli ayağı tutmuyordu ve bir
sabah yatağında onu cansız buldum üstelik sebepsiz.’’
Sebepsiz ölüm olabilir miydi peki?
Sahi niye ölmüştü ki?
‘’İntihar mı etti teyze?’’
‘’Tam değil ama çok beddua etti
üzerine. Her gün yalvardı Allah’ına canımı al diye. Dedim gücüne gider
Allah’ın. Zaten gitti de.’’
‘’Ve sen de kimsesiz kaldın sonra
da…’’
‘’Önce ya da sonra oğul. Ne fark eder
ki? Takdir-i İlahi. Çok isyan etti oğlum. Sadece kendini düşündü. Kendinden
daha beter olanları getirmedi aklına. Zaten doğuştan görme engelliyim. Hal de
böyle olunca iyice çekilmez oldu hayat ve gidiverdi oğlum oysaki devlet engelli
yasasına göre ona bir iş de sağlayacaktı. Kader diyelim. Ya senin hikâyen ne? Boş
ver beni. Üç günlük ömrüm var. Nereye giderse artık hayatın yönü hem ben dert
de etmiyorum. Havalar da güzel gidiyor. Dinliyorum.’’
‘’Teyze.’’
‘’Can, deyiver.’’
‘’Bu güler yüzünü nasıl muhafaza
ediyorsun?’’
Kadının yüzü daha da aydınlanmıştı
üstüne üstük üstümdeki ağırlık yok olmuş ve içime huzur dolmuştu.
‘’Al bunları teyzem.’’
‘’Ne ki bu?’’
‘’Seni uzun süre idare edecek biraz
para ve bu da yüzük. Nasip değilmiş takmam.’’
‘’Almam oğul. Hiç olur mu? O senin rızkın.
Üstelik daha işbaşı bile yapmadın.’’
Oysa ağzımdan tek kelime çıkmamıştı
işimle ilgili. İyi de nerden biliyordu kadın benim henüz işbaşı yapmadığımı?
‘’Sana büyük tavsiyesi. Şimdi doğru
evine gidiyorsun ve sıcak bir çorba içiyorsun bu soğuk havada hasta olmamak
adına sonra da ayağına buz koyup geçiyorsun odana ve mışıl mışıl uyuyorsun ne
de olsa yarın yolcusun.’’
İyice afallamıştım. Sen bir de benim
yola çıkacağımı bil. Kesin hayal görüyordum ben. Üstelik ayağımın
sakatlandığını nereden bilebilirdi ki üstelik üstelik…
Payıma düşeni yapmalıydım ve evin
yolunu tuttum. Tam kadının elini öpmek için yeltenmiştim ki kadın geldiği gibi
görünmez oldu.
En iyisi sabah yola çıkmadan gider
teyzeyi yeniden görür hatta belki ona yatacak ve yaşayacak bir yer bulurdum.
***
Kaç saat uyuduğumu hatırlamıyorum. Ya
rüya görmüş müydüm?
Ayağım daha iyiydi üstelik terk
edilen ben değilmişçesine gayet mutlu ve huzurluydum da. Allah razı olsun o kadından…
Kadın? Hangi kadın?
Ah, evet, ya, o güler yüzlü yaşlı
teyze.
Aman Allah’ım nasıl nur dolu bir yüzü
vardı ve beni nasıl da döndürmüştü intihar fikrinden. Üstelik boş yere canıma
kıyacakmışım da. Hiçbir şekilde acımıyordu kalbim.
Cebime baktım. Paralar olduğu gibi
duruyordu. Öyle ya, kadın reddetmişti verdiğim parayı. İyi de nereden bilmişti
onca şeyi?
Hemencecik giyinip attım kendimi
sokağa. Daha otobüsün kalkış vaktine çok vardı.
Pastaneye gidip bir torba çörek,
sıcak poğaça ve simit alıp tuttum yolumu. Sahi nerede kalmıştı dün teyze ile
konuştuğum deniz kenarı?
Elbet bulurdum gerçi karanlıkta çok
seçememiştim ama…
İşte bulmuştum da. Hah, işte şu üzerine
oturduğum bank ve karanlıkta zar zor seçtiğim baraka. Neredeydi acaba yaşlı
kadın?
Kimseler de yoktu soracak. İçeri
girip barakayı gündüz gözüyle görüp teyzenin de bir hayır duasını almam ne iyi
olacaktı. Hem belli mi olur, annemle de tanıştırırdım.
Lakin kimseler yoktu burada sadece üç
beş çocuğun çığlığı çalındı kulağıma. Ne olmuştu ki?
Besbelli şakalaşıyorlar ve oyun
oynuyorlardı. Başımı uzattım ki; bir ambulansın haykıran sirenini duydum ve
gelip barakanın tam önünde durdu. Şoförü heyecanla bana bakıp sordu:
‘’Boğulan kadın nerede?’’
Biri boğulmuştu demek ki… tam da
olayın içine düşmüştüm hani.
‘’Haberim yok benim.’’
Derken canhıraş bağıranların sesi
daha da yükseldi.
‘’Gelin, gelin buraya.’’
İşte eylem planı devreye girmişti.
Ambulans ekibi ve ben tüm gücümüzle koşmaya başladık. Belki benim de bir
yardımım dokunur, insanlık görevimi yapardım.
Derken sahile vuran cesedi gördük.
Ceset, demiştim ama ya, yaşıyorsa?
Aman Allah’ım bu, o kadındı: dün gece
gördüğüm kadın ve hiçbir hayat belirtisi taşımıyordu.
Derhal müdahale etmek için harekete
geçti sağlık ekibi ta ki doktor son sözü söyleyene kadar:
‘’Çok geç. Günler olmuş öleni. ‘’