Yaşar Kemal, Anadolu’muzu karış karış gezip
röportajlar yaparken doğu illerimizde bir yaşlı amcayla sohbete tutuşur. Sözün
bir yerinde yaşlı amca:
“O iyi
insanlar, o güzel atlara binip gittiler.” Der. Anlatacağım anılarla bezeli
öykün o iyi insanların daha gitmediği yıllarla ait olacak.
Çocuktum.
Daha ilkokula başlamamıştım. Amcam Erzurum’da bir operasyon geçirip köyümüze
daha doğrusu yaylaya döndü. Ağustos ayları olmalı ki, yayladaydık. Amcamların
yaylası hemen bizim yaylanın az yukarısındaydı. Açık havalarda amcam bastonuyla
yürüyüp yaylanın hemen yanındaki çimende oturur güneşin altın ışıklarını
seyrederdi. Kardeşimle ben yayla evimizden uzaklaşmadan taşlarla evler yapıp
oyunlar oynardık. Uzaktan amcamı gözler bir türlü yanına yaklaşamazdım. Bir aya
yakın zaman amcam hastanende kalmıştı.
Köy
çocukluğu. Utanıyordum amcamın yanına gitmeye. Yanına gidersem O’na ne
diyecektim. Tuhaftır, bilmiyordum! Annem ve babam olayın farkında mıydılar
bilemem? Hani şu, “geçmiş olsun” demeyi bilebilseydim ne kadar mutlu olurdum.
Amcam bir gün:
“
Yeğenim niçin yanıma gelmiyorsun?” deyince utana utana yanına gittim.
Ellerinden öptüm. Bal rengi gözleriyle gülümseyerek başımı okşadı. Mutlu oldum.
Fakat o sözü diyemedim! Köy çocuğu olmak
böyle bir şeydir. Biz çocuklara sürekli, “Büyüklerin yanında konuşmayın…”
türünden sözler telkin edilirdi. Aradan yıllar geçti, ne çok sular aktı
köprülerin altından. Çocukluk yıllarımda ruhumun derinliklerinde kök salmış
utanma duygusunu tam atmış sayılmam.
Evet,
teyzelerin anne, amcaların baba yarısı kabul edildiği yıllarda geçti çocukluk
ve ilk gençlik yıllarım. Köyde evimiz okula hayli uzaktı. Amcamların evi ise
okula en yakın evdi. İlkokul birinci sınıfta daha çok amcamlarda kaldım. Amcam
ve yengemin bana karşı ilgileri anne ve babamı aratmayacak kadar sıcaktı.
Sürekli güler yüzlü ve anlayışlı yaklaşımları tanımsız güzeldi.
Yetmişli
yıllar öğretmenlikte ilk yıllarıma denk gelir. Yaz ayları köyde işlerin en
yoğun olduğu zamanlardır. Çayırlar biçilir. Biçilen çimenleri ıslatmadan
kurutup mereklere (samanlık) taşımak önemlidir. Çayırları biçmenin en civcivli
günlerindeyiz. Çayırlarımız köyden uzak, bizim eve daha yakındır. Amcamlar elde
dirgen, tırmık iş başı yapacaklar. Birazcık dinlenmek için bize geldiler. Amcam:
“Yeğenim,
hava raporunu dinledin mi?” diye sordu.
“Amca,
Erzurum Radyosu hava raporunu doğru tahmin yapamıyor. En iyisi Azerbaycan
Radyosunu dinlemek…” Deyip, gülerek cevap verdim amcama. O da hemen cevabı
yapıştırdı.
“Zaten
siz öğretmenler Türkiye’yi Moskova’ya bağlamak istiyorsunuz…” türünden sözler
etti. Karşılıklı gülerek sohbeti sonlandırdık.
İki amcam vardı. İkisi de babamdan yaşta büyüktü. Ve beş vakit
namazlarını aralıksız kılarlardı. Köyde işlerin sıkı olduğu biçilmiş ot ve
ekinlerin toplanma zamanı yarım sakatın bile önemi vardır. Hava kararır.
Bulutlar sarar gökyüzünü kara kara bulutlar. Şimşekler çakar. Eli kulağında
yağmur yağdı yağacak. Kadın erkek elde dirgen, tırmık bir an önce kuruyan
ekinleri toplama telaşına düşer. Böyle anlar da bile amcalarım namazı iş
yapmaya tercih ederlerdi.
Sessizce
suyun başına gidip abdest alıp ibadetlerini yaparlardı. Biz gençlere siz niçin
namaz kılmıyorsunuz diye en küçük bir imada bulunmazlardı. Büyük amcam cemaate
namaz kıldıracak kadar hocaydı. Köyümüzde ilkokulu bitiren çocuklar bir yıl
okullara kayıt yaptırmaz Kuran öğrenirdi. Amcam böyle yüzlerce çocuk
okutmuştur. Hiçbir çocuktan duymadım Osman Hoca kulağımı çekti diye…
Büyük
amcama bir gün sordum:
“Amca,
Atatürk nasıl adamdı?” Büyük amcam 1925 yılında askermiş. Ağrı isyanında görev
yaptığını anlatmıştı. Sorumu hiç eksiksiz şöyle yanıtladı.
“Atatürk
büyük adamdı. O’nu kadınlara düşkünlükle suçluyorlar! Padişahların haremi
vardı!” İlkokula başlamamıştım. Osman
amcaları ziyaret ettim bir gün. Bana peygamberimizin savaşlarını okudu Arapça
yazılardan. Hz. Hamza’nın şehit edilme anlarını okurken beyaz sakalından aşağı
gözyaşları akıyordu. Ve bu amcam köyde açılan okuma-yazma kursuna katılmış yeni
harflerle yazılı metinleri de okuyabiliyordu.
Mevsim
uygun gitmiş. Yağmurlar yağmış çimenlerimiz adam boyu yükselmiş bir hasat
dönemi. Elde tırpan çayır biçiyoruz babamla. Babamdan bir büyük Mehmet amcam da
yakınımızda çalışıyor. Güneş beynimize işliyor, sinekler bir rahat bırakmıyor
çalışalım. Sık sık mola verip meyve ağaçlarının gölgelerine sığınıyoruz. Babam
çayırın alt tarafında kaldı benden uzakta. Amcam yanıma geldi. Bir gölgeye
sığındık. Hafif tebessümle amcam:
“Yeğenim
çıkar şu sığamayı iki tüttürelim.” Yok, filan dediysem de… Israr üzerine birer
sigara dumanladık amca yeğen. Amcamın bu hoş görüsü bana göre övgüye değerdi. Belirtmeden
geçemem, bu bir müstesna durumdu amca yeğen arasında. Büyüklerin yanında sigara
içmek ayıp telakki edilirdi.
Otları kağnı arabaları ile taşırdık. Kağnı
arabanın ipini sık çekmek gerekir. Arazilerimizin çoğu amcamlara yakındı. Amcam
yanında her kim olursa olsun arabasını yüklediği zaman ünlerdi:
“Yeğenim
hele bir gel, sen ipi sıkı çekiyorsun…”
Zaman kaybetmeden yardıma koşardım. Amcam çok mutlu olurdu. Onlarca böylesi
yardımım olmuştur. Amcamın o mutlu halini görmek beni de sevindirirdi. O’nun
emeklerinin yanında benim yardımımın esamisi bile okunmaz.
Yirmili
yaşlarım. Geleceğe umutla bakıyorum. Yaşamayı seviyorum. İşlerin ağır olması
yıldırmıyor beni. Köyde onlarca arkadaşım var ara ara buluşup hoşça vakit
geçiriyoruz. Bir yaz babam, amcam Ardahan yaylalarında ot biçtiler. Sıra otları
taşımaya geldi. Mesafe uzak. Kağnıların iplerinin çok sıkı çekilmesi gerek. Bir
arayı yükledik. İp sıkmaya sıra geldi. Babam arabanın üstünde amcamla ben
yerden ipi Allah ne verdiyse son gücümüzle asılıyoruz. Ben ipi omuzlarıma sarıp
yüklü arabaya ayaklarımı dayayıp tüm kuvvetimle asılıyorum. Amcamın ayakları
yerde. O da asılıyor ipe. Aniden ip komtu. Sırt üstü yere düştüm. Amcan geri
geri gidip o da sırt üstü düştü. Arazi hafif eğimliydi. Sevgili amcam düşüşü
ters parende atmak biçiminde oldu.
Beni
bir gülmek tuttu. Kendime hakim olamıyorum bir türlü. Arabanın arkasına koştum.
Hayli zaman güldüm. Neyse ipi onarıp çalışmaya devam ettik. Gülmem güzel
değildi. Lakin amcam gülmemi kınayacak en ufak bir sitemde bulunmadı.
O
insanlar köyde sabah namazından akşamın karanlıklar çökünceye kadar
çalışırlardı. Sürekli güler yüzlü görürdüm amcalarımı. İşlerin çokluğundan,
bazen havaların hasat döneminde iyi gitmediğinden hiç yakınmazlardı. Komşularıyla ilişkileri en üst düzeyde
yürürdü. Hiçbir kimseyle tartıştıklarını seslerini yükselttiklerini duymadım. O
iyi insanlarla yaşamak bir devrandı bitti.