Devletleri ve aileleri birbirine benzetmek olasıdır. Şöyle
ki, ailede huzurun, hoşgörünün… kısaca mutluluğun ete kemiğe bürünmesi belirli
koşullar gerçekleştirilirse oluşur. Ve süreklilik kazanır. Anne-baba ve
çocukların arasındaki ilişkiler karşılıklı anlayışla yürüyorsa o evde barış
güvercinleri öter. Bülbül seslerini gibi şakır çocukların şen şakrak
çığlıkları. Devletin en küçük yapı taşı olan ailelerdeki mutluluk devletin yapısına
da olumlu yansır.
Öncelikle
ayağı yorgana göre uzatmak yaşamın ötelemez koşuludur. Gelir-gider dengesinin denk
tutulması aile içi kavgaların oluşmaması için gerekli maddi koşulların ortaya
çıkmamasına nedendir. Aile bireylerinin
üzerlerine düşen görevlerini aksatmadan yerine getirmesi de ailede mutluluk için
herkesçe kabul gören bir gerçek olduğu tartışma konusu bile yapılamaz.
Hırlaşmanın,
didişmenin büyük ölçüde nedeni; günümüzde yaşanan aşırı tüketim toplumu olmamızdan
kaynaklanmaktadır. Kentlerimizde son yıllarda yerden darı bitercesine sayıları
artan AVM’lerde akla hayale gelmeyecek çok ve çeşitlikte mallar pazarlanmakta.
Hepsi beni alın tüketin dercesine alıcı beklemekte.
Ne
hazindir ki, örneğine yer karasında pek rastlanamayan tam bir tüketim toplumu
olduk. Böyle olmamızın acı meyvelerini de devşiriyoruz yıl yıl! Dekolteyi daha
da artırarak! Sonuç? Aile içi kavgalar, kadın cinayetleri ve de oranı
beklenmedik biçimde artan boşanmalar. Nihayet artan işsizlik.
Aile
bireylerinin tüketim toplumunun birer gönüllü neferi olunca ay sonlarında siz
seyredin gümbürtüyü… Bu durum kentlerde yaşayanlarda böyle de kırsal kesimde
yaşayanlarda farklı mı? Şu sözler ne güzel betimliyor tutumlu yaşama, birlik
beraberliğin ailede ve toplumda olması gereken düzeyde olamama durumunu: “Çocuk
yer oyuna gider, çoban yer koyuna gider.”
Ülkemizdeki
sosyal yaşama biraz daha yakından bakalım. Kameraları toplumun değişik
kesimlerine çevirelim. Tarafsız bir gözle inceleyelim memleketin hallerini.
Ailede
gereksiz ve zamansız harcamaların artmasının ve de bilinçsizce yapılan
uygulamalar özellikle genç kuşakları adeta uyuşturmakta, gelecekle ilgili
ümitlerini törpüleyip günü birlik yaşayan hale getirmekte. Okulların paydos
saatlerinde gözlemlemek olası olumsuz alışkanlıkları. Her öğrencinin elinde
akıllı telefon. Telefonla iletişim halindeler sadece. Dünyadan kopmuş o genç
beyinler, sanal dünyada yaşıyor hale gelmişler. Telefonlar sadece bir örnek
ölçüsüz tüketiciliğimize…
Yıllarca
bir türlü genç kuşakları aydın geleceklere ulaştıracak uzun soluklu düzeyli bir
eğitim programının oluşturulamaması. Hemen hemen her yıl değişen sınav
sistemleri. Ve niteliksiz eğitim sonucundan farklı bir toplum oluşturulamazdı
zaten...
Gelelim
yöneticilerimize, büyüklerimize! İstisnasız her kurumda en kalitelisinden resmi
arabalar. Geziler, tatiller harcamalar. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz!”
Anlayışının bir türlü engellenmemesi. Kısa sürede varsıllaşmalar. “Hesap
soracağız” vaatleriyle koltuklara oturanlar kısa süre sonra hesap sorulacak
duruma gelmesi. Hesap sorma işleminin hiç gelmeyecek baharlara kalması…
Bunlardan da daha acısı; sorunlara
bilimsel ve akılcı çözüm üretilmemesi. Zaman ve para israfı. Artan nüfusa
yetecek oranda iş alanlarının açılamaması.
Evet, bilinçsizce zaman ve para israfı ile
ilgili kentlerde oturan hepimizi rahatsız eden bir uygulamadan bahsedeceğim. Neredeyse
bazı yollarda birer ikişer kilo metre arayla konulan kasisler.
Büyük ve
küçük şehirlerimize karayollarına konan sözüm ona trafik akışını kontrol eden
kasislerin ne kadar bilim dişi olduğunu hepimiz kabul ederiz. Çoğu kolayca fark
edilemeyen böylesi kasisleri yerleştirenlerin sürücülerce nice gün yüzü
görmemiş küfür edebiyatımızın nadide örneklerine muhatap oldukları malumdur.
İşin etik yönüne bakan mı var denilmemeli. Olayın parasal boyutunun irdelenmesi
içler acısı.
Kasislerde
yavaşla, iyice yavaşla ve geç. Debriyaj, fren, gaz. Araçların bu sistemleri ne
çok kullanılıyor. Hele bir de kasis fark edilmeden yola devam etmek araçların
ömürlerini nasıl azaltıyor! Sürücüleri ne çok tamircilerle tanıştırıyor hesabı
yapılamaz.
Sadece
bu kadar mı kayıp? Kat edilecek yol
kasissiz olsa şehir içi yollarda uyulması gereken hızla araç kullanılırsa
zamandan da tasarruf sağlanır. Vakit nakittir atasözünü niçin yaşamımıza katmayalım.
Gelelim
yakıt tüketimine. Kesinlikle inanıyorum, şehir içi yollarımızda kasis konmasa yakıt
tüketiminde yarı yarıdan fazla tasarruf sağlarız. Daha da fazla. Petrolü
Arap’tan, Acemden, Rus’tan alıp adamları iyice zenginleştiriyoruz. Ne olur
kasis koymasak yollarımıza!
Bu sorunu rahatlıkla aşabiliriz. Nasıl? Bilimin
aydınlatıcı ışığının yol gösterici kılavuzluğuna inanarak. Ve çalışmalarımızda bilimi ve aklı egemen
kılarak. Bu konuda bir hikâyecik sunmak isterim.
Yazacağım
yazılara güvenilir kaynaklardan bilgi toplarım. Kasislerle ilgili Almanya’da
uygulama nasıl diye Hamburg’da yaşayan aydın bir tanıdığıma durumu sordum. İşte
aldığım yanıt:
“Almanya’da
kasis konmuyor. İşaretler, levhalar var. Trafik kurallarına uymak zorundasın. Uyarıyı
yalnız trafik polisi değil halk da uyarıyı yapar ilgili merciye bildirir. Yani
Alman halkında neme lazımcılık yoktur.”
İşte
nokrası virgülüne kadar tanıdığımın verdiği bilgi. Hemen denecek, burası
Türkiye! Burada o uygulama olmaz. Ben de diyorum ki, olur. Hemde bal gibi
olur. Başarı için yapılacak tutulacak
yolları da belirtmesem yazımın anlamı kalmaz.
Önce bu konuda ulusal seferberlik ilan edip,
trafik ilgilileri, yerel yöneticiler, sivil toplum örgütleri, siyasiler,
öğretmenler, din görevlileri… iş birliği yaparak halkı ve sürücüleri eğitmeli.
Özellikle sürücü belgesi olan bütün yurttaşlar zorunlu eğitime tabi tutulmalı.
Eğitime
paralel olarak kasisler kaldırılmalı. Yollara gerekli Almanya örneği işaret ve
levhalar konulmalı. En nihayet hız
ihlali yapanlara etkili cezayı müeyyideler uygulanmalı.
Halkımız
zekidir, aydınlatılırsa başarı sağlanmasına inancım tamdır. Altı ay gibi kısa
sürede harf devrimini başarıyla gerçekleştiren bu halk trafikte de kendisine
büyük yaralar sağlayacak uygar ülkelerde uygulanan kuralları yaşamına
katmamasına hiçbir neden kabul edilemez.
İşte o
zaman tasarruf edilecek paralarla yeni iç alanları açmak, devlet bütçemizin
açık vermesini azaltmak gibi ses getirici başarılar sağlarız. İş alanları
açılınca işsizlik azalır. Toplumunda
barış, huzur daha kolay sağlanır.
Tüm bunları yapabilmek
için tek bir şeye ihtiyacımız var: Karar vermek, kararlı olmak ve mazeret
aramamak.