Sulanat
doğduğum, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı yaşadığım tek haneli evimizin
bulunduğu çayır ve tarlaların bulunduğu arazilere verilen addır. Evet, tek bir
hane olarak köyden üççeyrek saat uzaklıkta kurulmuş eve yerleşmiş babam. Amcamların
köy içindeki evlerinde kalmışlar. En yakın komşuluk çeyrek saat uzağımızdaki
bizim gibi tek konut sahibi Binali Amcamlardı. Daha ileride de köyümüzün
mahallelerini oluşturan ahşap binalarıyla köy evleri vardır.
Evimizin
hemen yakınında iki amcamların merek(samanlık) ve kömleri (Koyun-keçi ahırları)
vardı. Şimdi hepsi tarumar oldu bu müştemilatlar. Merek ve kömlerini kışın
koyunlarını barındırmak ve beslemek için kullanırlardı. Ahmet ve Hakkı
ağabeyler gündüz köydeki evlerinden Sulanat’a gelir koyunlarını besler,
akşamleyin de evlerine dönerlerdi.
Büyük
yalnızlık çekerdik ailece. Amcalarımın oğullarının gelmelerini özlemle bekler,
akşamleyin de bizde kalmalarını isterdik. Eğer kar yağışı amansız devam ederse
ısrarlarımıza icabet ederlerdi. Bizde ailece mutlu olurduk. Babamla
sohbetlerini yıllar sonra dinlediğimiz radyo tiyatrosu dinlerken tatmışım…
Evimiz
dağlara en yakın köy eviydi. 1500 m rakımıyla bulutlara komşuyduk. Evimizin güney-doğu
tarafında geniş bir yamaç iğne yapraklarla kaplı orman denizidir.
Kuzey-doğumuzda çayırlar, biraz daha ilerisinde ilkbaharda fundalıklarında mor,
sarı menekşeler açan kırlar uzanır. Ufka doğru, Aşağı ve Yukarı Koyunlu
Köylerinin evleri kibrit büyüklüğünde fark edilir. Ve bu köyler Cin Dağı adlı
kuzeyden doğu uzanan dağın yamaçlarının bittiği düzlüklerde kurulmuştur.
Evimizin kuzey batı yönünde çayır ve tarlalarımız vardır. Tarlaların
oluşturduğu hafif yükseltinin ilerisinde ilkokulu okuduğum köyümüz bulunur.
İlkokula başlayıncaya kadar kış
mevsimleri benim için de dayanılmaz yalnızlık içinde geçti. Gerçi dört kız, iki
erkek altı çocuktuk evde. Benden bir büyük ablam ve küçük erkek kardeşim
oluştururdu arkadaş çevremi. Babamın biricik zevki koyunları beslemek,
akşamları keyfi iyi olduğunda kaval üflemekti. Gerçi kavalı üfleme ustalığını
daha sonra takdir eden çok kişiden dinledim. Ne diyeyim bir kızağımız bile
yoktu kardeşimle benim.
Kış,
kar yağışı ekim sonunda önce dağların yücelerinde kendini gösterir, kasımla
birlikte doğa tamamen beyaza bürünür. Çocukluk yıllarımda karın bardan bardan
yağmasını ilginç bulurduk. Fakat ormanlardaki ağaçların kürklerini giyen
prensesler kadar seyrine doyum olmaz güzel olduğunun ayrımında değildik. Yıllar
sonra yetesiye kar yağmayan illerde yaşadığımda anladım memleketimin kış
manzaralarının tanımsız güzel olduğunu.
Kasım
ayında yağan kar her tarafı kaplar. Kara diye bir şey gözükmezdi. Kış mevsiminin
ilk aylarında kar yağışını babam normal karşılar. Tek kaygısı merekteki
otumuzun koyunları ilkbahara çıkarıp çıkaramayacağı olurdu. Mevsim ilerledikçe kaygısı artardı. Bazı günler
Şavşat’tan köylerine dönmek geç kalan Karaköy’ünden konuklarımız olurdu.
Karaköy, Sahara Dağı’mızın tam eteklerinde
kurulmuş ilçeye hayli uzak bir dağ köyüdür. Karaköy’üler ilçeden dönerken bazı
günler geç kalır bize konuk olurlardı. Bu insanları sevinerek konuk kabul
ederdik. Babam konuklarıyla bol bol muhabbet eder, neşeyle kaval üflerdi. Karaköy’lü
bir Şahanali dedemiz vardı, bize konuk olurdu her kış. Akşam yemeği yedikten
sonra sedir başına geçer elini sağ yanağına koyup doğaçlama türküler okurdu. Radyonun
adını duymuştum sadece. Şahanali dedemizin türkülerini zevkle dinlerdik.
Bilindiği
gibi şubatın yirmisinde birinci cemre havaya düşer. Cemrelerin başlangıcı
havaların birazcık ısınmasına delalettir. Böylece karların erimesi, ilkbaharın
tatlı yüzünü göstermesi beklenir. İlkokul yıllarım bir kışı daha bitirme
arifesindeyiz. Kış doğamızda başköşeye oturmuş evine gitmeyi düşünmeyen
sevimsiz bir konuttan farkı yok.
Her
taraf yumurta gibi bembeyaz… Babamın yüzünden düşen bin parça. Merekte otumuz
ha bitti ha bitecek. Dölünü erken alan bazı koyunlar kuzuladı bile. Kuzular mini
mini çok güzeller. Lakin yetesiye beslenemiyorlar. Koyunlara 40’lı yıllarda
halka karneyle ekmek verildiği gibi babamda otu iyice kısarak yediriyor
koyunlarımıza. Güneş ormanın yukarısındaki sırtlardan yüzünü azıcık gösteriyor.
Geceleri don yapıyor karların erimesi hiç olası değil.
Babam
tahrasını alıp ormanın içlerine doğru yürüyor. Belli ki, ladin ağaçlarının
dallarını budayacak. Soğuk günlerde ladin dalları ormandan hazırlanıp harmana
taşınır. Koyunlar ladin dallarının iğne yapraklarını kıtır kıtır yerler. Böylece
yetesiye beslenme değil de karınlarının doyması sağlanırdı.
O
yıllarda çayırlarımız yetesi değildi. Babam komşularla Ardahan Yaylalarından ot
biçer; eksik ot gereksizimizi karşılardı. Mereğe konan ot kırk adet koyun beslemeye
yetse bile babam altmış koyun saklar ilkbaharın erken geleceğini umut ederdi. Oysa
Sulanat’ta cemrelerin havaya suya ve de toprağa düşmeleri ilkbaharın müjdecisi
havaların ısınmasına etkisi olmazdı. Merekte ot hiçbir zaman çayırların yeşerme
zamanına kadar yetmezdi. Bunun için dillerde pelesenk olmuştu; Sulanat’ta
cemreler geç düşer. Ve babamın yüzü de şubat ve mart ayı boyunca yüzü hiç
gülmezdi.
Yazarın
Önceki Yazısı