Bu yıl da Müslümanların idrak ettiği ramazan ayının
sonu geliyor … İslâm dünyası bir ay boyunca oruçlarını ihya etme çabası içinde
oldular. Ramazan orucu benim nezdimde de saygın bir yer tutar. Bu ibadet fakir-varsıl
ayırmadan oruç tutma yetkinliğine sahip her Müslümana farzdır. Özellikle uzun
“sarı sıcak” yaz günlerinde hele de bedenen çalışınlar için terleyip su
ihtiyacı çölde kervanla yürüyen insanların su özlemine eşdeğer taşır. Fakat müminler
sevabını sadece tüm âlemleri yaratan Yüce Allah’ın (c.c.) takdir edeceği
oruçlarını susamışlığı, açlığı kaale almadan ifa ederler.
Dinlerdeki
emirlerin biricik amacı insan ruhunu kirden-pastan; olumsuz duygulardan
olabildiğince arındırmak onların iyiden, doğrudan, barış, huzur, yardımlaşma,
paylaşma ve duygudaşlıktan… yana duygularını terbiye etmektir. Yoksa ibadet
yerinde evliya, dışarı çıkınca eşkıya yapmak asla değildir dinlerin,
dolayısıyla ibadetlerin işlevi...
İnsanlar
arasında sözde mümin gözüküp özde münafık olan, muazzez dinimizi kişisel
çıkarları için kullananlar maalesef hiç de az değil. Ne demeli bilemem. İlenmek
bir yerde acizliktir. Dinimize, gelenek, göreneklerimize aykırı yaşam felsefesi
edinenleri sadece Yüce Allah’a havale etmek en akılcı yol olsa gerek…
Demokrasiyi
yeterince içselleştiremediğimiz için halkımız arasında fikirlerini ve de dini
inançlarını karşısındakilere dikte etme, hatta zorla kabul ettirme durumlarıyla
karşılaşıyoruz sıkça. Laikliği yetesiye kavrayabilsek her insanın istediği gibi
düşünebileceği, inanıp inanmayacağı konusunda kendimize görev çıkarma
aymazlığına düşmeyiz. Laiklik konusu, çağdaş demokrasilerde nasıl benimsenip
içselleştirildiği yadsınamaz bir gerçek. Bundandır demokratik yönetim biçimini
gereği gibi uygulandığı ülkeler mezhep savaşlarını tarihlerinin derinliklerine
gömmüşlerdir büyük çoğunlukla. Laiklik olgusu başlı başına geniş bir alan… Bu
yazının hacmi için o alanda bu kadar söz yeter kanısındayım.
İslâm
Dininde zorlama var mı? Sorusuna Kutsal Kur’an-ı Kerim şöyle yaklaşıyor.
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen
buyrukları tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.” (Maide, 5/67 Görevi tebliğ, davet ve irşattan ibarettir;
insanların İslam'ı kabul
etmemelerinden sorumlu değildir. Zira dinde zorlama yoktur; Hz. Peygamber de
insanlar üzerinde bir zorba değildir.
“Dinde
zorlama yoktur. Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur.
Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, işte o, kopması mümkün olmayan
en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir.” (Bakara, 2/256)
Kutsal
kitabımız dinde zorlama yoktur derken tarihi gerçeklerin bu kutsal ayetlerle
örtüştüğü büyük muamma. Semavi dinlerin yayıldığı çağlar içinde maalesef
yıllarca din savaşlarına sahne oldu yer karası. Örneklersek: (1096-1272)
yılları arasında tam 13 adet Haçlı Seferi yapıldı İslam dünyasına karşı. Kimler
tarafından? Hz. İsa Peygamber’in “İnsanları seveceksin” öğretisinin mensubu
Hristiyanlarca. Hristiyanların marifetleri hiç bitmedi, bitmez… Kenya kurucusu
devlet başkanı Jomo Kenyatta’nın (1894-1978) sözleri olayı ne kadar da gerçekçi
anlatır:
“Batılılar geldiklerinde
ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi
kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil
onların elinde topraklarımız vardı.”
Hz.
Musa, “Öldürmeyeceksin” emrini tebliğ eder kutsal kitabı Tevrat’ın emri olarak.
Maalesef günümüzde Yahudiler Filistinli ırkdaşlarına onulmaz acılar yaşatıyor.
Hristiyan ve Yahudilerin barıştan yana karneleri hep kırıklarla dolu…
Ya
Müslümanlar bu konuyu azıcık deşersek maalesef İslam tarihi özellikle kendi
aralarındaki kanlı bıçaklı olayların sayısını saymakla bitirmek olası değil …
Ta Hz. Ali- Muaviye itilafı, Sıffın Savaşı’ndan günümüze kadar ne kadar çok acı
olaylar yaşandığını İslâm Tarihi bol bol anlatır… Hala da İslâm dünyasında kendi
aralarında bir arada dayanışma içinde yaşama adına yaprak kıpırdamıyor… Oysa dinimizin
de alıntıladığım surede insan yaşamına ne kadar saygın biçimde önem verdiği
buyuruyor:
“Kim,
bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı
öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu yaşatırsa, bütün
insanları yaşatmış gibi olur." (Mâide, 32)
Semavi
dinlerin, bu dinleri insanlığa tebliğ etmekle görevlendirdiği peygamberlerin
görevlerinin sadece insanlığa Allah’tan(c.c.) aldığı emirleri barışçı bir
yaklaşımla tebliğ etmeleri gerekirken tarih boyunca bu dinlerin mensuplarının
gerek kendi aralarında gerekse birbirlerine karşı acımasız savaşlar açmasının
nedenini insanı duygularla nasıl açıklamalı!?
Ramazan
ayı boyunca televizyonlarda bolca dini konularda söyleşiler yapılıyor. Kur’an-ı
Kerim tilavetleri icra ediliyor. Ve iftar saatlerine doğruda din görevlilerimiz
dua yapıyorlar. Dualarını şu dileklerle bitiriyorlar genellikle: “… Allah’ım, bizleri doğru yola ilet… Ülkemize, milletimize
birlik beraberlik nasip et… Bütün İslâm Âlemine birlik beraberlik, barış ve
kardeşlik içinde yaşamayı ihsan eyle!.. …”
Din
adamlarımızın birlik ve beraberlik ve barış içinde yaşama dileğini niçin sadece
İslâm Âlemi için isteyip aynı dileklerin tüm insanlık için istenmediği
noktasında kuşkuluyum. Dilerim ki, aynı dilek tüm insanlık için de dilensin.
Çünkü dünyanın her hangi bir köşesinde yaşanan kargaşa, savaş durumu daha sonra
velev ki Müslüman devletlerden uzak olsa bile nihayetinde yaşanan iki büyük
paylaşım savaşları gibi herkesi olumsuz etkiliyor.
Bu
konuyu gün olarak da belirtmeli, 22 Nisan 2022 Cuma namazı çıkışı saygı duyduğum
imam arkadaşla görüştüm. İmam arkadaş biraz düşündükten sonra sorumu şöyle
yanıtladı, “Farklı inançlı insanlar için
Allah’tan (c.c.) hidayet istenir!”
Hidayet:
Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu TDK.
İyi hoş da gayri Müslimler Müslümanlık yolunda
değil de kendi inançları doğrultusunda yaşamak istiyorlarsa; onlar için barış
içinde yaşasınlar dileğinde bulunmanın bir sakıncası olmamalı!?
Hani bizim din adamlarımız farklı
inançlı insanların hidayete ermesini, İslamla tanışıp, müşerref olmasını
isterken Hristiyan, Yahudi din adamlarının da dünya barışı, insanlığın bir
arada yaşama dileklerinin olduğu kanısı yok bende. Kardak Adası’na komşumuz
askeri, siyasi elemanlarıyla çıkarken yanlarında papazı da almayı ihmal
etmemişlerdi(!)
Bu cihetle, dünya barışı için
Atatürk’ü, O’nun ünlü sözü: “Yurtta sulh cihanda sulh” özdeyişinin ne kadar
değerli olduğu ortaya çıkıyor. Atatürk’ün bu sözü:
“Dünyada olabilecek
herhangi bir rahatsızlığın herkese zarar verebileceğini, bu yüzden de
milletlerin diğer milletlerin sorunlarına kayıtsız kalamayacağını ifade
eden Atatürkçülüğün bütünleştirici
ilkelerindendir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” en geniş ve yaygın anlamıyla
teknik bir deyim olan kolektif güvenliği, milletlerarası barışın korunmasını ve
devamlılığını da ifade eder.” Kaynak: http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=72
Son söz olarak şunu söylemek
isterim semavi din adamları kutsal kitaplarda yazan ve peygamberlerin de
ısrarla işaret ettiği insan kardeşliğinin gereği barışı, kardeşçe yaşama
ülküsünü idealize dua ve söylemlerde bulunsalar Atatürk’ün de hedeflediği her
ülkede ve dünya da barışa katkı sağlarlar.
Dilerim 21. Yüzyılın geride
kalan üççeyreğinde silahlar susar insanlık barış içinde yaşama olgunluğuna
erişir. Bu konuda siyasilere olduğu kadar din adamlarına da büyük görev ve
sorumluluklar düşmektedir. Bu bağlamda en makbul reçete: Toplumların
yönetiminde söz sahibi olanların barışı varılacak tek ve biricik hedef
seçmelerinden geçiyor…