Yaş aldıkça, büyümek bir yana efsunlanmamak mümkün mü esareti sürerken zaman yolculuğunun. Nasıl olmaz ki… Her geçen gün ve her yeni insan görünürde çok şey çalıyor gibi görünse de bir o kadar maneviyat güçleniyor darbe vurduklarını sananlar sayesinde.

 

Yana yakıla ağlamak bir yana koyulturmuş bir yalnızlık çeperi kırıyor kabuğunu. Sayısız matruşka çıkıyor içimden, sayısız bebek benzer görünen ama aslı çok farklılık arz eden sayısız iç benlik. Duyarlılık tavan yapmışken megaloman duygular paralellik seyrediyor eş güdümlü bir vurdumduymazlıkla.

 

Kolay değil pek çok şey ve böylesi zor bir insan olmak da bir o kadar yorucu. Yorulan bir tek ben de değilim diğer yandan. Elimi versem kolumu kaparlar zihniyetiyle, gölgelere sığınmak aslında işin özü. Ne de olsa sütten dili yanan yoğurdu bile üfleyerek yermiş. Üstelik karşımdaki ya da karşıt düşüncedeki kim olursa olsun: Ne yaş ne cinsiyet ne de sahip oldukları öngörü. Ve muhalif yapımla bir o kadar özümsüyorum hayattan aldığım o doyumsuz tadı.

 

Neşe nedir sizce ya da bir kahkaha nelere bedel? Herkesin cevabı kendine. Ben beni bildikten sonra, hakkını verdiğimi düşünüyorum insan olabilmenin. Ne atıfta bulunmalı ne de yerden yere vurmalı üstelik kim varsa haz etmeyen. Eğer ki hayattan ve İlahi Işık’tan aldığım haz ve maneviyat bu denli engin yürekli biri yapıyorsa insanı gerisi hiç mi hiç önem arz etmiyor.

 

Evet, koca bir ömrün muhasebesi tam da önümde duran. İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla…

 

İyi ki doğmuşum. Hayır, megaloman değilim sadece bana bahşedilen bu ömre şükrediyorum. Mademki yoktan var edildik nasıl şükretmem. Titrek bir ışığın gölgesi olmaktansa kendi ışığımın aydınlatan gücüyle yol alıyorum. Yanımda olan ve olmayan her kim ise bu da onların sorunu. Zira kimseden mükellef değilim en az onların benden mükellef olmadığı kadar her ne kadar kendilerine aşırı şekilde paye biçseler de.

 

Ne tutsağım ne tutuklu. Ne kalabalığım ne de yalnız.

 

Onca yıldız kaydı bu güne değin ve onca insan yitip gitti karanlığının nezdinde. Yeri geldi mi karanlık da gereklidir ruhun nefes alması için. Belki bir mola belki bir kaçamak ama yeri geldi mi fırtınalar da kopmalı insan ruhunda. Her zaman için durağan bir hayat olacak diye bir kaide yok ki. Düşünsenize fırtına öncesi sessizliği ve dinen fırtınanın ardından aldığınız o derin nefesi. Zorluklar da acılar da bir getirisi değil mi yaşam döngüsünün. Yoksa nasıl hükmünü süreriz mutluluğun eğer ki her gün aynı tadı alıyorsak.

 

Yağmur sonrası beliren gök-kuşağı tadında iki damla yaş sonrası attığımız o içten kahkaha. Olmalı da…

 

Oruç tutarken nasıl bir disipline sokuyorsak nefsimizi mutsuzluk da bir o kadar normal eğer ki gerçek anlamada insan olmanın vasıflarını taşıyorsak. İftarda ve namazda aldığımız, tattığımız o derin maneviyat ve şükür nasıl yüceltiyorsa bizi yağmur sonrası duyumsanan o hoşnutluk da tamamen paralel seyretmekte.

 

Kötülük her daim sürdürecek hükmünü ki iyi olabilme dürtüsüyle savaşabilelim ve anlayalım iyinin ve kötünün farkını.

 

‘’İki şey mühimdir: Birincisi okyanus kadar bol haysiyet, ikincisi elif gibi dimdik bir şahsiyet.’’

 

Yüce Mevlana’nın eşsiz deryasından anlam yüklü bir söylem. Eğer ki sahipsek bu iki deryaya, gerisi ne önem arz edebilir ki onca kire pasa rağmen.

 

İsteyen istediği gibi endamını, nefsini sergilesin ve istediği ölçüde bir o kadar ölçüsüzlükte hükmetsin hayata hayatın ona hükmettiğini düşünüp… Öylesine gelip geçici ki pek çok kavram ve ölçü diye nitelendirdiğimiz ölçüsüzlük ve yozlaşmış zihniyetler önemli kalan geride bırakılanlar değil mi?

 

Düşünür Mevlana’nın belirttiği bir söyleme bir açılım olması maksadıyla zikrettim bu cümleleri her ne kadar gücüm yetmese de onun engin dünyasına:

 

‘’Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.’’

 

Bazen kelimeler de davranışlar da yetersiz kalabilmekte. Yeri geldi mi suskunluğunu ve sükûneti korumak da insan olmanın bir cilvesi. Bu ne haksız olduğumuz anlamı taşır ne de verecek cevabımız olmadığı yanılgısını. Bir kez daha kesişti yolum sevgili Mevlana ile:

 

‘’Suskunluğum asaletimdendir.’’

 

Bu demek değil ki; ne acizim ne de üstünüm diğer kullardan kim ki hak iddia eden ve doğruculuğunu savunan.

 

Öğretiler bize öylesine ışık tutup yol ve yön tayin etmekte ki. Bu yüzden aile yapısı ve yetiştiriliş tarzı da en önemli etkenlerin başında gelmekte karakterimizi şekillendiren.

 

Görünen de değil üstelik önem arz edip bazı fiili-yatları geçerli kılan. Bu yüzden kimsenin kimseden bir üstünlüğü olmamalı ve yargılama hakkı da bulunmamalı.

 

Adımladığımız yol öylesine dikenli bir gül bahçesi ki… Yeter ki dikenlerden korkup gülleri savurup koparmayalım ve geri çekmeyelim kendimizi bize sunulan ve bahşedilen armağanlardan. Yaradan’ın biz insanoğluna bir sunumu hayat: Yeri geldi mi çiçeğiyle bahçesiyle yeri geldi mi çölün ortasında susuz ve kurak, sabır gerektiren sınavlarıyla…

 

 

 

( Birinci Tekil Şahıs başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 1.06.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu