"Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok." Mevlana

 

İnsan, varlıklar arasında eğitime ve öğretime en çok muhtaç olanıdır. Oysa hayvanlar, içgüdüleriyle doğduklarından, kısa sürede çevreye uyum sağlarlar. Yaşamlarını sürdürebilmek için eğitime ihtiyaçları yoktur.

Fakat yeni doğan çocuk, aciz bakıma ve korunmaya muhtaçtır. Kendi başına hayatını sürdürmesi, çevreye intibak etmesi imkânsızdır. Uzun süre, hatta hayat boyu bakıma, yardıma ve eğitilmeye muhtaçtır.

İnsanın bu muhtaçlığı ve eğitilmeye temayüllü olması, bilgi, beceri ve tutumlarla donanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu eksende eğitim; “gerekli davranışları istendik biçimde oluşturma, geliştirme ve uygulamalar için yapılan kasıtlı ve planlı öğrenme faaliyetleridir.”

 Eğitim, “bireyleri bir yandan topluma rahat ve mutlu şekilde uyacak davranışlar kazandırmaya, bir yandan da yarınların toplumuna hazır esneklikte düşünme gücü ve becerisine sahip davranışlar kazandırmaya yarayan planlı ve kasıtlı öğretim faaliyetlerinin tümünü içeren bir süreçtir”.

Bireyin, “insan” özelliğine ve onuruna yakışır davranışlar kazanması, kendisini değerli, güçlü ve sevilen biri olarak görmesi, olumlu duyguların etkili olduğu ortamlarda bilgi ve sevgi ile donatılması ile mümkündür.

Eğitim, “çocukların benlik algılarını sağlıklı kılmayı ve kendileriyle barışık olmalarını amaçlamaktadır.” Böylelikle, çocukların doğuştan getirdikleri saflık, temizlik duyguları korunmaya çalışılmaktadır.

Dünyaya biyolojik anlamda insan olarak gelmekle insan olunmuyor. Bireylerin, anne karnında teşekkül etmesinden itibaren beden ve ruh sağlığının korunması gerekmektedir. Böyle olduğu takdirde saldırgan eğilimlerden, olumsuz duygu düşünce ve davranışlardan kurtularak “insanlaşmaları” mümkündür.

 Çocuklarımızın sevgi ortamlarında, bilimsel bilgi ile donanmaları, kendilerini gerçekleştirmenin anahtarı, insanlaşmalarının ön koşuludur. Bunu sağlayacak olan yetişkinlerin de, bu anlayışta kendilerini yenilemeleri ve yetiştirmeleri bir zorunluluktur.

İnsanların büyük çoğunluğu sahip olduğu; “mal, şöhret, makam ya da zenginliklerle övünür. Bunlara sahip olmakla “insan” olduklarını sanırlar. Oysa sahip olunanlar her zaman insan olma anlamında o kişiye bir şey vermez. İnsan olmayana da kötülük yaptırır.

            Bu vicdan yoksunlarına bakarak Dostoyevski insanı; “iki ayaklı nankör” olarak tanımlamıştır. Schopenhauer (Alman filozof, yazar); “İnsanları tanıdığımdan beri, hayvanları daha çok sevmeye başladım.” diyor. Mark Twain (Amerikalı yazar) ise; “Bütün canlılar arasında bilinçli şekilde kötülük yapma becerisine sahip olan tek canlı, insandır.” Demektedir.

            Tabi ki yazarları, düşünürleri bu yargılara götüren, yine insan suretinde ama insanlaşamamış kişilerdir.

            Bu yüzden Mevlana: “İnsanı öğrendim. Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük olduğunu öğrendim.” Diyor.

            Şairler, yazarlar, sanatla uğraşanlar, düşünürler, filozoflar, bilim insanları aynı deryanın gezginleridir. Her biri kendi alanında, kendi içindeki “eşref-i mahlûkat” denilen insanı ararlar. Böylesi insanlar, insanlaşma yolunun yolcularıdır.  İnsanlaşma yolu uzun ve meşakkatli bir yoldur. Yürümesi zor, sonu ferahlık ve huzurdur.

İşte insanlaşma yoluna girenlerin sayesinde dünya yaşanmaya değer hale gelebilmektedir.  İnsanlaşma yolunda mesafe kat edenler, aldıkları makam ve mertebeden öte, insanlık mertebesine kavuşurlar. Zaten insan olanların, olabilenlerin hiç bir mertebeye, hiç bir sıfata da ihtiyaçları yoktur.

Unutmayalım ki medeni insanlar da öfkelenebilir ancak haksızlıklar karşısında, asla seviyelerini düşürmez, insan olmanın gerektirdiği değerlerden ödün vermezler. Hak aramanın, kendini savunmanın duyarlılığı, asla insan olmamızı unutturmamalıdır.

İnsanlık özümüz geri plana itildiğinde, “sevgi, saygı,  adalet duygusu, hakkaniyet, gerçek vicdan” vb. nadide duygu ve davranışlarımız kaybolmaktadır.

Bu yüzden gerçek insan olabilmemiz için; egolarımızdan sıyrılmalı, kıskanmamalı, kin ve nefretten uzak durmalı, yüreğimizde sevgi ve saygıya yer vermeli, kendimizle ve insanlarla barışık olmalı, ben duygusundan sıyrılarak, biz duygusunu yüreğinde hissetmeli, kin, nefret, düşmanlık, kıskançlık, öteleme vb. gibi kötü huyların tutsağı olmamalı, “para, ün, mevki için her yol mubahtır” duygusunu kalbimize yerleştirmemeliyiz.

Özü sözü bir olmalı, güvenilir, saygın mütevazı, güler yüzlü olmalı, insanlara, doğaya, tüm canlılara zarar vermemeli, sorunlara duyarlı olmalı, “bana ne” duygusu taşımamalı, kibirden, böbürlenmekten, yalandan uzak durmalıyız.

Sabırlı, hoşgörülü, şefkatli, adil, nezaketli, cömert, vefalı, adaletli, onurlu vb. güzel hasletlerle donanımlı olmalıyız.

İşte böylelerine; “erdemli insan”, “akil insan”, “insani kamil”, “güzel insan”, “adam gibi adam” ya da “gönül insanı” denir. Topluma rol model olan böylesi kişilerde, insanlık adına güzel olan her özellik mevcuttur.

Artık yüce-gönüllülükten başlayarak, tüm insani erdemler için gayret göstermenin zamanı gelmedi mi?

İyi bir insan olmanın, toplumda olumlu bir etki bırakmanın, etrafımızdaki dünyayı daha iyi bir yer yapmanın fırsatına sahibiz. Küçük adımlar, büyük değişimlerin başlangıcıdır. Bu olumlu tutumumuz, kendimizin ve başkalarının hayatına olumlu katkılar yaparak sosyal uyumu arttırır ve toplumsal huzura katkı sağlar.

İyi insanlar, başkalarının ihtiyaçlarını fark ederler, yardımcı olurlar. Böylece toplumda dayanışmayı ve yardımlaşmayı arttırırlar. Çevrelerindeki insanlar için olumlu rol modellerdir.

Kendi değerlerimize ve evrensel etik değerlere uygun hareket etmek, kişisel huzuru ve toplumsal  mutluluğu artırır. İyi bir insan olmak, sadece çevremizdeki insanlar için değil, bireysel yaşamımız için de büyük faydalar sağlayan önemli bir özelliktir.

Edison, Pasteur, Galile, Graham Bell vb. insanlığa ömürlerini adadılar. Bizler de hiç olmazsa olumlu anlayış ve tavırlarımızla insanların işlerini kolaylaştırarak, mutluluklarına bir nebze katkıda bulunabiliriz.

Unutmayalım ki insanlar medeni doğmuyor. İnsani değerlere sahip olunmadıkça da medeni olunmuyor. Yaradılışın mükemmelliğine, yaşamın güzelliğine, varlıkların ahenk içerisinde hayatlarını sürdürdüklerine tanık oldukça;  hayata, doğaya, diğer canlılara ve insana karşı sorumluluğumuz artmaktadır.

İnsan olmanın bilinciyle yaşayabilirsek, evrenin uyumlu ve yararlı bir parçası haline gelebilir, ardımızda bir hoş seda bırakabiliriz.

Unutmayalım, insanların değerlisi, insanlara hizmet eden ve insanlığa katkıda bulunanlardır.

 

Sevgiyle kalın…

 

                                                                        Seyfettin Karamızrak

 

( İnsan Olma Sanatı başlıklı yazı KARAM-41 tarafından 31.07.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu