Evlilik yaşamında kendisini,
yüce dağların düzlüklerinde sisli-puslu bir havada yönünü şaşıran, gideceği
hedefi bulma kaygısı taşıyan bir âdemoğlundan farksız hissediyordu. Silik,
mutsuz bir yaşantı! Çevresinde, gıpta ile izlediği mutlu çiftler gibi hiç
olamamıştı eşiyle. Mutluluk, gülüp eğlenmek, şen kahkahalar atmak hayali sadece
bazı geceler rüyalarını süslerdi.
Evinden çıkarken kafasında
sonucunun nasıl olacağını tahmin edemediği düşünceler dolaşıyordu. İlk gençlik
yıllarını yaşayan yeni yetme bir delikanlı değildi. Neredeyse ömrünün yarısına
merdiven dayamıştı. Bir taraftan sabahleyin ilk kez görüp güzelliğine hayran
olduğu kızla buluşmanın tanımsız tatlı heyecanıyla kalbi kıpır kıpır ederken
bir taraftan da şimdiye kadar kendisine sadakatle bağlı eşiyle yollarını nasıl
ayıracağı düşüncesi neşeli halini silip süpürüyordu.
Karar
verdiği düşünceleri hayata geçirmekte gözünü budaktan sakınmazdı. Dediğini
yapardı. O’na deli Ahmet derlerdi! Şakayla karışık sohbetlerinde; “Deli unvanımı kazanmak için yıllarımı
harcadım!” diye sözler ederdi…
Önüne ne
ölçüde aşılmaz engeller çıkarsa çıksın hepsini bir bir aşıp; ince belli, al
yanaklı, yeşil gözlü bu ahuyu evinin kraliçesi yapacaktı. Bilinmez! Kaderinde
Bahtışen kızla güzel bir yuva kurmak var mıydı? Bu olasılığı sonuna kadar
zorlayacak, önüne çıkacak tüm olumsuzlukları yenme kararlılığında olacaktı.
Kızın gönlünü çelmek, nefsi isteklerini tatmin
ettikten sonra vazgeçmek gibi kötü bir amaç taşımıyordu. Bu yolda sadece
ekonomik bağımsızlığı olmayan eşi üzülecekti.
Öykümün
bu kısmında bir anekdot düşmek isterim. Deneme ve öykülerimi yazıp bitirince
olanaklı olursa yazılarımı dostlarıma okurum. Bu öykünün birinci bölümünü de
iki kadın akrabama okudum. Öyküdeki “Bu
yolların acemisi değildi! Lakin bu iş farklıydı. Temiz duygular taşıyordu bu
kez…”cümlelerini okuduğum zaman iki kadın akrabam bir ağızdan:
“Ya!
Amma da temiz duygular taşıyormuş!” diyerek öykü kahramanıma karşı
kızgınlıklarını haykırdılar…
Zaman hayli
ilerlemiş. Güneş son altın ışıklarını köyün karşısındaki geniş çam ormanına
gönderiyordu. Daha uzaklardaki Cin Dağının kayalarının kirli gri rengi hoş
gümüşü renge dönüştü. Ormancı önce yayla yoluna yöneldi. Köy içindeki
tarlalarda çapa yapanlar hangi yöne gittiğini anlasınlar istemiyordu. Yol,
orman içlerine doğru uzayıp gidiyordu. Ormanın kenarına gelince durup bacalarından
dumanlar tüten köy evlerini kısa süre seyretti.
Sığırtmaç
çocuklar, uzun bir ilkbahar gününü bitirmenin sevinciyle önlerindeki sığırlarla
köye yaklaşıyorlardı. Köyün çevresindeki yemyeşil çayırlara yayılan koyun
sürülerinden yayılan çıngırak sesleri köyün hoş havasını daha bir güzellik
katıyordu.
Ormanın
içinde devam eden yolla birazcık yürüdü. Az sonra yönünü aklını çelen Bahtışen
kızın mısır tarlasına taraf çevirdi. Ağaçların arasından aç bir kurt hırsı ve
çevikliği ile yürüdü. Kendini mısır tarlasının kenarında buldu. Anne Sultan
kadın inekleri sağmak için hayli zaman önce eve varmış, ergen kızını köyün
uzağındaki tarlada yalnız bırakmıştı!
Zaman
ormancını lehine çalışıyordu. Tüm benliğini tatlı bir heyecan sardı. Sanki
farkında değilmiş, kızı görmüyormuşçasına bir ıslık tutturdu. Aniden ortaya
çıkıp kızı korkutmak olmazdı. Yavaş yavaş, sabahtan beri aklından hiç çıkmayan
gönlünün sultanına yaklaştı. Islık sesini duyan Bahtışen ne hikmetse fazla
şaşırmadı. Sanki sabahleyin göz göze geldiği esmer tenli bu adamı bekliyordu!
Kaçamak bakışlarla bakmaya başladı.
Ormancı
iyice heyecanlandı! Esmer yüzü kızardı, morlaştı. Karşısındaki yeşil gözlere
uzun süre bakamadı. Utangaç bir tavırla konuşmaya başladı. Ses kendisine mi
aitti! Yoksa başkasının mıydı? Farkında değildi.
“Ah!
Kalbimi çalan, ruhumu fetheden güzel kız… Şaşkınım sabahtan beri! Yeryüzüne
inmiş bir melek misin? Nesin? Güzelliğinin ve zarafetinin karşısında ne
yaptığımın farkında değilim…”
Ormancının
gözlerinden şakıyan şimşekler Bahtışen’in gözlerine akıyordu. Kızın yeşil
gözleriyle ormancının kara gözleri arasında önüne geçilmez bir akım oluştu. Bir
süre bakıştılar. Bahtışen donup kaldı.
Kudretten al olan yanakları daha da kızardı. Sonra yavaş yavaş sarı renge
dönüştü. Ne söyleyeceğini şaşırdı. Konuşsa bile sesinin çıkacağından emin
değildi.
Heyecanı
ilk dağılan ormancı oldu. Sakince kızın elinden tuttu. Tarlanın kenarındaki kavak ağacının yanı başında
kadar birlikte yürüdüler. Çimenlerin üstüne aralarında mesafe koymadan
oturdular. Konuşmaya başladı ormancı. Sözlerini tartıp, biçip öylece sarf
etmeye büyük özen gösteriyordu:
“Korkma
güzelim, ben de bir insanım. Sana duyduğum ilgi ve hayranlıkla yanıp tutuşan
bir kalp taşıyorum. Bırak elindeki çapayı. Biraz yarenlik edelim…” Bahtışen de
ilk heyecanını az da olsa attı üzerinden.
“Yapma
ormancı ağabey, ben şu anda yalnız ve çaresiz bir kızım. Var git yoluna! Kendi
halime bırak beni.” Dediyse de; ormancının çıra gibi tutuşmuş elinden vücuduna yayılan
tatlı bir sıcaklığın etkisinden de bir türlü kurtulamıyordu. Biraz sonra av
olduğu kurdun peşi sıra zorluk çıkarmadan giden koyun örneği ormancının yanında
yürüyüp ormanın biraz daha da derinliklerine daldılar.
Bahtışen,
sonraları bu ilk buluşma anlarını anımsadığında benliğinde oluşan cesaretli
tavırlarına şaşırıp kalırdı. Hele ara ara ormancının kara gözlerine kaçamak
bakışlarla dalıp gittiğini tatlı birer anı olarak ölünceye kadar unutmadı. Bir
süre daha karşılıklı bakıştılar. Sıra yine söze geldi. Ormancı, lafı sağa sola
bükmeden direkt konuşma özelliğiyle söze yeniden başladı:
“Güzel
kız, yanına temiz duygularla geldim. Zaman dar. Anlatacaklarım derya. Gün
batmadan ve seni üzmeden konuşmak istiyorum.”
Bu arada yaktığı sigaradan medet umuyordu heyecanını iyice azaltmak
için.
“Az önce
söylediğim gibi şaşkınım! Güzelliğinin ve zarafetinin esiri oldum. Karar verdim.
Tez zamanda seni evimin kraliçesi yapacağım. Sana ipekli kumaşlardan, mor
kadifelerden elbiseler yaptıracağım. Farkındayım şaşkınsın sen de. Cevap
istemiyorum. Yarın yine bu saatte yanında olacağım…” Bu arada yanında getirdiği
lokum, incir ve bisküviyi kızın yanına bırakıp eve dönerken yemesini tembihleyerek
çabucak ormanın derinliklerine daldı.
Gün
battıktan biraz sonra evin yolunu tuttu Bahtışen. Uzun, çok uzun bir gün
yaşamıştı. Yaşadıkları gerçek mi, hayal mı ayrımında değildi! Kafasının içinde değirmen
taşları dönüyordu sanki. Sessizce eve girdi. Annesi akşam yemeği hazırlamıştı.
Fazla yemek yemedi. Bol bol su içip odasına çekildi. Başından geçen olayları
annesine anlatamazdı. Köy kızları için bir memurla evlenmek ayrıcalıktı. Lakin
ormancı hem kendisinden hayli yaşlı ayrıca evli bir adamdı. Duyduğu; ruhunu
okşayan tatlı sözlere inanabilir miydi?
Ertesi
gün ormancı atını dağlara doğru sürdü. Yakında yaylacılık başlayacaktı. Yayla
odunu hazırlama girişiminde olan köylüleri kontrol etmek gerekti. Aşk başka, iş
başkaydı. Görevini hakkıyla yapmaya hep özen gösterirdi. Yaylaların
yakınlarındaki ormanlarda dolaştı. Ak köpüklerle akan çayın soğuk sularından
içti. Sarıçam ağaçlarının gölgelerinde dinlendi. İkindiye doğru köye döndü.
Her ne
kadar köylülerin kendisinden çekindiğini bilse bile eylemi etik değildi. Evli
bir erkeğin bir kızla ilişki kurması köy yerinde hoş karşılanmaz. Bu bakımdan
karda yürüyüp izini belli etmemeliydi. Olay duyuluncaya kadar Üsküdar’ı geçmesi
zorunluydu.
Gök
mavi, ormanlar ve çayırlar yeşildi. Anne-kız tıpkı önceki gün gibi çapa
yaptılar. Akşama doğru Sultan kadın sığırları sağmak ve akşam yemeğini
hazırlamak için eve döndü. Bahtışen’in tüm benliğini önüne geçemediği bir
heyecan sardı. Acaba önceki gün yaşadıkları gerçek miydi? Ormancı şaka mı
yapmıştı. Yine yanına gelecek miydi? Cevabını bulamadığı bu sorularla
savaşırken beklenen kişi yanı başında bitiverdi. Kızı kolundan tuttu. Tez elden
ormana savuşmaları gerektiğini söyledi.
Kafasında
olgunlaştırdığı fikirleri bir bir anlatı ormancımız.
“Seni
kendime yar yapacağım. Kavuşmamız, aynı odayı paylaşmamız fazla zaman
almayacak. Yakında babamları ziyaret edeceğim. Mutlu bir birliktelik kuramadığım
eşimden en erken bir süre içinde ayrılıp yıldırım hızıyla seninle evleneceğim!
Korkma. Zamanla seni ne kadar sevdiğimi anlayacaksın… Sakın kimselere sırrımızı
anlatma! Annene bile! Durum olgunlaşınca ilişkimizi zaten herkes duyacaktır. ”
Ormancı hem konuşuyor bir taraftan da köy bakkalından aldığı yemişleri
sevgilisinin yemesi için ısrar ediyordu.
Ayrıldılar.
Evli evine köylü köyüne yollandı. Deli Ahmet buluşmaya bir gün ara verdi.
Yalnız işin ucunu elbette bırakmadı. Bahtışen çapa yapmaya devam etti. Yine
akşamüstü Sultan kadın eve döndü. Ormancı kendini saklayarak çapa yapan kızı
gözlemeye başladı. Acaba kendisi bekleniyor muydu? Yanılmamıştı. Anne eve dönünce kız sık sık
başını kaldırıp gelen var mı diye çevresini nazar etti. Lakin bugün ziyaretçisi
gelmeyecekti.
Hava
kararmaya başladığında ormancı evine dönerken zafer kazanmış bir ordu komutanı
örneği mutluydu. Kız kendisini beklemişti. Sürekli sağa sola bakması ondandı.
Artık seviliyordu.
Sultan
kadının mısır tarlası hayli geniş bir tarlaydı. Çapası günlerce sürerdi. Çapa
süresince iki sevgili aralıksız buluştu. Ormancı ileride müstakbel eşi olacak
kızın üzülmesini istemiyordu. Bir gece aklına ne gelirse ilçeden aldığı
giysilik kumaşlar, şeker, çay, lokum benzeri malzemelerle Sultan kadının evinin
yolunu tuttu. Yanında sırrını anlattığı babası gibi saygı duyduğu ormancı
meslektaşını da almıştı.
Çaylar
içildi. Sigaralar tüttürüldü. Lisan-ı münasiple deneyimli ormancı
ziyaretlerinin nedenini anlattı. Sözü damat adayı Ahmet aldı:
“İzninizle,
size Sultan anne demek istiyorum. Kızınızı sevdim. Bahtışen’i evimin kadını
yapmak istiyorum…” Olayı ilk kez duyan anne kadın çok şaşırdı. Ağlasın mı, gülsün mü? Bilemedi. Kızı daha çok küçüktü.
Üstelik ormancının evli olduğunu biliyordu. Kendini erken toparladı. Deneyimli
bir erkek gibi konuşmaya başladı:
“Ormancı
ağalar, Ziyaretinizden onur duydum. Lakin kızım çok küçük. Sonra Ahmet
efendinin evli olduğunu biliyoruz. Yuva yıkanın yuvası olmaz derler. Kızımın
bir yuvanın yıkılmasına neden olmasını hiç istemem…” Damat adayı hemen söze
girdi:
“Çok
haklısınız Sultan anne. Ben askerde iken babamlar nişan yapmışlar. Görücü usulü
ile evlendim. Mutlu bir aile yaşantım olmadı hiç. Şimdi mahkemedeyiz. Anlaşarak
ayrılmaya karar verdik eşimle.” Bu sözler kız annesinin kaygılarını tamamen
gidermedi. Ormancılar, hediyeleri takdim edip hayırlı ziyaretlerini
sonlandırdılar.
Yerin
kulağı var derler. Ormancı-Bahtışen ilişkisi köyün bir başından diğer başına
kadar konuşulmaya başlandı. Çeşme başı sohbetlerinin biricik konusu oldu:
“Ormancı,
cahil kızı baştan çıkarmış…”
“Kaynağından
duydum. Ormancının niyeti ciddiymiş. Karısını boşayıp kızla evlenecekmiş…”
“Ay! Ne
güzel! Ormancı eniştemiz olacak. Artık destursuz ormandan ağaç
getirebileceğiz.” Kadınlar böyle konuşurken erkeklerin aynı konuda konuşmamaları
elbette düşünülemez. Bazıları:
“Ormancı
ayıp ediyor! Evli barklı bir adam. Kimsesiz bir kızın peşine dolaşması yakışık
almıyor…” Ormancının meşrebinde olanlar ise olaya şöyle yaklaştılar:
“Ahmet,
cenneti bu dünyada buldu… Yakışır koçuma! Onun olanakları ben de olsa dinime imanıma
aynısını yaparım!”
“Bir
tenhada buluşalım. / Dillerde muradın alsın…” Bu Adana türküsünü sık sık
söylemeye başladı. Kendisini ilk gençlik yıllarını yaşayan bir yeni yetme gibi
hissediyordu. Zaman zaman buluşup konuştuğu kaynanası olacak kadın pişmiş aşa
su katabilirdi. Olaya sıcak bakmıyordu.
Kaleyi tamamen
fethetmeliydi. Deli damarı kabardı. Kızla bir tenhada buluşmalıydı. Sultan
hanımın eve gaz, tuz, şeker almak için ilçeye gittiği bir gün Bahtışen’le ilk
buluştu. Orman kenarında bir araya geldiler.
Körpe
bir kuzu kapıp hızla ormanın derinliklerine dalan aç bir kurt örneği kızı
ormanın içlerine çekiverdi. Sevdiğinin ince beline sarıldı. Dudakları
birleşiverdi. Sadece; “Ortak geleceğimizin garantili olması için böyle olması
gerekiyor…”sözleri çıktı ağzından.
Gökyüzünün
yükseklerinde beyaz bulutları gözlüyordu Bahtışen. Dünyanın dönmesini hissetti
bir an. Altında bulundukları kavak ağacının yaprakları hafif esen yelle kıpır
kıpır sallanıyordu. Sevişmeleri fazla uzun sürmedi. Böylece üç yıla yakın süren
Bahtışen’in genç kızlık yaşamı son buldu. O’nun için yeni bir yaşam
başlıyacaktı.
devam
edecek…