Okuyup unutamadığım sayılı romanlar vardır. Yerli
Türk romanlarından ortaokul yıllarımdaki göz ağrılarım: İnce Memed ve Çalıkuşu
olmuştu ilk zamanlar. Yaşar Kemal’in şiir gibi destansı anlatışıyla İnce
Memed’i kısa sürede, hiç bırakmadan bir gecede okuduğumu tatlı bir anı olarak
hala anımsarım. Çalıkuşu da çok hoştu. Hele, “İnci gibi beyaz dişleriyle
sınıfın arka sıralarından bana bakıyordu.” Tümcesini ne kadar beğenmiştim. Ve
Tütün Zamanı ki, aynı romanın aynı yıl filmi de yapılmıştı.
Daha
ileri yıllarda da unutamadığım daha nice romanlar oldu. Kelebek örneğin. İnsan
iradesinin onulmaz zorlukların üstünden gelebileceğinin olağan zaferini
muştulayan bir romandı. Doktor Jivago’yu unutabilir miyim hiç? Aynı zamanda
şair olan Pasternak’ın şiirsel bir anlatımının doruklarında bir kitaptır Doktor
Jivago. Bazı sayfalar o kadar coşkuluydu ki, yüksek bir tepeye çıkıp o
sayfaları sesimin yettiğince okumak isteği beliriyordu gönlümde.
Diyebilirim
ki, en unutamadığım romanların başında Tolstoy’un Diriliş romanı gelir. İnsan
ruhunun derinliklerine dokunan, vicdan muhasebesini sorgulayan romanı yıllar
önce okumuştum. Bu eseri yeniden satın aldım. Yeniden aldığım roman, kreması
alınmış sütten yapılmış yoğurt tadındaydı. Aynı hayal kırıklığını Ve Durgun
Akardı Don romanında da yaşadım. İkinci kez okuduğumda sıradan bir roman gibi
geldi Don romanı. Elbet ilk okuduğum yıllardaki yayınevlerinin baskısı değildi
yeniden okuduğum baskılar.
Diriliş’te,
Rus prens Nehlüdov, kısa süre konuk olarak kaldığı teyzesinin evinde teyzesinin
hizmetçisi güzel Maslova’yı çok beğenir. İki genç kısa sürede aşk dene yakıcı
duygunun girdabına kapılır. Mehtabın gümüş ışınlarıyla doğayı aydınlattığı bir
kır evi bahçesinde hemhal olurlar. Prens,
dört gün sonra savaşa katılmak üzere teyzesinin evinden ayrılır.
Biz
şimdi başka zamanlara gidelim. Peygamberimizin, Hz. Ali’nin yaşadığı yıllara.
Allah’ın aslanı Hz. Ali diyor ki: “Bir insan bir hata işlediğinde, bir günaha
saplandığında kalbinde bir kara leke belirir. Günah işleyen insan nadim olup,
işlediği günah için tövbe eder aynı hataya bir kez daha düşmeyeceğine söz
verirse kalbinde oluşan siyah leke silinir. Eğer hata işleyip, günah kazanan
birey tövbe etmez günah işlemeye devam ederse kalbi, gönlü kararır. Artık helal
ile haramı, doğru ile yanlışı ayırt etme duygusu yok olur. Ve günah işlemek,
haramlarla yaşamak öyle kişilere daha mubah hale gelir.
Prens
Nehlüdov ve Maslova, Diriliş romanına geri dönelim. Amacım romanı özetlemek
değil elbet… Hizmetçi kız, prensle olan sıcak ilişkiden hamile kalır. Karnı
büyüyünce ev sahibi durumdan hoşnut olmaz. Kızı kapı dışarı eder zavallı,
kimsesiz kızcağızı. Maslova için yaşam çekilmez olmuştur. Çocuğunu sığındığı
izbe köşelerde doğurur. Bebek fazla yaşamaz ölür.
Kimsesiz
hizmetçi kız, yaşama, normal koşullarda tutunma şansı yakalayamaz. Karanlık bir
yaşantının ortasında bulur kendini Hayat kadını olur... Ve yaşanan bir
cinayetin faili olarak yargıç karşısına çıkar. Cinayeti işlememiştir. Lakin
olay zavallı Maslova’nın üzerine kalır. Ağır cezada yargılanmaktadır. Büyük
olasılıkla idam cezası, darağacı kendisini beklemektedir.
Hiç
umulmadık bir durum vardır mahkeme salonunda. Mahkeme jürisi içinde Prens
Nehlüdov da bulunmaktadır. Prens maktulü tanır. Bir zamanlar yaşamını
kararttığı hizmetçi kızdır karşısındaki.
Kadını
görünce büyük şok yaşar. Olayların bu acı safhaya gelmesinin yegâne sebebi
kendisinin olduğunu anlayan Prens, tanımsız bir vicdan azabı hisseder. Ruhunu
acıtan, vicdanını sızlatan azaptan kurtulmanın tek yolu vardır. Kadını mahkûm
olmaktan kurtarmak… Geri kalan tüm zamanını ve enerjisini hafif şehla gözlü Rus
yosması Maslova’yı hürriyetine kavuşturmak için harcamaya ant içer.
Mahkeme
idam cezası verir oy çokluğuyla. Prens mevkiinin verdiği bütün avantajlarını
seferber eder. Çara çıkar. İdamı erteletir. Zaman zaman Maslova’yı ziyaret eder
hapishanede. İri kara gözleri, dolgun dudaklarıyla erkeklerin başını döndürecek
düzeyde bir kadın vardır karşısında. Evlenme teklifi yapar Prens. Geceleri
kendisini uyutmayan vicdan azabından kurtulmak, yaşamını karattığı kadını mutlu
etmek için. Kadın öneriyi elinin tersiyle iter. Yaşamının kararmasının nedeni
olarak görmektedir Prensi. Onu hiçbir zaman affetmeyi düşünmez.
Nihayet
çara çıkma, araya nüfuslu tanıdıkları koyma sonucu idam kararı affedilir çarca.
Sibirya’ya sürgüne gönderme cezasına çarptırılır cinayetle suçlanan kadın.
Prens Maslova’dan vaz geçmez. Kendini affettirmeyince vicdan azabının ruhunda
oluşturduğu yaradan kurtulması olanaklı değildir.
Sürgün kafilesi ile Sibirya yolculuğuna
katılır. Uzun yolculuk boyunca kendisinin evlenme önerisini kabul etmeyen kadın
kendisi gibi Sibirya sürgünü bir mahkûma âşık olur. Yolculuk devam ettikçe
Prens Maslova’nın sürgün aşkıyla mutlu olacağına kanaat getirip âşıklara veda
eder.
Tolstoy’un,
Prensle Maslova’nın karşılaşmalarını, iki tarafın ayrı ayrı bu
karşılaşmalardaki ruh hallerini romancılığının tüm hünerleriyle betimlediği
safhalar her türlü hayranlığın üzerindeydi. Ve vicdan olgusunun en yüce insani
değer olarak yüceltilmesi romanın en can alıcı tarafıydı.
Vicdan,
ne büyük insani değer. Yaşanılan olaylar karşısında insan doğası genelde
kendimizi haklı görürüz. Tuzumuz hep kurudur. Tuzu yaş olan görünmez çoğu kez.
Lakin yatağa yattığımızda, başımızı yastığa koyunca işte o zaman vicdan
çalışmaya başlar. Haksız olduğumuzu söyler kendimizi haklı gördüğümüz çoğu olay
karşısında.
Soru
şu, cevabını bilemediğim! Acaba her insan Hz. Ali örneğinde olduğu gibi
işlediği hatadan vicdanının sesini dinleyip pişman olur mu? Ya da Tolstoy’un
roman kahramanı Prens Nehlüdov gibi yüksek mevkiinin arkasına sığınmadan
işlediği hatayı affettirmek için vicdanının sesi doğrultusunda eyleme girişir
mi?