Sahile
zor bela çıktığımda ayakta duracak halim yoktu. Birkaç metre ileri gidip kuru
ve sıcak kumlara uzanacak mecalim kalmamıştı. Hemen uzanıverdim dalgaların
sahili yaladığı ıslak zemine. Sırt üstü yatıp gökyüzünü seyretmeye başladım.
Hayat güzeldi. Yaşamak güzeldi. Kısa bir süre öteki tarafa gidip geldim az
önce. Tam huduttan döndüm desem yeridir. Yaşam nedir ki, bir pamuk ipliği!
İyi bir
yüzücü değilim. Yüzme adına ne öğrendiysem doğaçlama kendi çabamla bir şeyler
öğrendim. Çocukluk yıllarımda köyümün yaylalarından doğup birkaç farklı
kaynağın sularıyla beslenen çayımızda yüzerdik. Çayın durgun aktığı bazı
kısımlarda göl diyebileceğimiz küçük birikintiler oluşur. Bu su
birikintilerinde çimerdik. Tabi yüzmek denmez bu çimmelere.
Yıllar
sonra Öğretmen Okulu yıllarında Trabzon’da Uzunkum diye adlandırılan doğal
plajda yüzmeyi öğrendim. Plaj sahilinde su yüzme bilmeyenler için uygundu. Hala
anımsarım, kenarda, bir taşın karşısında suya daldım. Acemice kaç kez kulaç
salladım farkında değilim. Nihayet dibe inip ayağa kalktım. Ne göreyim! Taşın
hizasındayım! O kadar kulaç sallamam boşa gitmiş. Benim köydeki küçük göletteki
yüzmemin bir anlamı yokmuş meğer!
Yılmak
yok. Direkt sınıf geçenleri okul haziranın ilk iki haftasında tatile bırakmadı.
Çeşitli eğitsel etkinlikler yaptık. Öğlede bitiyordu etkinlikler. Öğleden sonra
yüzme öğrenmek isteyenler soluğu Uzunkum plajında alıyorduk. Sözü uzatmayalım.
Birkaç gün içinde suyun yüzünde durabilecek, üç beş metre ileriye gidecek kadar
yüzmeyi öğrendim. Trabzon Liman’ında da yüzebiliyordum.
Daha
sonraki öğretmenlik yıllarımda sene başı seminerlere katılırdık ilçede. İlçemiz
Araklı. Araklı sahillerinde de eylül seminerlerinde zaman zaman yüzdük
meslektaşlarımla. Öğretmenliğin ilk yılları komşu köy öğretmenleriyle zaman
zaman buluşur sohbetin belini kırardık. Espritüel bir arkadaşımız vardı.
Erzurumlu Teyo Emmi usulü anlatılarıyla bizleri eğlendirirdi. Bu arkadaş ilginç
bir anısını anlatmıştı:
“Rize’de
çalışırken, çalıştığım köy büyük bir çayın kenarındaydı. Zaman zaman köy
gençleriyle bu çayda balık tutmaya giderdik. Çayda suyun biriktiği derin bir
kısmı vardı. Bir gün o derin yere daldım. Bir de ne göreyim. Koskocaman bir
balık. Süzülüp taşın altına girdi. Ben de durur muyum? Balığı takip ettim.
Nefessiz kalma pahasına suyun içinde hayli uzun süre kalarak eli boş dönmedim.
O koskoca balıkla kenara çıktım.”
Ertesi
yılın eylül başları sene başı seminerlerindeyiz. Zaman buldukça Köy
öğretmenleri kenarından köşesinden yüzüyoruz. Yurdun farklı bölgelerinden gelip
bir araya toplanmışız. Herkes az çok yüzebiliyor. Rize’de çayda büyük balık
yakalayan arkadaş değil yüzmek sahilde yürüyor. Ancak diz kapaklarına kadar
suya girebiliyor. Benim güneyli arkadaşımın aklına birden gelivermiş:
“İlhan’cığım
Rize’de çayın derinliklerine daldığın gibi, burada da aynı dalışlarını bir
göster bakalım…” deyiverdi. Bizim Teyo Emmi’nin yüzü kızarıverdi! Bir şey
demedi elbet… Acaba yalanla karışık olaylar anlatan ve onun yalanını yüzüne
vuran arkadaş yıllar sonra da aynı davranışlarını devam ettiriyorlar mı? Bu
merakımı gidermem artık olanak dışı. Hepimiz yurdun farklı bucaklarına
dağıldık.
Yüzmeyle
ilgili günlerim fazla olmadı. İzmit’te çalışırken yaz başlarında körfezin henüz
kirlenmemiş sahillerinde arkadaşlarla yüzmelere gittik birkaç yıl. Daha sonra İzmit
Körfezi iyice kirlendi! Körfez sularında yüzmek eylemi tarih oldu!
Kocaeli’nde
Karadeniz sahillerinde denize girilebiliyor. Kocaeli halkı, Kefken, Kerpe gibi
Kandıra’nın belde ve deniz kenarındaki köylerinde deniz hasretini
giderebiliyor. Bizde ailece bazı yıllarda deniz mevsimi başladığında Kandıra
sahillerinde denize gittik. Ailece barınabileceğimiz bir çadır aldık. Çadır
kurup deniz mevsimi yapmak güzeldi.
Arkadaşlarla
geceleri çadırlarımızın önünde ateşler yakıp, ateşin yanında çay içerken bir
taraftan da gökte yıldızları seyretmekle hümanist duygularımız tavan yapıyordu.
Bir gece de fırtına ile birlikte kuvvetli yağmur yağdı. Çadırları su bastı.
Ertesi günü güneş yüzünü gösterdi. Yüzmeye, kalan zamanlarda da kitap okuma
fasıllarına devam ettik.
Karadeniz
bir hırçın denizdir. Ne yapacağı hiç belli olmaz. Bir bakarsınız deniz süt
liman, yüzü çarşaf gibi. Kısa süre sonra hafif bir rüzgâr esmeye başlar. Derken
rüzgârın hızı dakika dakika artar. Dalgalar yükselmeye başlar. Sahilde bir
telaş başlar. Anneler çocuklarına çabucak denizden uzaklaştırır. Bu arada
dalgalar iyice kabarır. Dalga yüksekliği birkaç metre yüksekliğe yükselir.
Bazı
yavuz yüzücüler dalgaların tehlikesine aldırmadan yüzmeye devam ederler.
Bunlara özenen yüzmeyi az bilenler de çılgın dalgalara karşı kahramanlık
gösterilerine katılırlar. Aniden çığlık sesleri yükselir sahilden. Boğulma
tehlikesi geçirenleri kurtarma telaşından yükselir bu bağrış çağrışlar. Maalesef denizin aniden kabardığı, kısa
sürede fırtınanın oluştuğu günlerde Karadeniz sahillerinde boğulan
yurttaşlarımız olmaktadır. Ta Şile’den başlayıp Sakarya ili sahillerinde
yüzmeye gidip tehlike atlatan yurttaşlarımızla ilgili haberleri duymak her
zaman olası.
Kandıra’nın
Dikili Köyü diye güzel bir köyü var. Bu köyde eski apartman komşumun bir yazlık
edindi. Her yıl bizi yazlığına davet eder. Nihayet bir yaz başı memlekete,
Artvin’e gitmeyi biraz erteleyip komşumun davetine icabet ettik. Dikili’nin
güzel bir doğal plajı var. Denize girmediğimiz günler sahilde yürüyüşler
yapıyoruz. Bol bol denize giriyoruz. Zamanı dolu dolu denizde geçirerek
yaşıyoruz. Yeni gün güneşli bir gün başladı. Sahildeyiz. Öğretmen komşumun
ablası ve eniştesi ziyaretimize geldi. Onların da komşu köyde yazlıkları var.
Üç aile bir aradayız.
Hava
güzel. Güneş ufuktan hayli yükselmiş. Denizde çok az dalga var. Sahilde
alabildiğine uzayıp gidiyor. Bizden başka da denize girenler var. Bizim kafile
bir tur yüzdük ve sahile çıktık. Sohbet faslı başladı. Ben romanımı alıp kenara
çekildim. E. M. Remarque’nin Üç Arkadaş’ını okuyordum. Biraz sonra birazcık daha yüzüp ondan sonra
okumaya devam ederim düşüncesiyle suya daldım. Rüzgâr biraz hızını artırdı.
Dalgalar hafiften kabarmaya başladı.
Özgürce
yüzüyorum. Tek başına. Sahilden fazla da uzaklaşmak da istemiyorum. Ara ara
sırt üstü yüzüp gökyüzünde yavaş yavaş gözükmeye başlayan bulutların
hareketlerini izliyorum. Sırt üstü yüzerken düzelip sahile bir bakmak istedim.
Ne göreyim, sahilden hayli uzaklaşmışım! Az önce oldukça sakin olan denizin
yüzünde dalgalanmalar artmaya başladı. Birden telaşa kapıldım! Bir an önce
sahile çıkmak için kulaç sallamaya başladım.
Sahile
yaklaşmaya çalışmamda başarı sağlamak ne mümkün! Bir an önce karaya çıkmak için
mücadele verirken adeta büyülü bir güç beni denizin ortasına doğru çekiyordu.
Bir türlü başarı sağlayamıyorum. Gitgide nefesim tükeniyor. Kollarımda kuvvet
kalmadı. Sırt üstü yüzüp dinlenirsem kendimde mücadele için kuvvet bulurum diye
sırt üstü yüzdüm birazcık. Tüm benliğimi bir umarsız bir telaş sardı. Tekrar
düzelip kulaç sallamaya başladım. Bu arada dalgalar gitgide kabarıyordu. Aynı
yerde debelenmeye devam ediyorum. Sahile yaklaşmak ümidim gitgide kırıldı!
İnsan
kısa sürede neler düşünüyor. Artık zaman tamam dedim. Günlerim buraya kadarmış!
“Her nefis ölümü tadacaktır” hükmünün benim için uygulama zamanı gelmişti!
Ölümden kaçış yok. Demek ki, bir köy evinde başlayan yaşantım Karadeniz’in mavi
sularında son bulacaktı. Çocukluğum, ilk gençlik yıllarım bir film şeridi gibi
beynimin içinde geçit yaptı kısa süre içinde. Acı tatlı ne çok anılarım vardı.
Çalıştığım köyleri, öğrencilerimi anımsadım.
Kendi
çocuklarım ne kadar üzüleceklerdi. Oğlum ve kızım yükseköğrenimlerine devam
ediyorlar. Onların mezuniyetlerini göremeyecek, mutlu günlerinde evlenme
törenlerinde yanlarında olamayacaktım. Acaba küçük oğlum hangi okula gidecekti.
Evet, tüm bu olaylar bensiz yaşanacaktı.
Gustave Flaubert’in Madam
Bovary adlı ünlü romanının sinemaya uyarlanan filmini izlemiştim yıllar önce.
Filmin sonunda Madam Bovary siyanür içerek intihar eder! İntihar sahnesini hiç
unutamam! Kadın can çekişirken bir taraftan da dalgalandırıcı yaşam öyküsü bir
bir gözünde canlanır. Nihayet ölüm vaki olur! Benimde Madam Bovary gibi hayatım
gözümün önünde canlanmaya devam etti.
Son bir çabayla Allah ne
verdiyse tüm gücümle kulaç sallamaya devam ettim. Bu kez kararlıydım. Öyle
hemen pes etmek yok. Nefessiz kalıncaya, kollarımdaki son enerjimi bitirinceye
kadar mücadeleye devam edecektim. Ne kadar süre çabaladığımın farkında
değildim. Gücümün geride ne kadar kalan kısmı varsa kullanıyorum. Sahile
yaklaştım. Artık kefeni yırtmıştım! Kumlar az ötede beni bekliyordu. Zorlukla
ayağa kalktım. Zorla, sarhoşlar gibi sallanarak kendimi ıslak kumlara attım.
Sırt üstü uzanıp uzun süre bekledim.
Yaşam nedir ki, gevşek
bir pamuk ipliği. Her ne kadar gevşek de olsa benim için kopma noktasına henüz
gelmemişti. Daha göreceğimim günler varmış. Hani ne demişler; en kötü yaşam en
tatlı ölümden daha güzeldir. Karadeniz’in mavi sularında bile olsa ölümü
tatmak, hele bir de kırklı yaşlarda tüm sevenlerini yetim öksüz bırakarak ölümü
tatmak hiç de güzel değildi!
Büyük usta Nazım’ın da dediği gibi, “yaşamak
güzel be kardeşim.” Evet, yaşamak güzeldir. Hangi koşulda olursak olalım her
zaman yaşamanın güzel olduğu bilincinde olmanız belki de sahip olduğumuz en
büyük artı değerimizdir.