Zeliha’nın kendi köyünden iki köy ötede bir köylü
adama kaçması en çok annesini üzdü. Anne Sultan kadın karalar bağladı. Ağladı.
Günlerce gözlerinin yaşı kurumadı. Derdini dağlara, taşlara anlatsa dağlar
taşlar yüreğini yakan acıya dayanamaz erirdi. Yalnız ve çaresizdi. Eşini yıllar
önce kaybetmişti. Zeliha’sını babasız büyütmüştü. Kendisinden en az on yaş
küçük olan bir akrabası ile evlendirilmiş, ellili yıllarını yaşadığı ömrü
boyunca yüzünün güldüğü bir gün olmamıştı. Şimdi de kızının başına gelenler
dayanacak gibi değildi.
Elinde
sapı kırık dehresiyle ormanın derinlikleri dalıp, saatlerce hıçkıra hıçkıra
ağladı günlerce. Ne de olsa ormanda çocuklar gibi ağlamasını kınayacak kimseler
yoktu. Sadece kuşlar dinliyordu, kalbinin derinliklerinden kopup söze dönüşen
feryatlarını: “Kadersiz ceylanım…”
Sözleri ormanın derinliklerinde yankı buluyordu. Zeliha gerçekten kadersiz
bir kadındı. Kocası olacak adam vefalı davranıp kendine sahip olsaydı köyün
diline düşmeyecekti. Köylüleri en çok başında kavak yelleri esen, asker kaçağı
kocayı suçluyordu. Lakin Zeliha’nın da evli bir adama ikinci bir kadın olarak
kaçmasının elle tutulur savunulacak tarafı yoktu.
Hasan,
asker kaçağı olarak yakalanınca Zeliha’ya haber salmıştı. “ Bekle beni. Teskere
alıp eve döndüğümde el ele, gönül gönüle seni İstanbul’a götüreceğim. Orda
evimiz olacak. Mutlu yaşayacağız. Seni artık hiç ihmal etmeyeceğim. Bir dediğin
iki olmayacak. Sana yaşattığım acıları unutturacağım…” Anca filmlerde söylenen
böylesi yaldızlı sözlerin arkası gelmedi. Hasan, Zeliha için karakolda
söylediği hümanist duygularla bezeli sözleri unutup birliğine teslim olmadı. İzini
kaybettirdi.
Bu
haber yıktı Zeliha’nın tatlı hayallerini. Kendini boşlukta hissetti.
Sonbaharlarda rüzgârda savrulan solgun yapraklar gibiydi. Çaresiz. Tutunacak bir dalı kalmamıştı. Güvendiği
dağlara yaz sıcağında karlar yağdı. Elinden tutacak sıcacık bir ele muhtaçtı… Dul
ya da Zeliha gibi kendine sahip olmayan onu kollamayan kocaları olan kadınlar
çiti olmayan bahçe gibidir; yaban ellerin kolayca ulaşacakları bir bahçe.
Bölgenin şımarık ve varsıl kazanovası Zeliha’nın güzelliğinin çok eskiden
farkındaydı. Her köyden kendi yapısında arkadaşları vardı. Belde de buluşup
arkadaşlarından köylerde yaşanan olaylardan haberdar olurdu. Zeliha’nın köyüne
ayrıca bir kini vardı.
Yıllar
önce amcası Zeliha’nın köyünden bir kız kaçırmış. Fakat muradına erememişti. Bu
olayı köyümüzün yaşlı bakkalı Ali amcanız şöyle anlattı.
“
Köyümüzün üst mahallesinin en güzel kızlarından biri yaylada kaybolan sığırları
aramaya çıkar. İnce belli, uzun boylu,
al yanaklı güzel bir kızdı Allah için kızımız. Ne oluyoruz demeden üç delikanlı
göz açıp kapayıncaya kadar kızı yanlarına aldıkları bir battaniyeye sarıp
kaçırırlar. Olay kısa sürede duyuldu. Beldenin karakoluna müracaat edildi.
Başta muhtar olmak üzere köyde seferberlik ilan ettik. Kızı o vahşi insanların
elinden kurtarmaya ant içtik.
“Lafı uzatmayalım. Kızı kaçıranlar ilçeye gidip
zorla da olsa kayıt yaptırıp eylemlerine resmilik kazandıracaklardı. O yıllarda
ilçeye vasıta yoktu. Yayan gidilip geliniyordu. Bu olayın haberini aldık.
Muhtarımızın öncülüğünde delikanlılarımız iş bölümü yaptı. Kızımızı kaçıran
kafile ilçeye yürürken köylülerimiz yıldırım hızıyla yola atlayıp kartalların
yayla düzlerinde kuzuları kapıp havalanmaları gibi kızı kapıp olay yerinden
uzaklaştılar. Tüm köy halkı bir zafer kazanmış, köyün namusu temizlenmişti.”
Zeliha’yı
kaçıran adının Osman olduğunu işittiğimiz Kazanova yaptığı işten çok memnundu.
Güzel bir kadın sahibi olmuştu terlemeden. Daha da önemlisi yıllar önce
amcasının başaramadığını başarmış bir yerde de köylülerinin mağlubiyetinin
rövanşını almıştı. Zeliha’nın beynine nasıl girdiğini, onu kendisine nasıl
bağladığını öğrenen olmadı. Eylemi kanunlarımıza göre suçtu.
Köylülerimiz
yine seferber oldular. Köylerinden evli bir kadının kaçırılması hazmedilmedi.
Yıllar önceki gibi kadını o köylülere yar etmeyeceklerdi. Muhtar olaya el
koydu. Belde karakoluna müracaat edildi. Çabalar boşa gitmedi. Jandarma,
Zeliha’yı kaçırıldığı köyden alıp annesine teslim etti. Köylülerimiz yeni bir
zafer kazanmışçasına mutlu oldular. Fakat adamda şeytan tüyü mü var bilinmez.
Zeliha durumdan memnun olmadı. “Ölürüm de Osman’ı bırakmam…” diyerek feryat
etmiş. Bu haberler köy çeşmesinde kadınlar, bakkalda erkekler arasında birinci
haber olarak söylendi günlerce.
Zeliha
kendini zincire bağlanmış gibi hissediyordu. Canını iyice sıkan, ruhunu
daraltan yeni bir olay gelişti bu kez. Adapazarı’nda oturan amcasının oğluna
vermek istediler bizim kadersiz ceylanımızı. Damat adayı annesi ve başka
akrabalarıyla köyümüze geldi. Kaşla göz arasında apar topar Zeliha’yı alıp
Adapazarı’na gittiler. Olay bitti. Evli evine köylüne derken kazın ayağının
öyle olmadığı ortaya çıktı kısa süre sonra...
Osman
boş durmamış. Adapazarı’ndaki tanıdıklarını devreye sokmuş. “Neye mal olursa
olsun Zeliha’dan vaz geçmem.” Diye söyleniyormuş. Tıpkı yıllar öncesinde olduğu
gibi iki köy arasındaki savaş yeniden başladı. Osman’ın köylüleri kendisine her
türlü yardıma hazır oldukları kararına varmışlar. Kale içten fethedilir derler.
Zeliha’nın da kendi taraflarında olması girişecekleri eylemde kendilerini şanslı
kılıyordu. Bu kez çalıştığım köy kaybetti. Zeliha kendisine Osman tarafından
emanet edilen ve şalvarında sakladığı tabanca ile beraber ikinci eş olarak
tekrar Osman’la buluşup iki sevgili sır olmuş.
Bu
habere köyde önce kimse inanmak istemedi. Aradan aylar geçti. Dağların
başlarında karlar eridi. Doğa yeni bir mevsime merhaba dedi. Fındık dalları
yeşerdi. Ağaçlar çiçek açtı. Çimenler büyüdü. Kaçak sevgililerin köylerine
döndüğü haberini aldık. Tabi bu olaylar yaşanırken İstanbul’da olduğunu duyduk
vefasız birinci eşin. Köye geldi. Zeliha’yla boşandı. Köylülerimiz boş durmadı.
Hasan’ı hayli kışkırttı.
“Arkandayız…”
dediler. “ Nikâhlı karını kaçıran o soysuzu vur. Sana hapiste bakarız…”
Türünden laflar ettiler. Fakat Hasan’da bir hareketlenme olmadı. Asker kaçağı
olarak yine kayıplara karıştı. O’nu bir daha köyde görmedim. Köyde çalıştığımın
ikinci yılının sonlarında Zeliha’nın bir kız çocuğu doğurduğunu duyduk.