Öküzlerinin çalındığını gören nur yüzlü yaşlı amcamız minareden yükselen ezan sesini içine sindire sindire dinler. Hayvanlarının yerinde yeller estiğini gördüğü ilk andaki şaşkınlığını artık aklından atmıştır. Şimdi, soğukkanlı bir biçimde, yapacağı işlerin planlaması içindedir. Abdestli olması, zor geçeceği ayan beyan belli olan günde kendisine manevi bir kuvvet vermektedir. Hancıyla yaptığı kısa konuşması derdine derman olmaz. Hancı da üzgündür konuğunun başına gelen püsküllü beladan.

 

         Nur yüzlü amcamız gayet sakin ve tam bir özgüvenle camiye varır. Cemaat yavaş yavaş namaza teşrif etmektedir. Cemaat derken, bayram namazları kadar cemaat yoktur elbet. Ancak beş on orta yaş üzeri, birkaç da yaşlı insan doldurur camiyi.

 

         Müminler namazlarını eda ede dursun, öykümüzün yaşandığı topraklarla ilgili iki fıkramsı öykü anlatmazsam öykümüz çok yavan kalır.

 

         Kandıra ilçesi Dikili köyünde yazlığı olan bir arkadaşımın davetine icabet ettik. Haziran sonları. Karadeniz suları oldukça ısınmış durumda. Denize giriyoruz. Arkadaşımız dostlarıyla bitişik nizam yazlık konutlar yapmışlar. Sabahleyin çoğu kez birlikte kahvaltı yapılıyor. Geceleri mehtap altında konutların önünde büyükçe çoban ateşi yakılıp sohbet ediyoruz. Dikili ne de olsa köy. Ateş yakmalar, gecenin geç saatlerine kadar sohbetler kimseyi rahatsız etmiyor. Karslı üniversite okutmanı bir yengemiz anlattı şu öyküyü:

         Acar bir at hırsızı uzak bir köyden güçlü bir at çalıp kendi köyüne getirir. Haliyle komşularına atı satın aldığını söyler. Günler sonra atına yine uzak köylerden birisi müşteri olur. At alıcısı, alacağı atla birkaç tur deneme sürüşü yapmak ister. İstemi karşılanır. Kars’ta arazi at sürmeye uygundur. Alabildiğine düz çayır ve tarlalar vardır köyün çevresinde.

 

         Deneme sürüşü yapan adam da iyi bir binicidir. Önce yavaş yavaş daha sonra hızla sürmeye başlar yağız atı. Adeta Niğbolu Savaşı’nda Yıldırım Beyazıt’tır ikinci at hırsızı. Son sürat hızla köyden uzaklaşır. Bir serap olur önceleri. Daha sonra ufuk çizgisinde kaybolur. İş işten geçmiştir! Çaldığı atının böylesine elden çıkmasını soğukkanlılıkla karşılar acar hırsız.

 

         Köylüler sorarlar:

 

“Atını satmışsın, bari bu satıştan karlı çıktın mı?” Gayet pişkince cevaplar bizimki:

 

         “Yok, yahu bu satıştan karım olmadı! Aldığım fiyata gitti at!” der.

 

Hele çalıştığım bir okulun saygıdeğer ve de şakacı Erzurumlu müdürümüzün anlattığı fıkra daha da katmerli bir hırsızlık olayını içerir. Motorlu taşıtların henüz ülkemizde havayı kirletmediği yıllarda bir seyyar satıcı atı, katırı ve eşeği ile mallarını pazarlamaktadır. Köy köy, bucak bucak gezerek... Adamın yolu Kars iline düşer. Önce atını çaldırır Kars’ın bir ilçesinde. Başka bir ilçede katırını ve nihayet bir diğer ilçede de eşeğini çaldırır. Adam sermayesini pireye yükleyerek üzgünce köyüne döner. Karslı dostlar bu öyküme elbette üzülmüyorlardır. Günümüzde de bu işleri, atalarının mesleğini, motorize bir biçimde daha da başarı ile sürdürenler var.

 

 Biz dönelim kardeşimin öyküsüne. Kardeşim çayını içip anlatısına kaldığı yerden devam etti.

 

O yıllarda güvenliğe jandarma bakmaktaymış. Yaşlı amcamız sabah namazını eda edip sokağa çıkar. Etraf yavaş yavaş aydınlanmaya başlar. Hemen yakındaki fırından aldığı taze ekmekle karnını doyurur. Namazdan ve namaz sonunda Allah’a el açıp yalvarmasından aldığı manevi güçle kendine güveni tamdır artık. Karakolun açılmasını beklemektedir.

 

Amcamız kolaylıkla durumu kabullenecek, ah vah edip ağlayacak, dizlerini dövüp kendine acındıracak bir yapıda değildir. “Önce irade, sonra kader gelir. Ameller niyetlere göre yazılır.” bilinciyle sadece Allah’ın önünde eğilen çelik gibi bir karaktere sahiptir. Mevkiye, makama gerekli saygıyı duyan lâkin el etek öpüp yalvaran omurgasızlardan hiç değildir.

 

Karakol açılır. Karakol komutanı gelir makamına. Amcamız gayet vakur ve sade biçimde selam verir, durumunu arz eder. Öküzlerinin geceleyin handa çalındığını sakince anlatır komutana. Komutan kendinden emin, sert bir biçimde:

 

“Baba, madem hayvanların o kadar değerliydi; Bir elinle birinin diğer elinle de diğer hayvanının kulaklarından tutup yanlarında yatsaydın!” der. Adam hiç istifini bozmaz. Ses tonunu azıcık artırarak başlar konuşmaya:

 

“Sen devletsin, devlet babasın. Ben sana güvendim. Hayvanlarımı sana teslim ettim. Devlet babamıza güvenmeyip kime güveneceğiz? Devletimiz güçlüdür. Öküzlerim bulunmadan buradan bir adım bile geri adım atmam.”

 

Komutan şaşırır! Yoksulluğun belini kamburlaştırdığı, sakalları uzamış yaşlı bir yurttaştan böylesine sözler duyacağını hiç tahmin etmez. Aniden silkinip nerede olduğunu ve görevinin kendisine nasıl sorumluluklar yüklediğini anımsar. Söyleyeceği bir söz kalmamıştır.

 

Hemen emirler yağdırır. Kırklı yıllar. Jandarmanın sözü daha da bir tok çıkmaktadır. Şehir hoparlöründen anonslar yaptırılır. Yakın köylere jandarma çıkarılır. Anons sık sık tekrarlanmaktadır. Ses Kars kalesinde yankılanıp en ücra mahallelerden duyulmaktadır.

 

“Dün gece handan çalınan öküzler geri getirilmezse çok insanın canı yanacak! Duyduk duymadık demeyin!”

 

Olacak bu ya. İki saat içinde iyice yaşlı bir ihtiyar, öküzleri getirir, karakola teslim eder. Hayvanları, şehrin hemen yakınlarında, nadasa bırakılmış bir tarlada otlarken bulduğunu söyler.

 

Şavşatlı amcamızın kırış kırış olan yüzünde güller açar. Komutan da sevinçli ve gururludur.

 

“Amca gördün mü devlet babanın gücünü?” der. “Hayvanların nasıl bulundu!” Amcamız öz güvenle yanıtlar:

 

“Biliyorum devlet babamız güçlü ve hamiyetperverdir. Sadece uyuyordu. Ben onu azıcık dürttüm, uyandı ve görevini yaptı.”

 

Nadasa bırakılan tarlalarda karınlarını doyuran hayvanlarıyla amcamız yolunu hana doğru kırar. Kendisini iki günlük tozlu yollar beklemektedir. Kardeşimin öyküsünü bir kez daha beynime nakşettim.

 

Bu öyküyü şöyle okurum ben. Halkımız yurttaş olma bilincine erebilirse görev, sorumluluk ve de haklarının neler olduğunu bilir, kimsenin hakkına el uzatmaz, haklarının da sonuna kadar savunucusu olur. İyi bir yurttaş kula kulluk etmez, egemenlere dalkavukluk yapmaz, bunları yapmayı aklın ucundan bile geçirmez.

 

( Kardeşimin Öyküsü -2- başlıklı yazı sahara tarafından 6.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu